Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

Kibir felaketi ve istikrar nimeti

Kibir ve büyüklenme olgusu, Lübnan’da bazı yöneticilerin düşüncelerinin büyük bir bölümünü ele geçirmiş olduğu için bu vatanda istikrar nimeti gün geçtikçe geriliyor. Bu ülke, halkının özelliklerinden biri olagelen canlılığı tüketen partiler, hareketler ve akımlarla sınanıyor.
Söz konusu olgu, siyasi toplumun bazı kesimleri için yeni değil. İran rejimi, 20 yıl önce onlara bu olguyu ihraç etmişti. Fakat bu olgunun sahibi olan İran rejimi bile Irak halkının özellikle de Şiilerin derin vatansever ve Arap milliyetçiliği anlayışlarını hesaba katmadığı için Irak’ı ele geçirme projesinde hayalkırıkılığı yaşadı. Zira Iraklı Şiiler, Saddam Hüseyin rejiminin, Humeyni’nin Necef ve Kerbala’yı, orada bulunan türbeleri ve dini merciyi ele geçirmeye yönelik ısrarlı ve inatçı girişimlerine karşı mücadelesinde güvendiği en seçkin güçleriydi. Humeyni stratejisinin içeriğinde Irak’taki bu kutsal yerleri ele geçirdikten sonra Mekke ve Medine’yi ele geçirmek vardı.
Humeyni’nin, projesinin başına gelenlerden ve İran’ın düştüğü durumdan üzgün bir şekilde ölümünden sonra da Humeynicilik bu çaba ve girişimlerini sürdürdü. Bu kibirli çaba, Irak’ın karar mekanizmasını ele geçirmesi ve ülkeyi zorla malları için bir pazara dönüştürmesi ile sonuçlanana kadar sürdü. Bu ihracatın gelirleri, ardı ardına gelen ve etkileri devlet kurumları ve yönetimin bazı üst düzey isimleri üzerinde görülmeye başlayan ABD yaptırımlarının doğurduğu zor ekonomik koşulları az da olsa hafifletiyor.
Öte yandan İran, ABD politikalarına karşılık içerik olarak faydasız ama sözel açıdan sert açıklamalarla kendisini övmeyi sürdürüyor. Bölgesel egemenliğini koruduğunu göstermeye çalışıyor. Bu açıklamalarına, bazı ülkelere yönelik benzeri görülmemiş eylemleri ve tacizleri de eşlikediyor. Bu ülkelerin korktukları için misliyle karşılık veremediklerini telkin ediyor. ABD gibi süper bir gücün bile güç kullanabileceğini, hatta bunun için bölgeye kara ve deniz kuvvetleri, askeri gemiler sevkeden Başkanı Trump’ın tehditlerini uygulamaya cüret edemediğinin bunun kanıtı olduğunu öne sürüyor.
Bu eğilim, Irak’taki yöneticilerin İran rejimine boyun eğmekte aşırıya kaçmalarına yol açtı. Bu rejimin, yönetimdeki etkili varlığıyla yetinmeyip Irak devletine yol haritaları çizecek kadar ileri gitmesine neden oldu. Ordusunu iptal ederek yerini devrimci-manevi isimlere sahip milis orduların almasını sağladı. Bunun yanısıra aşiret temelli bir toplum için alışılmadık nüfus haritaları çizmesinin önünü açtı. Kısacası İran rejimi, Arap milliyetçiliğinin kalelerinden biri olan Irak’ı, Lübnan’daki Akdeniz bahçesinin istikrarını sağlayan bir arka bahçeye dönüştürdü. Lübnan’ı ise 2 Şii güç ile Marunî Hristiyan gücün oluşturduğu ittifakı daha da pekiştirerek en güçlü askeri üssüne dönüştürmeyi amaçlıyor.
