Prof. Dr. Ahmet Abay
Akademisyen
TT

Yesrib'i Medine’ye dönüştüren değerler (1)

Yesrib, kendi halinde bir kasaba iken İslam Medeniyetinin temellerinin atıldığı bir Şehre/Medine’ye dönüşmüştür. Bu dönüşümü gerçekleştirmeyi başaranlar Hz. Peygamber ve arkadaşlarıdır. Peki, bunu nasıl ve hangi değerden yola çıkarak başardılar? Bunun izlerini Kur’an’da sürelim. Ama öncesinde “Medeniyet” ile ilgili yapılan bir iki tanıma göz atalım.
Medeniyet; bir millet ve toplumun maddî, manevi varlığına ait üstün niteliklerden, değerlerden, fikir ve sanat hayatındaki çalışmalardan, ilim, teknik, sanayi, ticaret vb. sahalardaki nimetlerden yararlanarak ulaştığı bolluk, rahatlık ve güvenlik içindeki hayat tarzı, yaşama biçimi, medenilik, uygarlık.
Medeniyet; belirli bir insan topluluğu veya topluluklarının belirli bir coğrafya üzerinde ve belirli bir zaman içinde ortaya koydukları değerlerdir.
Medeniyet kelimesi Arapça bir kelime olmasına rağmen bu gün Arapçada medeniyete karşılık “el-Hadara” ifadesi kullanılmaktadır. Biz de farklı bir Medeniyet/Hadara tanımı yaparak yolumuza devam edelim.
Medeniyet/Hadara: İnsanın hem maddi hem de manevi alanda fiili olarak insanın yanında yer alması, ona yardım etmesi ve iletişim içerisinde olmasıdır. İslam medeniyeti bu esaslar üzerine inşa edilmiştir. Bu medeniyetin inşa edilmesinde önemli rol oynayan değerler Medine’de indirilen Haşr suresinin 9 ve 10. ayetlerinde şu şekilde sıralanır:
“Daha önceden Medine'yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Bunların arkasından gelenler şöyle derler: Rabbimiz! Bizi ve bizden önce gelip geçmiş imanlı kardeşlerimizi bağışla; kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin bırakma! Rabbimiz! Şüphesiz ki sen çok şefkatli, çok merhametlisin!” (Haşr 59/9-10)
Medeniyeti inşa edecek bireyin sahip oldukları nitelikler bir anlamda inşa edilecek olan medeniyetin de değerlerini de oluşturur. Buna göre Mekke’de arge çalışması yapılan, Medine’de de temelleri atılan bu medeniyetin yukarıda verdiğimiz ayetlere göre kurucu değerleri şunlardır:

  • İman etmek,
  • Başkalarını sevmek,
  • Maddi işleri aşabilmek/diğerlerine verilenlerden rahatsız olmamak,
  • İsar/başkalarını kendi nefisine tercih edebilmek,
  • Nefsin cimriliğinden korunmak,
  • Önce yaşayıp yol gösterenlere dua etmek,
  • Mü’min kardeşlerine karşı içlerinde kin ve nefret duymamak.

Şimdi bunları teker teker ele alalım.
İman etmek, İslam medeniyetinin temeli ve buna bağlı inşa edilecek her şeyi tutacak olan harcıdır. İslam medeniyetinde imanın ehemmiyetini şu nükte çok güzel anlatır:
Komutan, genel bir taarruz için son hazırlıkları tamamlayan birliklerini denetlemektedir. Bu sırada çalışmayan bir topun başında durur ve esas duruşta bekleyen çavuşla arasında şu konuşma geçer:
-Bu topun nesi eksik?
-Beş şeyi komutanım!
-Say bakayım.
-Biri, barut komutanım!
-Yeter, üstü kalsın...
Barutun olmadığı yerde nasıl ki top çalışmıyorsa, imanın olmadığı yerde de gerisini saymaya bilmem gerek var mı?  Zira iman, insanlık tarihinin etrafında döndüğü ekseni, bir mü'minin hayatının ve eylemlerinin temelini oluşturur.
Başkalarını sevmek, insanın fıtratında kıskançlık ve öncelikle kendini sevmesi olmasına rağmen başaklarını sevmek İslam medeniyetinin en ayırt edici değerlerinden biridir. İslam müntesiplerine başkalarını sevmeyi öğretti. Zira insan kendi kalbinde sevgiyi üretip çoğaltabilir. Tam tersi olarak nefreti de. Aynı zamanda da insan, sevmediği halde seviyormuş gibi de görünebilir.
İslam Medeniyetinde kişi, kimi ne kadar seveceği konusunda kendi kafasına göre hareket edemez. Kişi, Allah Teâlâyı her konuda olduğu gibi sevgide de öncelemekle yükümlüdür.[1] Allah’a ve Resulüne düşmanlık edenler, en yakın akraba olsalar dahi sevilmeye layık değillerdir.[2]
Maalesef günümüzde sevginin de şirazesi kaymış durumdadır. Sevgide vahyin koymuş olduğu ölçülerin yerini menfaatler ve çıkarlar almakta, medeniyetin kurucu esaslarından biri olan sevgi katledilmektedir. İslam medeniyetinin muhabbete dayalı değerlerinin yerine batının oportünist/kişisel, çıkarcı değerleri hayata hakim olmaktadır.
Hem bireylerin hem de devletlerin birbirleriyle olan ilişkilerinde muhabbet ve samimiyetin yerini çıkarlar almıştır. Suriye’den göç etmek durumunda kalan insanlara batının bakışı buna örnek olarak verilebilir.
Hümanist ve özgürlükçü diye geçinenlerin insanlık dramı yaşanan Yemen, Filistin, Suriye, Irak, Keşmir, Somali, Libya ve daha nice yerlere yaklaşımlarında bu çıkarcılığı rahatlıkla görebilmek mümkündür.
Beni üzen şey, muhabbet Medeniyetinin üyeleri olan Müslümanların sevgi ikliminden uzaklaşıp birbirlerine karşı kin duymalarıdır.  Hâlbuki bizler bazı insanların düşüncelerini sevmesek dahi, sırf insan olmalarından dolayı onları severiz. Hatta bizi sevmeyenleri de severiz;
“Sizler, onları seviyorsunuz fakat onlar, sizi sevmezler. Siz, bütün kitaplara inanırsınız. Sizinle karşılaştıkları zaman: “Biz de inanıyoruz!” derler. Birbirleriyle baş başa kaldıklarında ise, size karşı öfkelerinden parmaklarını ısırırlar…” (Al-i İmran 3/119)
Ama bu sevgi Müslümanları zillete düşürüp onların değerlerini eksiltmez. Yeri ve zamanı geldiğinde Müslümanlar Allah’a, Resulüne ve kendilerine düşman olanlara ilahi öğretinin gereği olarak; "Kin ve öfkenizle geberin!”[3] demesini de bilmelidirler.
[1] Bakara 2/165
[2] Mücadele 58/22
[3] Al-i İmran 3/119