İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Yeni hükümet: Bedeli Lübnanlılar ödeyecek

Lübnan’da başbakanlık makamı etrafında dönen mücadelenin ulaşmış olduğu sonuç şaşırtıcı değildi. Yani Şii milletvekillerinin oybirliği, Hizbullah, Cumhurbaşkanı Mişel Avn ve Cibran Basil’in tam desteğine karşılık, Sünni milletvekillerden sayılı oy almış olmasına karşın Hassan Diyab’ın hükümeti kurmakla görevlendirilmesi beklenen bir gelişme olduğu için kimseyi şaşırtmadı.
Lübnan’da Avn’ın cumhurbaşkanı seçilmesi ile çizilen siyasi haritayı gerçekçi bir biçimde okumak isteyenler için bu durum hiç şaşırtıcı değildi. Bu harita, ülkenin değiştirmeye gücü yetmediği güç dengelerini belirledi. Daha sonra, istenilen sonuçları vermesi için değiştirilen ve bugün iktidar grupları olarak adlandırılan tarafların elde ettiği kazanımları pekiştiren yeni seçim anayasasına göre genel seçimler yapıldı.
Müstakbel Hareketi, kendi dini topluluğu içinde ve ulusal düzeyde temsil ettiği güç ile eski milletvekili Velid Canbolat’ın aralarında olduğu önemli siyasi güçler, devlet yönetiminde bazı koşulları düzeltmek umuduyla bu güç dengeleriyle bir arada yaşamaya çalıştı. Fakat sürekli olarak aynı engeller ve sorunlarla karşılaştılar. İç durumu kontrol eden ekibin gücünü anlamak için Saad Hariri’nin istifa eden hükümetini kurma sürecinde yüzleşmek zorunda kaldığı zorlukları hatırlatmak yeterlidir. Hatta söz konusu ekip, halihazırda bölgesel sahnede ‘zaferler’ olarak nitelediği gelişmeler sayesinde artık daha fazla güce sahip olduğunu düşünüyor.
17 Ekim’de geniş çaplı halk hareketi patlak verdiğinde, ilk olarak mezhepçi kotaya karşı çıkma çağrısı, ikincisi ‘hepiniz yani hepiniz’ sloganı altında yolsuzlukla mücadele talebi nedeniyle bu ekip ayağının altındaki yerin güçlü bir şekilde sarsıldığını hissetti. Bu noktada bahsi geçen ekibin hesapları değişmeye başladı. Bir bölümü halk hareketini desteklemeye, onun sloganlarını benimsediğini ve yolsuzluk suçlamasını genelleştirmenin haksızlık olduğunu iddia etmeye çalıştı. Cumhurbaşkanı Avn ve Bakan Basil, Özgür Yurtsever Hareket’in yolsuzluğa dahil olmadığı ve ülkeyi mevcut duruma ulaştıran ekonomik politikalardan sorumlu olmadığı temeline dayanarak bu genelleştirmeyi reddedenlerin başında geldiler.
Yönetici ekibin diğer tarafı yani Hizbullah ile politik ve medyatik araçları ise halk hareketini hain ilan ederek kendisine katılanları dış güçlerin işbirlikçisi olmakla suçladı. Bu suçlama, mezhepçi sadakati mobilize etme ve halk tabanının dağılmasını önleme konusunda söz konusu tarafın elindeki en yararlı araç oldu. Nitekim Hizbullah, halk hareketinin ilk dönemlerinde Şiilerin çoğunlukta olduğu farklı bölgelerde böyle bir tehlike ile karşı karşıya kalmıştı.
Halk hareketine katılan gençlerin sorunu, en başından beri, siyasi sahneyi kontrol eden ve herhangi bir halk devriminin, çıkarlarına ve bölgesel bağlantılarına karşı bir darbeye dönüşmesinden korkan taraflarla karşı karşıya kalmasıydı. Bunun yanısıra bu gençlerin sorunu, söküp atması zor kökleşmiş bir mezhepçi rejime karşı mücadele etmeleriydi. İstifa eden Saad Hariri’nin yerine geçecek isim için arayışlara başlanıldığında bu sorun açıkça ortaya çıktı. Hariri, yönetimin zirvesini oluşturan cumhurbaşkanı, başbakan ve meclis başkanı arasında, sokağın geleneksel siyasi figürlerin devrilmesini talep eden çağrısına karşılık veren tek başkan oldu. Cumhurbaşkanı Avn ve Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ise istifa etmeyip makamlarını korudular.
Cumhurbaşkanı’nın ekibi ve Hizbullah, Saad Hariri’nin başbakanlığa dönmesine karşı değillerdi. Ancak kendi şartları ile dönmesi konusunda ısrar ediyorlardı. Hariri’ye karşı aşırı bir sevgileri de yoktu. Ama içeride Avn’ı koruyacak ve mümkün olan en az sorunla görev süresi sona erene kadar koltuğunda kalmasını sağlayacak Sünni desteği temin edecek tek kişi olduğu için ona ihtiyaçları vardı. Bunun yanında, Avn’ın görev süresinin sona ermesinden sonra Bakan Basil’in yerine geçmesinin zeminini hazırlamakta, Hariri yararlı olabilirdi. Dış güçlere Hizbullah’ın Lübnanlı bir güç olduğunu pazarlamak, kendisine uygulanan yaptırımların, birçok ülkede maruz kalmaya başladığı boykotun etkilerini azaltmakta oynayacağı rol ile Hariri, Hizbullah için de faydalı olabilirdi.
