Remzi İzzeddin Remzi
Mısırlı büyükelçi ve BM eski yetkilisi
TT

AB'nin Ortadoğu'daki rolü önündeki zorluklar

Teorikte olsa, Ortadoğu'nun Avrupa'ya coğrafi yakınlığı iki bölge ülkeleri için çeşitli alanlarda ortak bir ilgi yaratmaktadır. Dolayısıyla Avrupa Birliği'nin (AB) Ortadoğu ülkelerinin sorunlarının üstesinden gelinmesinde, önemli bir rol oynamaya ilgi göstermesi beklenir. Bölgede uzun süredir, kalkınma ve ilerleme süreçlerini sekteye uğratan krizler yaşanıyor.
Geçtiğimiz Aralık ayı başında yeni bir liderliğin ortaya çıkmasıyla birlikte Avrupa'nın, özellikle Ortadoğu olmak üzere dünya sahnesinde daha aktif bir rol oynamaya artan bir ilgisinin olduğu yönünde işaretler var. ABD dış politikasına hâkim olan ve bir süre daha devam edeceği öngörülen belirsizlikler nedeniyle AB’nin bölgeye yönelik muhtemel tutumu daha da önem kazanıyor.
Avrupa Birliği’nin, başta Suriye, Libya ve İran olmak üzere bölgedeki çeşitli krizlerin çözümünde aktif rol alması yönünde bir umut ışığı doğmuş durumda. Filistin-İsrail çatışması konusunda ise AB’nin meseleyi, tamamıyla Washington'a bıraktığı anlaşılıyor. ABD’nin "Yüzyılın Anlaşması" olarak bilinen uzlaşma girişimini bir çıkmaza ulaşana kadar sürdürmesi bekleniyor.  
Avrupa Birliği maalesef geçtiğimiz dönemde, bölgedeki güvenlik ve istikrarın sağlanması konusunda stratejik çıkarlarına odaklanmak yerine, (iç sorunları nedeniyle) kısa vadeli yaklaşımlarla yetindi.
Washington'un tutumu nedeniyle şimdilerde risk altında olsa da, İran’la imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı bunun belki de tek istisnasıydı.  
Son yıllarda Avrupa Birliği’nin, terörizmle mücadele, enerji kaynaklarının güvenliğinin sağlanması ve mülteci akınlarını durdurmaya odaklandığı söylenebilir. Bu üç meselede de bölgesel istikrarın hayati önemini göz ardı eden Avrupalı liderler, stratejik önemi haiz olsa da kendilerinden beklenen kapsamlı çözüm önerileri sunmaya hevesli olmamıştır.
Yasa dışı göç meselesine artan ilgi dolayısıyla geçtiğimiz haftalarda, Avrupa'nın bölgede uzun vadeli çıkarlarını iyileştirebilecek tavsiye niteliğinde bir dizi rapor yayımlandı. Avrupa Dış İlişkiler Konseyi’nin raporunda, Avrupa ile Ortadoğu'daki bölgesel aktörler arasındaki önemli ekonomik ve politik ortaklıklara rağmen, AB’nin “bölgedeki büyük dönüşümler üzerinde gerekli etkiyi yapamadığı’’ vurgulanıyordu.  Raporda ayrıca, Avrupa’nın “çıkarları üzerinde güçlü bir etkisi olan birbirine bağlı bölgesel krizler dizisindeki” tutumunun belirsizliği eleştiriliyor, Birliğin uzun vadede çıkarlarını nasıl güvence altına alabileceği konusunda tavsiyelerde bulunuluyordu.
Tüm bunlara rağmen, Avrupa Birliği'nin bölgedeki istikrarsızlığın çözümü noktasında, hala etkili bir rol oynayabileceği yönünde kanaatler var. AB’nin bu ülkelerdeki krizlere müdahale edebilecek, siyasi potansiyele, finansal ve ekonomik kaynaklara sahip olduğuna inanılıyor.
Öte yandan, Uluslararası Kriz Grubu, AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in bölgedeki çatışmaları önleme çabalarına odaklanmasını önerdi.  Uluslararası Kriz Grubu’nun açıklamasında, bölgedeki 7 krizden 4’ü öncelikli olarak belirlendi. Bu ülkeler,  Sudan, Libya, İran ve Suriye’den oluşuyor. İkincil kriz listesinde ise;  Venezuela, Bolivya ve Etiyopya yer alıyor.  
