Nedim Kuteyş
Lübnanlı gazeteci
TT

Hizbullah’ın sonbaharının bedelleri

Beyrut Rum Ortodoks Metropoliti Başpiskopos İlyas Avde, birçoklarının duymak istediği sözleri dillendirdi.
Lübnan sorununun kanayan yarasına parmak bastı. Bu yara, şimdi değil Lübnanlılar ile birçok Arap kardeşlerinin 1969 yılında Kahire anlaşmasını imzalayarak bu küçük vatan hakkında işledikleri suç ile açılmış ve o günden bu yana kanamaktadır. Kahire anlaşması, Lübnan’ın kapısını Filistin devriminin silahına açmıştı. Bunun sonucu da Kudüs’ün kurtarılması yerine Beyrut’un işgal edilmesi olmuştu.
Milletvekili ve gazeteci Cibran Tuveyni’nin 14’üncü ölüm yıldönümünde düzenlenen ayinde verdiği vaazda Metropolit İlyas Avde, Lübnan bugün “Hepinizin bildiği bir kişi ve silahı ile korunan bir grup tarafından yönetiliyor” diye konuştu. Ancak heyhat, bunu kime söylüyorsun sayın Metropolit?
Devrimciler, devrimlerinin Lübnan’ın bölünmüşlüğünün hareketli kumlarında boğulmasından, “hepiniz yani hepiniz” sloganının temsil ettiği “devrimci saflığını” kaybetmesinden korkuyorlar.
Politikacılar ise sokağın ruh halinin, sloganlarında basit ve aptalca, eleştirilerinde köklü ve kapsamlı sözler dışında bir şeye katlanmadığını biliyorlar.
Hizbullah’ın silahına yönelik her üstü kapalı imanın, hakaretin aslında Hizbullah’ın düşmanlarının yolsuzluk ve yıkımdaki sorumluluklarından kurtulmak çabası olduğunu idrak ediyorlar. Ama bunun bir işe yaramadığını çünkü onların da yönetimde ve kota sisteminde kendisinin ortakları ve aralarından bir “al gülüm ver gülüm” ilişkisi olduğunun bilindiğinin farkındalar.
İşte Başpiskopos Avde’nin sözlerinin önemi buradan kaynaklanıyor. Siyasi yönetimin ve hesaplarının dışında olmasından, erken bir dönemde devrimin, sloganlarının ve hükümetteki herkesin istifa etmesi talebinin yanında yer almasından kaynaklanıyor. Nitekim Metropolit daha ilk başından, “Boşluk, bugün yaşadığımız gerçeklikten daha iyidir” demişti.
Metropolit Avde bu sözlerinden dolayı çok şey ile suçlanacak. Ancak onu tek bir şey ile suçlayamazlar o da abartıya kaçtığı. Zira Esed Suriyesi'nin varisi olarak Lübnan’ı yöneten Hizbullah, 2018 yılndaki son genel seçimlerden beri sahip olduğu parlamenter çoğunluk ve istifa eden hükümet aracılığıyla ülkeyi fiili olarak yönetmeye başladı. Hatta siyasi kararın ilk kez bu kadar açık bir şekilde onun elinde olduğu söz konusu hükümetin dengelerini belirlemek için dokuz ay geçirdi.
Hizbullah ile yerel ve dış güçler arasındaki gizli savaşın özü ve can alıcı noktası budur. Devrimin ülkede bir yönetim krizi ortaya çıkardığı kesin. Fakat aynı zamanda, Hizbullah’ın ülkenin siyasi kararı üzerindeki hegemonyasının neden olduğu bozukluğu düzeltmek, İran ve ABD ile Arap ülkeleri arasında zirveye ulaşan çatışmada, Lübnan’ı İran’ın başını çektiği eksene katma girişimini önlemek için bir alan da yaratmıştır.
Cumhurbaşkanı’nın damadı Cibran Basil’in gelecek herhangi bir hükümette bakan olması ya da olmamasına ilişkin başlayan her tartışma çok geçmeden söz konusu hükümetin dengeleri ve siyasi kararlarını kimin yöneteceği konuları ile ilgili bir tartışmaya dönüşüyor. Nitekim küresel güçler de Lübnan’ı ekonomik olarak kurtarma programına devam edip etmemeye karar vermek için bunu yakından takip ediyorlar.
