Yusuf Şerif
Türkiye uzmanı
TT

​Erdoğan’ın güvenli bölgesi

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’nin kuzeyinde güvenli bölge ya da kendi deyimiyle “barış koridoru” inşa etme projesinde hala tek başına duruyor. Son BM Genel Kurulu’nda projesini haritası ile birlikte ayrıntılı bir şekilde anlatıp bunun Suriyeli mülteciler krizini ve onların acı ve sorunlarını çözecek tek proje olduğunu vurguladı. Fakat buna rağmen son zamanlarda Türkiye’nin bölgedeki projelerinin ana finansörü ve müttefiği Katar Emir’i dahil BM Genel Kurulu görüşmelerine katılan uluslararası yetkililerden hiçbiri bu projeye yorum bile yapmadı.
Ancak zorluklar ne kadar büyük olursa olsun Erdoğan’ın bu projeden kolaylıkla geri adım atacağını düşünenler yanılıyorlar. Çünkü İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemlerde kendisi ile çalışan eski arkadaşlarından oluşan birçok grup ile birlikte bu projeyi hazırlamak için uzun saatler harcadı. Erdoğan yanlısı medya, Türkiye-Suriye sınırında 30 km derinlikte inşa edilmek istenen projenin ayrıntılarını yayınladığında projenin en ince ayrıntılarına kadar hazırlanmış olduğu görüldü. Öyle ki yönetimi için belediye planları hazırlandığı, köy, ilçe ve beldelerin sınırlarının çizilmiş olduğu, her birinin nüfusunun ve haritadaki yerinin belirlendiği, inşa edilecek hastane, cami ve okulların sayısının hatta mülteci aileler için inşa edilecek konutların çizimlerinin bile yapılmış olduğu ortaya çıktı.  Hatta projenin 150 milyar dolara mal olacağını tahmin eden bir fizibilite çalışması da yapılmış. Erdoğan ayrıca bu maliyetin bağışçı ülkeler tarafından karşılanmasını ve lojistik desteğin Türkiye tarafından sağlanacağı gerekçesi ile inşaatların Türk şirketlerinin tekelinde olmasını talep ediyor.
Evet, bu düşünce garip ve uygulanamaz görünüyor. Çünkü ABD ve Rusya bu bölgenin inşasına ve sadece Türkiye’nin kontrolü altında olmasına karşı çıkıyor. Aynı şekilde bu büyük maliyeti bağışçı ülkeler karşılarken projenin uygulanmasınının önümüzdeki on yıllar boyunca kendilerine yetecek kadar kar elde edecek Türk şirketlerine bırakılmasını kabul etmeleri de imkansız. Öte yandan mantık olarak tamamlanması yıllar alacak bu proje Suriye krizine siyasi bir çözüm arayışını da göz ardı ediyor. Nitekim Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) temsil ettiği muhalefet kanadı da bu projeyi eleştiriyor ve uluslararası hukuka ve insan haklarına aykırı olduğunu düşünüyor. Zira proje; egemen bir devletin topraklarına izni olmadan müdahale etmek anlamına geliyor. Ayrıca Suriyeli mültecilerin zorla ülkelerine geri dönüşü, o bölgenin demografisini değiştirmesinin yanısıra Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve egemenliğini de tehdit ediyor.
Bütün bu açık ve güçlü gerekçelere rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun için sınırlı bir savaş yürütmek zorunda kalsa da projesinde ısrarlı. Bunun nedeni görünüşte mülteciler meselesi ile ilgili görünse de özünde Suriye’nin kuzeyinde bir Arap-Sünni koridoru inşa etme projesi ile ilgilidir. Bu projenin amacı; Türkiye’deki Kürtleri Suriye’deki Kürtlerden ve Türkiyeli Alevileri Suriyeli Alevilerden ayırmak. Zira Türkiye’deki milliyetçi akım, Suriye’nin kuzeyinde yeni bir özerk Kürt yönetimi kurulmasını ve gelecekte Türkiye’ye uzanmasını engellemenin tek yolunun bu olduğuna inanıyor.
