Taceddin Kutay
TT

Suriye denkleminin en meşru aktörü Türkiye'dir

O çok bilindik Batı hastalığı şu günlerde Suriye krizinde yine tuttu. Minimum masraf ederek maksimum kazanç elde etmek istiyor batılı. Bir kere Suriye parsasından pay istiyor. Ama payı öyle kenar dilimden de istemiyor; ne de olsa dedesi bir feodal Bey. “Prima Nocte” hakkı gibi bir şey istediği. “Niye istiyorsun?” diye sorsan verilecek doğru dürüst bir cevabı yok; “Çünkü bu benim” diyecek en fazla her feodal Bey gibi. Krizin bütün faturasını Türkiye’ye yıkacak, buna karşın söz konusu krize minimum katkıda bulunacak, ancak neyin ne olduğuna ve kimin ne alması gerektiğine o karar verecek. Ve tabii ki börek tepsisinin en ortasındaki en yağlı dilim onun tabağına konacak. Böreğin bir diliminin onun tabağına konacağını söylememe bakmayın, geri kalanları fakir fukaraya dağıtılacak değil. Masanın diğer ucuna diğer feodal beyler ve Rus ayısı oturmuş durumda. Yoksa elinden gelse tepsiyi eve götürecek.
O kadar vakti geçmiş bir süreç ki bu, söylenecek her şeyi defalarca söyledik. Tekrar tekrar “Bütün mültecileri bize bırakıyorsunuz, sonra da elimizi kolumuzu bağlıyorsunuz. Üstüne üstlük mültecilerin Avrupa’ya geçişine de mani olmamızı istiyorsunuz” vb. gibi sözleri sıralamanın bir alemi yok. Bunları daha önce söyledik, hazırlıksız yakalandı ve mantıklı cevaplar vermeye gayret etti. Şimdi gün o gün değil. Adam her şeyin farkında ve salağa yatmayı bir kenara bıraktı. Seninki şimdi çok daha büyük bir şımarıklıkla dönüyor ve diyor ki;
“Mültecilere de bakacaksın, sınırlarını da tutacaksın, Suriye’den de çıkacaksın, biz ne dersek onu yapacaksın. Çünki feodal beyim ben. Ben ne dersem o olacak!”
Beyimiz emrederler, ancak unutulmaması gereken bir şey var o da şu: Bu emir komuta zinciri hegemonyal bir ilişkide, altın üstü mutlak güç olarak tanımasıyla olur. Birisi alt birisi üst olacak tarafların bir defa. Olmadı mı? Olmaz o zaman. Alt üst ilişkisini tesis ettin mi? Nispiyeti yok edeceksin. Alttaki üstteki için “Benim biraz üstümde” demeyecek. Mutlak olarak yukarıda olanın o olduğunu kabul edecek. Beyaz oğlanın kabul etmediği şey, aramızda böyle bir ilişki bulunmadığı. Dedik ya feodal bey sanıyor kendini, doğal olarak muhatabını da vassal yahut serf sanıyor. Sansın, mesele değil. Kendisini Napolyon sanan nice fıkara Bakırköy’de huzur içinde itmam-ı ömür ediyor.
Özellikle Suriye krizi gibi hadiselerde bu hegemonyal denklemin işlemediği anlarda en bilindik formül sahaya sürülür: Ne kadar ekmek o kadar köfte. Sen askerinle sahaya çıkacaksın ve bunu meşru bir şekilde delillendireceksin. Öyle 7-8 bin km. mesaden de gelmeyeceksin. Akçakale’den sapanla attığın taş Tel Abyad’daki YPG’li teröristin kafasını yaracak. O mesafeden geleceksin. Sonra Lüksemburg’un Dışişleri Bakanı çıkacak ve size “Suriye’den çıkın” diyecek. Şehitlerimiz var, mizah kaldıracak durumda değiliz. Yoksa hakikaten gülerdik. Milletçe karnımızı tuta tuta gülerdik.
Trump konuşunca yine ciddiye alıyoruz, üç yüz beş yüz askeri var orada sahada ne de olsa; yatırdığı milyonlarca dolar, sevkettiği tırlarca mühimmat var. Macron YPG’ye armağan ettiği çimento ve beton hatrına konuşuyor. Merkel kendisini Türkiye’den sorumlu AB Komiseri sandığı için konuşuyor. Ama Avrupa namına çıkıp Lüksemburg konuşunca sahada askeri olan bir millet olarak “hangi sinek bu vızıldayan” diyoruz.
Dedik ya teessüsünü feodal dönemde yapılmış bir paylaşıma borçlu bir ülkenin dışişleri bakanı. Adam diyor ki;
“Benim atalarım on tane adamla binlerce serfi idare etti. Hem de kılıç hiç kınından çıkmadan. Ben de sahaya asker çıkarmadan, ekonomik bir bedel ödemeden, hiç bir özgül ağırlığım olmadan Suriye krizini dilediğim gibi idare ederim.”
Başarılar. Neticede “gücümüz yetmedi Türkiye’yi engellemeye” deyip kaldı hazret.
Arapça dublaj bir felaket
Arap Birliği’ni bilirsiniz. Hani şu toplantıları esnasında uyuyan, esneyen, dişini karıştıran Arap ülkesi temsilcilerinin cemiyeti. Amacım tahkir değil, birliğin ciddiye alınırlığı adına sadece bir görsel sunmak. Bu görüntüler her Arap Birliği toplantısında karşımıza çıkıyor. Türkiye’yi kınamış, Suriye’den çıkmasını talep etmiş. Yukarıdaki filmin Arapça dublajı anlayacağınız. Ancak orijinali biraz olsun ciddiye alınan bu filmin Arapçası orijinalinden daha komik.