Lübnan arka bahçesinin anahtarını ellerinde tutan Nasrallah ve Avn’ın, süper güç ABD, İran’a yaptırımlar uygulamak dışında bir adım atmaya cesaret edemediği sürece, Lübnan’ı Hamaney ve Devrim Muhafızları’nın istediği gibi yönetebileceklerine inandıklarını varsayıyorum. Yine her birinin diğeri olmadan tek başına siyasi projesini gerçekleştiremeyeceğini hesaba kattığını tahmin ediyorum. Nitekim imzalamış oldukları ve Lübnan siyasi toplumu ile tabanı için yeni ve etkenleri farklı olan “kutsal ittfak”la da bunu açıkça gösterdiler.
Şii Hizbullah, bu anlaşmayı imzalayarak Maruni desteğini almayı, Lübnanlılığı ve mezhepçiliğine yönelik şüpheleri azaltmayı amaçlıyordu. Mişel Avn ise bu sayede Şiiler arasında yüksek oranda destek elde etti. Ancak Şiiler bu ittifakı, direnişçi liderleri Hasan Nasrallah’a duydukları saygıdan ötürü kabul etmişlerdi. Yoksa Mişel Avn’ın tabanının, Hizbullah tabanının birçok görüşüne uyum sağlayacağına, özellikle de Hristiyanların her zaman Nasrallah’ın elindeki en güçlü kart olan direnişe katılacaklarına ve destekleyeceklerine ikna olmamışlardı.
Burada Hasan Nasrallah ile Mişel Avn arasındaki bahsi geçen ittifakın, Avn’ın cumhurbaşkanı olmasını sağladığına da dikkat çekmeliyiz. Ayrıca Nasrallah da bu ittifaka dayanarak, halk hareketinin ne kadar güçlü olursa olsun, Cumhurbaşkanı Avn’ı deviremeyeceğini daha doğrusu bunu yapmasına izin verilmeyeceğini yüksek bir sesle deklare edebildi. Bunun yanında, bu ittifak Lübnan siyaset sahasında görülen diğer ittifaklar arasında en istikrarlı ve güçlü olan ittifak. Nitekim bu ittifaklar arasında en önemlisi ve Marunileri büyük ölçüde birleştiren Mişel Avn-Samir Caca ittifakı bile Avn ve Nasrallah ittifakı gibi kalıcı ve istikrarlı olamadı. Hristiyan, Sünni-Dürzi Müslüman siyasi rüzgarlara karşı ayakta kalamadı. Bu nedenle Lübnan krizi gittikçe daha karmaşık bir hal alıyor.
İstikrar nimetinin, İran’ın devrimci rejiminin halkına karşı benimsediği ve Irak ile Lübnan’a da ihraç ettiği kibirli tutumun yerini alabileceğine dair hiçbir işaret yok. Irak hala birçok bölgesinde özellikle de Bağdat, Necef, Kerbela ve Basra’daki gelişmelerin yansıttığı gibi cesaretle ve fedekarlıkla direniyor. Lübnan da Irak gibi direnmeyi sürdürecek. Bilhassa bu 2 müttefik, Hz. Ali’nin “Salih kimsenin ölümü kendisi, kötünün ölümü ise insanlar için huzurdur” sözü ile Filistinli bir halk şairinin “Acı ömür boyu unutulmaz, siz de bana acıların en büyüğünü verdiniz. Sevgilim bir güvercindi siz de onu avladınız” mısralarını dikkate alıp kibirlerinden vazgeçmediği müddetçe. Buradaki güvercin elbette Lübnan ve istikrarı.
Lübnan’ın istikrara kavuşması için de bölgesel sorunlardan uzak durması, bu kibirli dönemin kalan 3 yılı sona erene kadar yolsuzluk ve kibirden doğan ihlaller yığınını temizlemeyi sürdürecek uzmanlardan oluşan bir hükümettir. Allah dilediğini doğru yola sevkeder. Umarız bu kişiler de ecel gelmeden önce doğru yola döner, istikrarını bozdukları, umutlarını suya düşürdükleri halklara verdikleri zararları telafi ederler.