Her şeyden önemlisi Erdoğan’ın –şu ana kadar- siyasi geleceğini bu projeye bağlamış olması. Bunun nedeni de 2 yıl önce olan milliyetçi güç ve derin devlet ile güçlü bir ittifak yapması. Erdoğan, eski müttefiği Gülen ile anlaşmazlığa düşmesinin ardından Türkiye’de en önemli güçlerden  olan bu 2 güce başvurmuştu. 2016 yılının yazında gerçekleşen başarısız darbe girişiminden sonra onbinlerce devlet memurunun FETÖ üyesi olduğu gerekçesi ile kovulması ile milliyetçiler onların yerlerini doldurmaya ve Türkiye’de bürokrasinin ve güvenlik organının kılcal damarlarını kontrol etmeye başladılar. Erdoğan da FETÖ ve Kürtlere karşı intikam operasyonları düzenlemekte onları özgür bıraktı.
İçeride popülaritesinin gerilemesi ve muhalefetin daha önce partisinin yönettiği belediyelerdeki büyük yolsuzlukları ortaya çıkarması ile Erdoğan’ın güvenli bölge planını uygulaması için kendisine baskı yapan milliyetçi akımdan başka bir siyasi müttefik bulunmuyor. Bu yüzden Erdoğan, siyasi kampanyasında Türkiye’nin bekası sloganına başvuruyor. Çünkü siyasi rakiplerinin özellikle de CHP ve partisinden ayrılanların kuracağı yeni partilerin, Türkiye’de özgürlüklerin ve demokrasinin genişletilmesi ile Kürt sorununu siyasi olarak çözme seçeneğini desteklediklerini biliyor. Aynı şekilde bu partilerin 9 bölgeye yayılmış yerel meclislerin lehine merkezi hükümetin yetkilerini azaltan bir yönetim projesini benimsediklerini de biliyor.
Bir kez daha, Erdoğan hükümetinin iç politikadaki zorunlulukların ve mümkün olan en uzun süre boyunca iktidarda kalma isteğinin yönlendirdiği bir dış politikası ile karşı karşıyayız. Danışmanının 2 gün önce önerdiği (nabız yoklamak için de yapmış olabilir) gelecek seçimlerde ilk turda seçilmek için gereken yüzde 50 artı 1 şartının yüzde 40'a çekilmesi önerisinin incelenmesine itiraz etmeyen Erdoğan, bir sonraki seçimlerde zor bir pozisyonda olacağını ve kazanma fırsatının son derece zor olduğunu biliyor. Bu yüzden gerektiğinde ona başvurabilmek için derin devlet ile gittikçe yakınlaşıyor. Olağanüstü hal ilan etmek ve seçimleri ertlemek savaş şartlarında mümkün. Güvenli bölge de kendisine bu şartı sağlıyor.
Erdoğan’ın pragmatizmine ve aniden 180 derece dönme kabiliyetine hala inananlar var. Nitekim bununla ilgili birçok örnek bulunuyor. Bu kişiler, partisinin ekim ayının sonunda düzenlenecek olan kongresinde Kürt meselesinin siyasi çözümü projesine geri dönüleceğini deklare ederek bir süpriz yapabileceğini belirtiyorlar. Yine söz konusu projeye karşı olan uluslararası tutumları göz önüne alarak bu projesini bir kenara itip Suriyeli Kürtler ile diyaloğa açık olduğunu açıklayabileceğini ifade ediyorlar. Bunun yanında Kürtler ile yeniden müttefik olmasının kendisine gerileyen popüleritesinin bir bölümünü geri kazandırabileceğini de söylüyorlar. Ancak bu senaryonun önünde önemli bir engel var. O da Türkiye’de Kürt sorunun siyasi çözümünün kaçınılmaz olarak topraklarının bölünmesine yol açacağına inanan radikal milliyetçi akımın kendisinden intikam alması olasılığı. Suriye’nin kuzeyindeki güvenli bölge çıkarları ile Erdoğan’ın Türkiye’de kalmayı tercih ettiği siyasi sınırlar içindeki güvenli bölgenin çıkarları işte bu noktada uyuşuyor.