Sam Mensa
TT

Lübnan derin uykusunun sonuna geldi

Lübnan’ın on yıllardır yaşadığı krizin, bu aşamada daha önce görülmemiş yoğunlukta kötüleştiğini iddia etmek doğru mu?
1969 yılından bu yana Lübnan, ciddi olaylar ve yüzbinlerce Lübnanlının hayatına mal olan iç savaş gibi ciddi varlık krizleri yaşıyor.
Bu süre içerisinde işgallere uğradı ve İsrail ile sonuncusu 2006’da yaşanan savaşlara tanıklık etti.
Suriye’nin ilk olarak Filistinliler ile savaşma gerekçesi, ikinci olarak da 1976 sonbaharında Arap Caydırıcı Gücü örtüsü altında topraklarına girmesi ile sınandı.
Bu ikinci müdahale Lübnan'da Suriye/Esed vesayeti döneminin önünü açtı ve Şam’ın Lübnan’da siyasi hayatının dümenini ele geçirmesini, kendi çıkarına olacak şekilde uyarlamasını sağladı.
Yine Lübnan 2005 yılında Başbakan Refik Hariri ve arkadaşlarının suikaste uğramasının yol açtığı şiddetli bir depremle sarsıldı. Hariri suikastini, Suriye karşıtı 14 Mart Bloku’nun önde gelen 10 isminin hayatını kaybetmesine yol açan bir dizi tasfiye ve suikast girişimleri takip etti. Lübnan’da egemen olan akım sistematik bir şekilde imha edilmeye çalışıldı.
Bütün bu trajik olaylara rağmen Lübnan’ın bugün olduğu kadar bir çıkmaza girdiği duygusuna kapılmadık.
Bu olayların yaşandığı dönem ve bugün bölgedeki birçok ülkenin içinde bulunduğu durum ile karşılaştırıldığında Lübnan’da güvenlik durumu daha istikrarlı olmasına rağmen kendimizi daha önce hiç bu kadar içinden çıkılması güç bir durumda hissetmemiştik.
Peki bu hayal kırıklığının nedeni nedir?
Bu sorunun kritik yanıtının politikada olduğunu düşünmek bir yanılsama hatta aptallıktır. Aynı aptallık durumu “son kullanma tarihi bitti” olgusu adını verebileceğimiz bir Lübnan olgusunu görmezden gelmemiz halinde de geçerlidir.
Çünkü bu olgu, umutsuzluk, çaresizlik ve geri dönülemez bir aşamaya ulaştığımız duygusuna neden kapıldığımız açıklıyor. Buna dayanarak Lübnanlı politikacılar tarafından ortaya atılan ve ülkenin siyasi, finansal, ekonomik ve hatta sosyal açıdan takip ettiği dolambaçlı yolu belirleyen birkaç taktiksel söylemden bahsedeceğiz.
Son kullanma tarihi geçmiş sloganların ilki, eski Cumhurbaşkanı Mişel Süleyman’ın görev süresinin sona ermesinden sonra ortaya atılan “Güçlü Cumhurbaşkanı” söylemidir.
Bu söyleme göre Lübnan’ı kurtarmak ve bütün sorunlarını çözmek için “güçlü bir cumhurbaşkanının” göreve gelmesi gerekiyor. Ancak bu söylemin pazarlanması cumhurbaşkanlığı seçimlerinin uzun bir süre gecikmesine neden oldu. Sonunda ülkenin önde gelen güçlerinin çoğunu kapsayan büyük bir siyasi uzlaşı dayatıldı ve Mişel Avn Cumhurbaşkanı seçildi.
Peki sonra ne oldu?
Kısa bir süre sonra bu önerinin “beklenen kurtarıcı” ve karanlık tünelden çıkmamızı sağlayacak olası çıkış yolu olmadığı ortaya çıktı ve güçlü başkan sloganı devrildi.
Bu kota skandalı ve son kullanma tarihinin geçmesinin ardından bir başka parlak söylem piyasaya sürüldü ve Lübnan’ın bütün krizlerini çözecek sihirli bir yolmuş gibi pazarlandı!
