Cemil Matar
Mısırlı düşünür ve yazar
TT

Seçim yılı

Şahsi işlerim üzerindeki baskılar artabilir veya azalabilir, koşullarım kötüleşebilir ya da iyileşebilir. Ülkemin meseleleri üzerindeki baskılar da artabilir veya azalabilir, vatani şartlar iyileşebilir veya daha da kötüleşebilir. Ağır ve sıkıcı bir yıldan kaçan göstergeler son saatlerine ulaştı. Doğrusu bu son saatler, beklenmedik ve belki de eşi görülmemiş bir acelecilikle yaklaşan yeni yıl için iyimserliği teşvik etmiyor. Pencereden ve sonuna kadar açık kapıdan bunu görebiliyorum. Yani işaretler gözümden kaçmıyor.
Yeni yılın ilk gecesine akan kalabalıklar, sanki yeni yılın bir saatini dahi boşa harcamayacakları yönünde sözleşmiş gibiler. Bense işaretlerle uğraşmaktan kendimi alıkoyamıyorum. İçimde; ayak basılmamış ıssız bir yerde çadır kurma eğilimi, işaretler de kamp kuruyor kaçtığım yerde, yorgun, karamsar, öfkeli ve gergin işaretler.
Bir yıl önce ve hatta biten on yıl boyunca geride bıraktığımı düşündüğüm işaretler peşimi bırakmıyor. Özlemlerimi ve özgürlüğümü tehdit ediyor. Evet, özel hayatımdaki işaretler ve ülkeme dair işaretler beni kaygılandırıyor. Ancak dış dünyadan gelen işaretlerse ödümü koparıyor.
Başkan Donald Trump'ın Beyaz Saray'da geçirdiği üç yıl boyunca dünyada birçok olumsuz gelişme yaşandı. Trump bu gelişmelerin bir kısmında doğrudan, bir kısmında ise dolaylı yollardan sorumluydu, ama hep sorumluydu. Bu üç yıldan yirmi küsur yıl önce bazı unsurlar bir araya gelerek ABD’nin tek kutuplu pozisyonunu sarstı, yeni dünya koşulları daha düşük profilli bir ABD ortaya çıkardı.
Trump’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından işler iyice karıştı. Trump’ın farklı bir algısı vardı ve önünde serbest hareket edebileceği bir alan buldu. Gözlemciler olarak son üç yılda uluslararası ilişkilerde bazı tuhaflıklar görmeye başladık. Artık bir şeyleri öngörmek gittikçe zorlaşıyordu.  
Değişken siyasetler, yeni tartışmalı buluşlar, çocuklarımıza ve torunlarımıza nasıl bir dünya bırakacağız diye endişelenmemizi sağladı. Sadece Arap ülkeleri için değil uluslararası siyasetin gittiği yer de bizi kaygılandırmaya başladı.
Çok da uzak olmayan bir mesafeden baktığımda, hoşuma gitmeyen bir gelecek görüyorum. Tabi bu herkesin haz etmediği bir gelecek tasavvuru değil, bana benzer insanlar bile meseleleri farklı değerlendiriyor olabilir. Nedenini bilmiyorum ama bir tuhaflık seziyorum, sıradan insanlar ve yöneticiler köklü değişiklikler yaşıyor gibi. Arkadaşlarla sohbet ortamında, bu son on yıldaki değişimleri tanımlamak ve sebeplerini yorumlamakta güçlük çekiyoruz, olanları tam kavrayamadığımızı itiraf etmeliyim.
Neoliberalizm’in okları temsili demokrasiye ve alışılagelmiş kapitalizme isabet etti ve hala kanama devam ediyor. Küreselleşme sonrası veya post-kapitalizm kavramları hususunda da ikna olmuş değiliz. Doğrusu şahsen bu ‘post’ kelimesinden nefret ediyorum. Girişi daha fazla uzatmadan sadede geleyim, bu makale içinde iki unsuru ele alacağım, bu unsurların uluslararası siyaset üzerinde, özellikle dünya liderlik zirvesine oynayan ülkelerle, orta güçteki ülkelerin siyaseti üzerinde etkileri olduğunu düşünüyorum.