Müzakareler hakkındaki son haberler, Hizbullah’ın ekonomik krizin Lübnan halkının bir parçası olarak kendi tabanı üzerinde de ciddi etkileri olduğunun farkına vardığı için geleneksel figürlerin olmadığı tekno-siyasi hükümeti kabul ettiğine işaret ediyorlar.
Fakat Hizbullah hala son genel seçimlerin sonuçlarını yansıtan bir hükümet kurulması yani yeni hükümetin, dizginleri onun elinde olan istifa eden hükümetin bir kopyası olmasında ısrar ediyor.
Kısacası yeni yüzler ve farklı ortaklıklar ile eski durumun devam etmesini istiyor.
Bunun anlamı ise, Hizbullah sosyolojik ve jeopolitik seçeneklerinden birini seçmedikçe ufukta bir hükümetin görülmediğidir.
Hizbullah sosyolojik açıdan, Şiilere sunduğu devrimin 40 yıllık vaatlerin, her şeyden önce bizzat İran’da, ömrünün sonbaharını yaşadığını ve başarısızlıkla kuşatılmış olduğunu biliyor.
Kaynağı ve bedeli ne olursa olsun çevresini ve tabanını kurtaracak tedavilere başlaması gerektiğinin de farkında.
Nitekim Tahran’ın, Rusya’nın 5 milyar dolara ulaşan desteğine dayanarak ülkenin tarihinde petrol gelirlerine en az dayanan  “yaptırımlara direnmek” adını verdiği bütçeyi deklare etmesi bunun en açık kanıtıdır.
Bunun anlamı ise petrol ve doğalgaz zengini ülke halı ve fıstık satmakla yetineceği ve kendisi yardıma muhtaç Rusya’dan gelecek yardımlara güveneceği.
Jeopolitik açıdan Hizbullah, geri adım atmanın ölümcül olduğunu, dengeler oyunun yenilgiye dair bir şüpheye bile izin vermediğini biliyor.
Zafer vaadedenin artık imkansız vaatlerinin esiri olduğunu dolayısıyla sokağın yönlendirdiği herhangi bir değişimi kabul etmesinin mümkün olmadığını  anlıyor.
İran bu jeopolitiği, geçen cuma günü 24 Iraklının öldürüldüğü el-Hallani katliamını gerçekleştiren milis güçleri aracılığıyla pratiğe döktü. Bu katliam, İran’ın Irak’ta patlak veren ve kendisini hedef alan protesto gösterilerini sona erdirmekte kararlı olduğunun en yeni işaretiydi. Nitekim İran rejimi, ülkesinde de benzer katliamlar gerçekleştirdi. Bunun sonucunda 200 İranlı gösterici ve rejim lideri "Rehber" Hamaney’in kötüler ve hainler olarak tanımladığı 1000 kişi hayatını kaybetti.
Hizbullah, Lübnan’da patlak veren krizi bu jeopolitik çerçeveden görüyor. Hizbullah Genel Sekreteri Yardımcısı Hüseyin Halil de hükümeti kuması için kendisi ile görüşülen isimlerden biri ile konuşması sırasında bunu açıkça dile getirdi. Muhatabının halk hareketi ifadesini kullanması üzerine bunu düzelten Halil, Hizbullah’ın bunu bir halk hareketi değil “direnişi hedef alan bir komplo” olarak gördüğünü açıkladı.
Hizbullah’ın tutumunda hala jeopolitik seçenek ağır basıyor. Uluslararası toplum ilk kez Hizbullah’ı zayıf noktasından yakalamış bulunuyor. Kaçmasına ya da durumunu düzeltmesine de izin vermeyecek.
Hizbullah ise daha çok karşı koymaya eğilimli görünüyor. Bu da Hizbullah, kendi şartları dışında uzlaşma zehrini içmeyi kabul etmedikçe Lübnan krizinin uzamaya ve karmaşıklaşmaya aday olduğu anlamına geliyor.
Lübnan, Irak ve İran şehirlerinde bulunan kan göllerine katılabilir veya katılmayabilir. Fakat  Lübnan’ın mevcut döneminin, makul ve rasyonel seçimler dönemi olmadığı, Hizbullah’ın ülkedeki vesayetinin sona ermesinin bedellerinin basit olmayacağı kesin.