Şahsen Avrupa ülkelerinin dış politika organlarında çalışan diplomatların ve uzmanların bu önemli tavsiyelere olumlu cevap vermeye çalışacağından şüphem yok. Ancak asıl merak edilen şey, Avrupalı ​​politikacıların gerekli siyasi kararları alıp alamayacağıdır. İşte bu noktada hayal kırıklığı yaşanabilir.
Bazı Avrupalı siyasi ​​seçkinlerle yaptığım görüşmelerden çıkarımım; Avrupa'nın yakın gelecekte Ortadoğu bölgesindeki anlaşmazlıkları çözme noktasında ciddi ve uygulanabilir girişimlerde bulunmayacağı yönünde. Söz konusu kanaatimin ve şüphelerimin birkaç nedeni var;
Birincisi: Avrupa, liderlik sorunu yaşıyor. Avrupa’nın liderliğini üstlenen Alman-Fransız ekseninde, geçici bir durgunluk hâkim. Alman Şansölyesi Angela Merkel'in görevi bırakması söz konusu ve Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un genel olarak Avrupa'nın karşı karşıya olduğu tehdit ve zorluklarla başa çıkmak için gerekli donanıma sahip olmadığı düşünülüyor.
İkincisi: Avrupa kurumlarının yakından ilgilenmesi gereken bir dizi kriz var. İngilizlerin ayrılmasıyla birlikte, Avrupa Birliği'nin bu yeni gerçekliğe nasıl adapte olacağı üzerinde odaklanması gerekiyor. Bir yandan da uluslararası ticaret sistemini çevreleyen tehditlerle uğraşmaları gerekiyor.
Üçüncüsü: Avrupa Birliği üyeleri arasında uluslararası konularda görüş ayrılıkları yaşanıyor. Birliğe üye ülkeler, Orta Doğu’daki sorunlara, özellikle Libya, Suriye ve İran’a yaklaşımlarında görüş farklılıkları var.
Dördüncüsü: Avrupa Birliği, özellikle askeri ve savunma konularında ABD yörüngesinden tamamen ayrılamıyor. Bu gerçeklik, hem Suriye krizi hem de İran'ın nükleer anlaşması ile ilgili olarak kendini gösteriyor. ABD’nin dış politikasındaki karışıklık nedeniyle bu sorunun bir süre daha devam etmesi kuvvetle muhtemel.
Beşincisi: Uluslararası sistemdeki dönüşüm süreci göz önüne alındığında, Avrupa kıtasının çabalarını, Rusya ve Çin'den kaynaklanan güvenlik ve ekonomik tehditlere harcadığı görülüyor. Avrupa’daki siyasi seçkinler, mevcut aşamada, siyasi sistemlerini bu ülkelerin müdahalesinden korumak için çaba sarf ediyor. Ayrıca ekonomik rekabet gücüne, yapay zekâ ve beşinci nesil teknoloji alanlarında çalışmalara yoğunlaşıyorlar.
Altıncısı: Çin’in etkileri üzerinde siyasi seçkinlerle ekonomik çevrelerin farklı bakış açıları öne çıkıyor. Siyasi elitler, Çin’in teknolojik atılımlarını ulusal güvenlikleri için bir tehdit olarak algılarken, ekonomik çevreler, rekabet güçlerini koruyabilmek için Çin ile yardımlaşmanın gerekliliğini savunuyorlar.
Yedincisi: Yukarıdaki gerekçelere ek olarak, Avrupa Birliği yöneticileri, yasadışı göç ve terörizm tehlikesi sebebiyle karar almakta güçlük çekiyorlar. Popülist milliyetçi partilerin yükselişi nedeniyle Avrupa kıtası genelinde siyasi sahne tamamen değişebilir. Yabancı karşıtlığıyla bilinen sağ partilerin yükselişinin, Avrupa’nın liberal demokratik temellerini sarsabileceği öngörülüyor.
Sonuç olarak: Avrupa'nın Ortadoğu'daki anlaşmazlıkları çözme konusunda yeni bir girişimde bulunma yeteneğini sınırlayan birçok husus var. Ancak bu, Avrupa'nın bölgedeki çatışmaların önlenmesine katkıda bulunma kapasitesi olmadığı anlamına gelmez. Avrupa Birliği, krizlerin çözümünde kendi dışındaki girişimleri de destekleyecektir. Soru şu; bu girişimleri kim yapacak? Kanaatimce Suriye, Libya ve Yemen krizinin çözümü için Ortadoğu ülkelerinin girişimleri olmalı.
Bunun başarılabilmesi içinse, Arap ülkelerinin ortak öncelikler konusunda kendi aralarında anlaşmaya varması gerekir. Böylelikle güçlü uluslararası aktörlerin desteğini almaları mümkün olabilir.