Bu söylem, hem mecliste hem de hükümette “mezheplerin doğru temsili” sloganıyla ifade ediliyordu.
Çıkış yolunun, mezhebî ve dinî kimliklerinin ve özellikle de Hristiyanların haklarını güvence altına yeni bir seçim yasasında yattığını söyleyen bu sloganın da propagandası yapılmaya başlandı.
Bu yasanın, siyasi, güvenlik ve ekonomik istikrarı sağlayacak yeni bir siyasal iktidarın yapı taşı olacağı söylendi. Buradan yola çıkarak melez bir yasa hazırlandı. Bu yasa da tek bir siyasi grubun çoğunlukta olduğu melez bir otorite ortaya çıkardı. Diğer güçler ise dağıldılar. Onun sahasında, onun çıkarlarının gerektirdiği gibi oynar hale geldiler. Ama seçimler, sihirli çözüm olarak pazarlanan kurtarıcı yeni siyasi otoritenin kuruluşu ile sonuçlanmadı. Bu yasa, çözüm olmak yerine bütün siyasi güçlerin sonunu getiren bir giyotine dönüştü.
Lübnan’ı, Batı ve Arap ülkeleriyle olan geleneksel dostluğu pahasına pratik olarak bölgesel bir eksene bağlayan bir grup ülkeyi tekeline aldı. Aynı şekilde Lübnan’ın bağımsızlıktan beri benimsediği keskin tutumlardan ve belirli bir eksenin tarafını tutmaktan kaçınma politikasını hiçe sayarak tek bir eksene bağlanmasını sağladı.
Siyasi reforma girişin ve krizden çıkışın kapısı olarak görülen yeni seçim kanunu aracılığıyla pazarlanan doğru temsil sloganı da birinci slogan gibi yıkıldı. Son kullanma tarihi sona erdi.
Seçimlerden sonra doğru temsil sloganı kapsamında Nebih Berri bir kez daha Meclis Başkanı seçildi. Saad Hariri de hükümeti kurmakla görevlendirildi. Aynı sloganın şemsiyesi altında yukarıda bahsettiğimiz giyotin işini yapmayı sürdürdü.
Hariri’nin Sünnileri temsil eden tek taraf olmasının önüne geçmek için kendisine karşı tarafın Sünnileri dayatıldı. Böylece ülke, her bir grubun hükümet içerisindeki kotasını belirlemek için Harezmi’yi bile şaşkına çevirecek bir hesaplamalar sürecine girdi. Bunun sonunda dağ fare doğurdu ve saygın hükümetimiz kuruldu. Ama bir kez daha beklenenin gerçekleşmediğini ve yürütme ile ilgili kararların halen dünyada bilinen bütün hükümet sistemlerine yabancı ve melez bir başka kural olan “uzlaşmacılığa” göre alındığını keşfettik.
Lübnanlıların tanımı ile uzlaşmacılık bir kota tanımıdır. Bu tanım, ülkede siyasi yaşamın aksamasına yol açtı. Ayrıca melez seçimlerin sağladığı sahte meşruiyet ve silahın sağladığı fiili güç ile hükümet içerisinde egemen ve daha güçlü olan grubun, ölçülerine ve isteklerine uygun olmaması halinde siyasi karar alma mekanizmasını engelleyebilmesini sağladı.
Kimileri uzlaşmacılığın, anlaşmanın güncellenmiş versiyonu olduğunu düşünüyor. Ama Lübnan’da uzlaşmacılık tek bir grubun tekelindeymiş gibi görünüyor. Yani bu grubun çıkarlarına göre uygulanıyor ya da görmezden geliniyor.
Nitekim üçüncü söylemin başına da bu geldi.
Üçüncü söylem; Suriye'deki savaş konusundaki pozisyonuna müphem bir açıklama getirmek için Lübnan yönetiminin dehasının ürettiği bölgedeki krizlerden “uzak durma” söylemidir. Yani Lübnan resmi olarak Suriye savaşında tarafsız olmayı seçmiştir.
