Hüda Huseyni
Lübnanlı gazeteci-yazar ve siyasi analist
TT

Hamaney İran halkına savaş ilan ediyor

İran, Irak'ı da Lübnan’ı da yönetmeyecek.
2013’ten bu yana Irak, Lübnan ve Yemen’e yaklaşık 16 milyar dolar, Suriye’ye 10 milyar dolar harcadı.
Tek başına Hizbullah’a yıllık 700 milyon dolar harcıyordu. Bu finansal ve politik desteği sürdürmesi zor.
Rusya kendisine bir milyar dolar değerinde kredi vermeyi kabul etse bile hiçbir şey kendisini ekonomik çöküşten kurtaramayacak.
İçeride durum, gittikçe daha zor ve kanlı bir hal alıyor, yüzlerce kişi öldürüldü, binlercesi de tutuklandı.
Son raporlar, protestoculara yönelik doğrudan ve hızlı infazlar gerçekleştirildiğinden bahsediyor. Ancak İran, bir kendini sorgulama evresi ile karşı karşıya ve riskler, ABD ile muhtemel bir savaş, Ortadoğu’nun dört bir yanında elde ettiği kazanımları kaybetmek ve devrimci devletinin geleceğinden daha büyük olamaz.
Daha önce RAND'da şimdi ise Washington’daki Demokrasiyi Savunma Kuruluşu'nda çalışan Ali Nadirzade, “Rejim, varoluşsal bir krizle yüzleşiyor. Özellikle Şiraz’da ülkeyi yönetmek ve rejimi devirmek isteyen devrimciler var.
Rejim sonuna kadar savaşma direktifi verdi çünkü rejimin lideri Rehber Hamaney ve diğer liderler, rejim devrilirse gidecekleri başka bir yer olmadığını biliyorlar” diye konuştu.
Rejim üzerindeki en belirgin baskı ekonomi. ABD sert yaptırımlarını sürdürüyor. Benzin zammı, rejimin ekonomik olarak düşmüş olduğu ümitsizliği açığa çıkardı. Ortadoğu’daki baskıların gölgesinde Irak aynı şekilde Lübnan’daki durumu da tehlikede. Bir yandan içeride güvenliği korumaya çalışırken diğer yandan Ortadoğu'da gücünü inşa etmeyi sürdürmesi zor olacak.
Bu zorluklar ile karşı karşıya olan rejimin, ABD ya da komşu bir Arap ülkesi ile savaş başlatabileceği olasığına ilişkin endişelerin var olduğunu belirttiğimizde Nadirzade şunları söyledi: “Bu olası ancak rejimin çok yayılmış olduğunu unutmamalıyız. Eğer savaşmak istiyorsa her şeyden önce Ortadoğu’da kendisine işbirlikçiler kiralamasından bıkan halkıyla savaşması gerekiyor. Nitekim protestolar sırasında: ‘Ne Gazze ne de Lübnan’ gibi sloganlar duyduk.”
Nadirzade, rejimin açık bir savaştan çok ABD ve özellikle de Brüksel ve diğer Avrupa başkentlerinde korku yayacak sınırlı bir savaş istediğini, bunun çok tehlikeli bir strateji olduğu düşüncesine katıldığını belirterek rejimi koruyan duvarların çatlamaya başladığını da ekledi.
Ali Nadirzade, rejimin şimdi protesto gösterilerini bastırsa da ülkeyi yönetmekte zorlanacağını çünkü ekonominin er ya da geç çökeceğini ifade etti. Bankalar ve bütün finansal kurumlar iflas ettiği için büyük bir krizle karşı karşıya kalacağını dile getirdi. Ayrıca temel sorunun, güvenlik güçlerinin Hamaney’e sadık kalıp kalmayacağı olduğuna inandığını ifade etti.
Bu güçlerin büyük baskılara maruz kaldığını, sonunda kaynaklarının tükeneceğini, gelir kaynaklarının kalmayacağını, liderlerin, özellikle de dini seçkin sınıfın arasında bölünmeler olduğunu, çok yakın bir zamanda bu gruplar arasında da memnuniyetsizliğin dile getirilmeye başlanacağını göreceğimizi anlattı. Asıl dikkat çekici olan, rejimin İranlı protestocuları “paralı askerler” olarak tanımlarken öte yandan kendisinin Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen’de onun adına savaşmaları için paralı askerler kiralamasıdır.
Rejime karşı çıkan herkes paralı asker midir?
Bu soruya Nadirzade; “Haşdi Şabi’nin gösterileri bastırmak için kullanıldığına dair raporlar var. Hizbullah militanları da şimdi İran’da olabilirler. Çünkü rejim devrilmek üzere olduğunu düşünüyorsa bütün yollara başvuracaktır. En büyük korkum, iç krizden kurtulmak için nükleer programına geri dönmesi ve yenilemesidir. Çünkü rejim, bütün dünyanın karşı olduğu nükleer programının varlığının garantisi olduğuna inanıyor” karşılığını verdi.
Washington’un İran’ın bu zor durumundan yararlanıp Avrupalılar ve Ortadoğu’daki müttefikleriyle işbirliği içinde nükleer programı engellemek ve komşu ülkelere yönelik müdahalelerini sona erdirmek karşılığında yaptırımları hafifletme önerisini sunabileceğini söyleyenler var. Bu, İran halkının çıkarına mıdır?