Senaryoya bakar mısınız:
Darbeci bir general - ki kendisi bir başka darbeci general olan Cemal Abdünnasır’ın halefi, General Enver Sedat’ın halefi, General Hüsnü Mübarek’in halefidir. Sisi’nin şanı taçlansın diye arada bir seçilmiş Cumhurbaşkanı birkaç ay Mısır’ın başına geçti o kadar. Geçti ki Sisi bir seçilmişi deviren bir general olarak makamı gasp edebilsin. Heh o adam, Arap Birliği’ni toplantıya çağırmış. Hem de kimlerle. Koltuğu gasp etmesi akabinde ilk işi Refah Sınır Kapısını kapatarak, Filistin halkının bir kısmını mahrumiyete mahkûm etmek olan o adam, Filistin halkını temsilen Mahmut Abbas’ı da almış yanına ve Türkiye’yi kınamış.
Senaryo burada daha da komikleşiyor. “Eli kanlı diktatör Erdoğan’ın Suriye’ye saldırması” olarak sundukları bir hadise var ortada. Yahu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bulunan partilerin birisi hariç –ki onun da hangi parti olduğu malum- hepsi tarafından desteklenen bir harekât bu. Millet arkasında bu harekatın ve askerinin. Böyle bir harekat milletin desteği olmadan yapılamaz. İnanmayan Türkiye’de sokağa çıksın ve sorsun. “Zira Türkiye ‘milletine karşı mesul’ siyasetçilerin bir sonraki seçimde hesap verdikleri bir demokrasi” desek Arap Birliği’nde az evvel esneyen amcaların hepsi birden “O ne?” diyecek. Muhayyilesinde yok hiçbirisinin siyasal erk ile milletin karşılıklı mesuliyet içinde olması. Böyle bir ortamda meseleyi “eli kanlı diktatör Erdoğan” basitliğine indirerek konuşmayı tercih ettiler.
Filmin en komik sahnesi ise “Suriye’nin egemenlik sahasından” bahsetmeleriydi. Yahu Amerikan bayrağı dalgalanıyor orada. İroni mi yapıyorsunuz? Her ne yapıyorlarsa da, filmin Arapça dublajı orijinalinden daha komik olmuş. Neticede araz aynıdır. Minimum enerji sarf ederek maksimum kazanç elde etme noktasında Batılılar kadar hevesli bir Arap Birliği ile kaşı karşıyayız. Ürdün hariç hiçbirisi Suriye krizinde bedel ödememiş olan bu adamlar birden bire Suriye’nin bir Arap devleti olduğunu ve toprak bütünlüğünün, egemenlik haklarının muazzez olduğunu hatırladılar. Bir Arap gayretkeşliği çöktü üzerlerine. Milyonlarca Suriyelinin hal-i perişanı esnasında çökmeyen o gayretkeşlik, Türkiye YPG’li teröristi tepeleyince birden çöküverdi. Kara mizah. Ama dedik ya gülebilecek durumda değiliz. Şehitlerimiz var.
Kaosu postal çözer
Sonu gelmez bir kaos hüküm sürüyor Suriye’de. Yaşanan ekonomik kriz değil, siyasi kriz değil, diplomatik kriz değil. Eline silahı alanın ortaya çıktığı bir karmaşa. Böylesi bir ortamda kaosu çözecek olan yegane tedbiri sahaya sürdü Türkiye. Operasyonel kabiliyeti en yüksek asker topluluğuna sahip bir devlet olarak bunları sahaya sürdü. Hem de sırtından iterek de sürmedi. Furbolcusu sahada selam veren, teyzeleri yaprak sararak cepheye gönderen, cami cemaati kendilerine dua eden bir milletin askeri olarak canla başla gönderdi. Çapulcu kıyafetlerini çıkararak üniforma giymekle kendisini meşru otorite zanneden YPG’nin üzerine gönderdi. Neticede YPG ne olduğunu hatırladı, üniformalarını çıkardı ve yeniden çapulcu kıyafetini giyerek bu askerin karşısına dikilmeye kalktı.
Olacak olan bellidir: Bu asker, kendisini kınayanların hiç birisinin askerinin yapamayacağı kadar özenle ve maharetle Suriye’nin kuzeyinde süren kaosa bir son verecektir. Ordusu ancak Mısır halkına karşı kahramanlaşan Sisi gibi bir general eskisi tarafından elbette gıpta ile karşılanacak bir tablodur bu.
Düşünsenize, bir askere sahipsiniz ve halkınız bu askerin namlusunun önünde değil arkasında. Hem de dim dik arkasında. Sanırım biraz haset biraz da kendisini o koltuğa getirenlere karşı hissettiği bağlılık hisleriyle kınıyor Türkiye’yi. Kınasın. Almanya da kınasın, Fransa da kınasın. İtalya da kınasın isterse ama olacak olan bellidir.
Sahaya askeriyle çıkan bir devlet ve bu devlete bu operasyonda destek veren bir millet var. İlk defa ve en meşru şekilde sahaya çıkıyor bu devlet. Kaos için değil, düzen için çıkıyor. Talan için değil, talana uğramamak için. Ve Suriye krizinde uzun süre sonra bir çözüm ümidi beliriyor.
Tablo nettir. Bu resmi değiştirmek isteyen bunu askeriyle yapacak, boş sözlerle değil.