Ancak Hariri onların şartlarını reddetti ve uzmanlardan oluşan bir hükümet konusunda ısrar etti. Hizbullah bunu kendisini devirmek için bir plan olarak gördü. Bu noktada, Hariri’ye alternatif bir isim arayışı, Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ı Baabda Sarayı’na taşıyan kuralın uygulanması zorunluluğu ile çakıştı. Bu kural, devlet içinde bir dini topluluğa tahsis edilen makama söz konusu grup içindeki en güçlü liderin getirilmesi kuralıydı. Saad Hariri, Sünni grup içinde tartışmasız bir temsil gücüne sahip olduğu için yeni hükümetin başına geçmeleri önerilen isimlerin önüne engeller çıkmaya başladı. Çünkü temsil gücüne sahip olmayan bir ismi hükümetin başına getirmek, Avn ve Hariri arasındaki ‘cumhurbaşkanlığı uzlaşısı’nın dayandığı kuralı ihlal etmek anlamına geliyordu. Aynı şekilde, ‘güvenirlik’ olarak bilinen kurala yani devlet yönetiminde dini grupların gerçek temsilcileri tarafından temsil edilmelerine saygı duyma kuralına da aykırıydı.
Dolayısıyla Hassan Diyab’ın görevlendirilmesi, ‘cumhurbaşkanlığı uzlaşısının’ temelini oluşturan kuralın ihlali ve Cumhurbaşkanı Avn’ın döneminin yeni bir iç istikrarsızlık dönemine girmesi anlamına geliyor. Oysa Avn, Hariri ile uzun sürecek bir ‘balayına’ güveniyordu. Bunun yanısıra Diyab’ın görevlendirilmesiyle Avn dönemi, Sünni topluluğun çoğunluğu ile anormal ilişkiler dönemine girmiş bulunuyor. Bu da eski cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görevi süresinde söz konusu topluluk ile ilişkisinde yaşanan sorunları akla getiriyor.
Saad Hariri’nin başbakanlıktan uzaklaştırılması, dini topluluğu içinde en güçlü liderin seçilmesi kuralını dikkate almadan başka bir ismin görevlendirilmesi, halk hareketi açısından üst düzey makamların mezhepsel güce göre dağıtılması ilkesinin yıkılışı anlamına gelebilir. Ancak bu, halk hareketi için bir zafer değildir. Çünkü cumhurbaşkanlığı ve meclis başkanlığı makamlarını kapsamamıştır. Bu gerçekleşmediği müddetçe, bir grubun diğerinin aleyhine istismar ettiği göreceli bir gelişme olarak kalacaktır. Nitekim, 2011 yılında kurulan Necip Mikati hükümetinin eski bir üyesi ve Hizbullah’a bağlı olduğu için Hassan Diyab’ın başbakanlıkla görevlendirilmesinin siyasi açıdan anlamı ve okuması da budur. Söz konusu hükümet, eski cumhurbaşkanı Mişel Süleyman döneminde Saad Hariri’ye karşı yapılan ünlü darbenin akabinde kurulmuştu.
Dolayısıyla, Hassan Diyab’ın hükümeti kurmakla görevlendirilmesi sonucunda, ne halk hareketi bir kazanım elde etmiş ne de iç siyasi durum takviye edilmiştir. Aksine sonuç; Lübnan’ın bağımsızlığından bu yana en kötü ve zor ekonomik kriz ile yüzleştiği bir aşamada, siyasi açıdan da bağışıklık sisteminin zayıflamasıdır. Bu ekonomik krizi çözmek için iç güçlerin omuz omuza vermesi gerekiyordu. Ancak tam aksine, Saad Hariri’yi saf dışı bırakarak bir zafer elde ettiğini düşünen güçler tarafın, politik istismarına açık bir hale geldi. Bu taraf ayrıca Hariri’yi mevcut cumhurbaşkanını cumhrubaşkanlığı sarayına taşıyan uzlaşıyı kabul ettiği için pişman bir halde bırakarak, iç dengede daha güçlü tarafı destekleyen bir ismi görevlendirerek önemli bir galibiyet elde ettiğini varsayıyor.
Bu görevlendirmenin güvenirliğine yönelik anlaşmazlık, Cumhurbaşkanı’nın ekibi ile Müstakbel Hareketi arasındaki karşılıklı sert açıklamalar, önümüzdeki döneme bulutlu bir atmosferin hakim olacağını, Hassan Diyab’ı zorlu bir hükümeti kurma süreci beklediğini haber veriyor. Bunun bedelini ödeyecek olanlar ise Lübnanlılar.