Bu sorumuza Nadirzade şu yanıtı verdi: Hayır, İran’ın Ortadoğu’daki politikalarını ve halkına yaptığı baskıya yer vermeyen hiçbir anlaşma, İran halkı veya Ortadoğu halklarının çıkarına değildir. ABD’nin ulusal güvenliği için de iyi olmaacaktır.
ABD Başkanı Donald Trump özellikle seçimlerin yaklaşmasıyla rejim ile anlaşma yoluna gitmek isteyebilir. Fakat Washington’un bunun yerine geçen yıl ABD ve dünyanın güvenliği için kötü bir anlaşmaya varmaktan kaçınarak kazanmış olduğu momentumdan yararlanmasını umut ediyorum.
Hem ABD, İran ile müzakarelere başlasa bile bu uzun bir zaman alacaktır. Nitekim bir önceki anlaşmanın imzalanması yıllar sürdü. Müzakare ve görüşmeler Barack Obama’dan bile önce başlamıştı. Dolayısıyla bu uzun bir süreç. Ülkedeki gerilim düzeyi göz önüne alındığında rejim ekonomik olarak zor durumda kalmayı sürdürecek.
Nadirzade, “Halk İran’da köklü değişimler talep ediyor. Rejimi tamamen devirmek istiyor. Son günler bunu kanıtladı” diye konuştu.
Öte yandan İran’ın yatırımlarının ve bölgesel konumunun kötü bir biçimde sona ermeye başladığına dair kanıtlar da artıyor. Bununla ilgili de Nadirzade şunu söyledi: “ Rejimin, bölgesel sistemi (imparatorluğu) büyük bir baskıya maruz kalıyor. Irak’ta cereyan eden olayları takip etmek çok önemli çünkü mevcut Irak hükümetine karşı çıkanlar eğer başarılı olurlarsa İran rejimine çok sert bir darbe indirmiş olacaklar.”
Ayetullah Ali Sistani’nin Irak ve İran’da göstericilere ateş açılmasını kınayan bir fetvasından bahsettiğimizde Ali Nadirzade şu ifadeleri kullandı: Bu fetva yayınlanmamış olsa da İranlıların, din adamlarına ve dini kurumlara güvenlerini kaybettiklerini düşünüyorum. İran’da din adamlarına karşı çok fazla nefret var.
İran toplumu özellikle de son 10 yılda sekülerleşti. İranlı dindarlar da rejimin aleyhinde. Bu Hamaney için durumu daha karmaşık bir hale getiriyor.
Lübnan ve Irak’ta eylemcilerin, temel değişiklikler hatta iki ülkede mevcut siyasi sistemin yeniden yapılandırılmasını talep etmeleri dikkat çekmişti. İran ise bu talepleri, hegemonyasına karşı bir tehdit olarak görüyor. Zira her iki ülkedeki mevcut düzenlemeler, İran'ın çıkarları ve takipçilerine yönelik olası etkileri üst düzeye çıkarıyor.
Nitekim Lübnan’da Hizbullah ve Emel Hareketi’ne bağlı grupların düzenlediği barbarca saldırılar ve devrimi “kara devrim” olarak nitelemeleri bunu kanıtlıyor. Çünkü bunun İran’ın Irak ve Lübnan’daki uzun vadeli çıkarlarına yönelik politik etkisi oldukça olumsuz olacak.
Ali Nadirzade de bu tezi onaylayarak bilhassa Lübnan’da siyasi sistemin değişmesi durumunda İran’ın bundan çok olumsuz etkileneceğini belirtti. Çünkü Hizbullah başta Hristiyanlar olmak üzere birçok siyasi partiye sızmayı başardı. Ancak sistem temelinden değiştiğinde Hizbullah da siyasi gücünü kaybetmeye başlayacak. Öte yandan Hizbullah, ağır ekonomik baskılara da maruz kalıyor. Suriye’de çok parasını ve insanını kaybetti.
Her yönden baktığımızda İran rejiminin, hem içeriden hem de Arap ülkelerinden gelen bir direniş ile karşı karşıya olduğunu görürüz. Bütün Ortadoğu bölgesi bu rejimden nefret ediyor.
Hamaney, İran’da konuşuyor ama söylemleri Lübnan’daki Hizbullah'ta yankı buluyor. Çünkü ideolojileri aynı. Ancak İran, geçmişte olduğu gibi sonsuza dek Hizbullah’ı finanse edemez.
İran, kendisine günlük 60 milyon dolara mal olsa da ülkede interneti kesiyor.
Hizbullah da kontrolü altındaki bölgelerde kablo sağlayıcılardan televizyon kanallarını engellemelerini talep ediyor. Çünkü bu durumlarda bilgi en tehlikeli silahtır.
Rejimin varlığını korumasının bir yolu var mı şeklideki son sorumuza ise Nadirzade şu karşılığı verdi:
“Hamaney, halkına savaş açmayı seçti. Milyonlarca kişiyi korku yoluyla yönetmeye devam edemez. Rejim çok korkuyor. Ancak şu anda yaralı bir kuş gibi. Bu yüzden eskisinden daha fazla şiddete başvurabilir. Güvenlik güçleri emirleri yerine getirmeyi reddetmeye başladığında rejim daha da zayıflayacaktır.”
Başarısızlığa götüren yolda ilk adım atıldı.