Elbette Lübnan siyasetine egemen olan grubun yani Hizbullah’ın bu savaşa katıldığından hatta temel taraflarından biri haline geldiğinden, Suriye rejimini desteklediğinden ve Suriye’de İran’ın güvendiği 1 numaralı milis gücüne dönüştüğünden bahsetmeye ve sözü uzatmaya gerek yok.
Bu müdahale ile uzak durma söylemi de gürültülü bir şekilde çatırdayarak çöktü. ,
Hizbullah ve Lübnanlı müttefiklerinin meclis çoğunluğunu ele geçirip hükümete egemen olmaları ile Lübnan resmi olarak istese de istemese de bu savaşa müdahil oldu ve "Direniş Ekseni" adı ile bilinen bölgesel ekseninin tarafına geçti.
Hizbullah’ın Husileri desteklemek için Yemen’e ya da Haşdi Şabi’yi desteklemek için Irak’a yaptığı müdahalelerden, Genel Sekreteri’nin İran rejiminin herhangi bir saldırıya maruz kalması halinda onu savunacaklarını açıkça belirttiği konuşmalarından bahsetmemize gerek yok. Aynı şekilde bu tutumun Lübnan’ın başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleri ile ilişkileri üzerindeki etkilerinden bahsetmeye de ihtiyacımız yok. Hizbullah’ın birçok demokratik ülkede terör örgütü olarak tanımlandığını, bu ülkelerdeki uyuyan hücrelerinin deşifre edilmeye başlandığını hatırlatmaya gerek yok. Bu hücreler eylemlerinde başarılı olsalardı bu ülkelerdeki Lübnanlı ve özellikle de Şii göçmenlere kesinlikle zarar vereceklerdi.
Politikadan finans ve ekonomiye ulaşmış olduğumuz yarı iflas durumu ise dördüncü söylemi yani “Lübnan Merkez Bankası’nın harikalar yaratma yeteneği” düşüncesini yıktı.
Bütün bunlara bir de Lübnan’ın CEDRE (Sedir) Konferansı’nda kendisinden istenen reformlara bağlılılığı, yolsuzluğu ortadan kaldırma kampanyası, şeffaflık ve hesap verebilirlik sözü, Taif anlaşmasının külü altında mezhepçi ateş yanmayı sürdürürken kırılgan iç barışı korumak gibi diğer söylemleri de ekleyelim.   
Siyasi sınıfın son kullanma tarihi bitti. Peki evlerindeki, kurumlarındaki ve işlerindeki sıradan vatandaşlar onların da bitti mi? Birçok yerde açıkça gördüğümüz ırkçılık zehiri, içine kapanıklık, Lübnanlıların 6 bin yıllık bir medeniyetin çocukları oldukları iddiasının aksine yaşanan kültürel ve ahlaki gerileme ile vatandaşların da son kullanma tarihi geçti mi?
Sonuç olarak; Lübnanlıların gördükleri sanrıların son kullanma tarihi bitmiştir.
Onlarla birlikte Lübnan’ın durumunun istisnai ve resmi tutumu ile Hizbullah’ın tutumunun farklı olduğuna dünyayı inandırma yeteneğini artık kaybeden Lübnan maharetinin de son kullanma tarihi sona erdi.
Lübnan’daki krizler; sınıfsal çatışmalardan mezhepçi ve milliyetçi çatışmalara, farklı bölgesel ve küresel bloklar arasındaki çekişmelere kadar birçok kıyafete büründüler.
Ancak sorun şu ki, bu çatışmalar ne kadar çeşitli olsalar da hep ortak bir noktaları vardı.
O da bizleri daha az Lübnanlı yapan ve Lübnan’a sınırlarını aşan diğer kimliklerin ağırlığını yükleyen kişisel ve ulusal kimlik krizidir.
Bugün ülkemiz itibar kaybediyor ve üzerinde uyuduğu rüyaların yastığı dahil onu yere çakılmaktan kurtaracak hiçbir şey yok.
Zaman da onun aleyhine işliyor...