Son birkaç haftadır dünya gündemi ABD seçimlerine odaklanmış durumda. Donald Trump ikinci defa seçilecek gibi duruyor. Uzak bir ihtimal olarak Demokratların adayı ya da bir başka zengin şahsiyetin seçimi kazanması mümkün. Her halükarda seçimlerden sonra ABD kamuoyunu güvenlik sorunları bekliyor olabilir. Bazı çevreler Trump’ı daha fazla kaldıramayabilir. Onu seçenler de bir başkasının başkan olmasına tahammül edemeyebilir.
Öte yandan, küçük ve büyük devletlerin, Kasım ayına kadar, Washington'daki Pennsylvania Bulvarı’nı, özellikle Beyaz Saray tarafından yayınlanan her açıklamayı yakından takip etmelerinde fayda var. Bir zamanlar ABD’de karar mekanizmasında etkin olan bir dostum şöyle demişti: “Dünya ülkelerinin yöneticilerine her zaman şu tavsiyeyi veriyordum; ABD seçim yılına girmişse, kararlarınızın, politika ve tutumlarınızın başkanın seçim kampanyasıyla çelişmemesine bakın. Beyaz Saray özellikle seçim döneminde dünyadaki gelişmeleri yakından takip eder. Başkan, ikinci dönemi kazanırsa desteğinizi unutmaz, ama seçim kampanyasına zarar vermişseniz sizi affetmez.”
Başkan Trump'ın yönetiminin ilk üç yılında, bu tavsiyenin samimiyetini ve kullanışlılığından emin oldum. Başkan Trump’un diğer ülke liderlerine yönelik tutumunu, seçim kampanyasında şahsına yönelik yaklaşımlarının belirlediği açık ve net. Dostumun tavsiyesi genel bir ABD kaidesini gözler önüne seriyor ancak Trump bu yaklaşımı öteki başkanlardan daha aleni bir şekilde açık etti. Devlet Başkanı Vladimir Putin’le ilişkilerinde olsun, Arap siyasi liderler ile Avrupalı ​​ve Yahudi liderlerle ilişkilerinde olsun, tartışmalı birçok görüşmesinde bu tutumun izlerini görmek mümkün.
Trump’ın üç yıl boyunca değişmeyen nefret kokan hareketlerini ya da sempatisini seçim kampanyası sırasında kendisine nasıl yaklaşıldığı belirliyor. Hakkını vermek lazım, seçilmeyeceği düşünüldüğü zamanlarda kendisini aşağılamayanlara karşı genel olarak vefakar bir adam. ABD’nin Latin Amerika, Afrika ve bazı Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini anlamakta zorluk çekmemizin nedeni, bu ülkelerin liderlerinin seçim kampanyası sırasında Trump’a nasıl yaklaştıklarını bilmememizden kaynaklanıyor. Görünen o ki Trump, kendisini aşağılayanları ve hafife alanları asla unutmuyor.
Öte yandan, uluslararası ilişkilerde yeni bir gerçeklikle karşı karşıyayız. Çoğumuz, son yıllarda, bazı ülkelerin dış politikalarındaki teamül değişikliğini, adeta yeni kuralların ihdas edildiğini gözlemliyoruz. Esasında Trump’ın bir rol model olarak öne çıktığı, genel olarak popülist liderlerin etik anlayışını yansıtan bu değişiklikler, başta ABD ve Avrupa’nın savunduğu ilkelerin hiçe sayılması anlamına geliyor. Uluslararası ilişkiler uzmanlarının çoğu, çoğulculuk ve ötekine saygıyı temsil eden en önemli kurumların, sağcı popülist liderler tarafından adeta felç edildiğine hemfikir.
Son dönemlerde sanayi zirvelerindeki ihtilafların derinleşmesi ve ticari savaşların ardında da uluslararası kurumların zayıflamış olması yatıyor. Tabiri caizse popülizm,  özellikle Rusya’ya karşı mücadelesinde Batı’nın birliğini tehdit ediyor. Çin de hedeflerine ulaşırsa dünya siyasetinde önemli değişikliklerin olması kaçınılmaz.
Başlamış olan seçim yılında, popülizmin temsili demokrasi ve sivil toplum aleyhine aşama kaydettiğine şahit olacağız. Önümüzdeki 10 ay içinde, uyduruk kuralları ve tuhaf ilkeleri olan yeni bir dünya düzeni kurulacak. Uluslararası sivil kurumların etkisi azalacak ve tuhaf silahlarla donatılmış askeri güçler, dünya siyasetinde daha da etkin hale gelecek.