Taceddin Kutay
TT

Berlin'in gösterdiği

Avrupa sömürgeciliği içinde bir denge tesis etmek isteyen Alman şansöyle Otto von Bismarck, Belçika kralı Leopold’ün de teşviki ile 1884 yılında ünlü Kongo Konferansı'nı tertip etmişti. Konferansın amacı, Afrika üzerinde süren sömürgecilik faaliyetlerini bir dengeye oturtmak ve buradan doğacak bir çatışmaya mani olmak, ve illaki büyüyen ve birleşen Prusya'yı bu oyunun bir parçası haline getirebilmekti. Berlin'de düzenlenen konferansa Afrika'yı sömürgeleştiren güçler ve artık Avrupalı kabul edilen Rusya katıldı.Bunların yanında Amerika Birleşik Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu davet edildi. Yunanistan yine yoktu. Zaten bakmayın siz, o zamanlar doğru dürüst Yunanistan diye de bir şey yoktu; hormon vererek büyüttüler hatta kralını bile Almanya'dan gönderdiler. o şekilde zorla var ettiler Yunanistan’ı .Neyse biz dönelim konferansa, Berlin'de yer almayan ülkelerle uğraşmayalım.
Sömürgecilik sayesinde Kara kıtada cüssesinin on katı toprağı elde eden Belçika Kralı Leopold şöyle demişti “efendiler, ne diye Afrika üzerinde birbirimizle birbirimizle kavga ediyoruz?  Afrika ticaretini birlikte yapalım. Herkes kendi bölgesine sahip olsun, fakat ticareti belli kurallara bağlayıp birbirimizin önünü açalım”. Bu fikir kabul gördü. Neticede Berlin'de şansölye sarayında toplanıldı. Dört ay kadar sürdü 1884’teki konferans. Zira o zamanlar yolculuk dahil hiçbir şey kısa sürmüyordu. 
Konferans bitti, kartlar dağıtıldı, Afrika pay edildi. Amerika ve Osmanlı İmparatorluğu büyük oranda seyirci kaldılar. Hatta en hüzünlü izleyici hiç şüphesiz Osmanlı delegasyonuydu; zira bir zamanla toprağımız olan yerlerin bir kısmının Avrupalılar tarafından pay edilişini izlemek mecburiyetinde kalmışlardı. İki Dünya savaşı geçti, Berlin bombalandı, Şansölyelik sarayı yıkıldı ancak 1884'te Berlin'de toplanan konferans hala Almanların zihninde bir utanç vesikası olarak duruyor. Şu anda Şansölyelik Sarayı'nın yerinde duran bir tabela, Almanlar’ın bu konudaki utanç hissini  ortaya koyuyor. Utançtan dolayıdır ki, Almanlar bizim Berlin konferansı olarak adlandırdığımız bu konferansı Kongo Konferansı olarak anıyorlar. Doğru bir adlandırmadır, ancak kaymağını yemedikleri sömürgeciliğin tam merkezinde anılmalarını sağlayacak bir hamle olduğu için de bir taraftan bir hacalet beyanıdır. 
Yıl oldu 2020 Afrika yine karışık Afrika hala büyük devletlerin mücadele sahası. Fakat bir hakki teslim edelim; aradan geçen 150 yıl hiçbir şeyi değiştirmemiş değil. Mücadele sahalarına Ortadoğu ve Latin Amerika'yı da eklemeyi başardılar. Değişen şeylerden biri de aktörler oldu. Çin gibi aktörler artık Afrika’da cirit atıyor. Bir de aktörlerin yanında oyuncak olarak kullandıkları, ancak kendilerini aktör zanneden aktörümsüler var. Örneğin Birleşik Arap Emirlikleri. Dünya gündemine genellikle çölün ortasına inşaa ettikleri lüks yapılarla yahut Londra’da katıldıkları seks partilerinde aşırı dozda uyuşturucudan ölen prensleri ile gelmesine alışık olduğumuz köksüz bir hedonizm merkezi, kendisini ciddi ciddi uluslararası oyun kurucu zannetmeye başladı. Olmadığını yakında öğrenir; zira paranın gücü hele o düzeyde her şeye yetmez. Ancak olan yine Somali’nin, Libya’nın garibanlarına olur. Adrenalin düşkünü bir prensin, melabegahı zannettiği ülkelerinde tedhişi sürekli beslemesinin acılarını onlar çeker.
Libya sorununa bir çözüm bulmak üzere yine Berlin’de bir konferans düzenlendi. Tertip eden yine Alman şansölyesi. Katılanlar yine irili ufaklı dünya ülkeleri. Dışarıda kalan yine Yunanistan.
Yine bir Afrika ülkesi masaya yatırılmış durumda, geleceğinin ne olacağı ile ilgili kararı kendisini büyük kabul eden devletler verecek. Ancak bu defa masada göstermelik de olsa bu ülkenin meşru hükümeti de bulunuyor. Buna mukabil karşısında dış güçler tarafından semirtilmiş olan isyancı karşıtı da var. Aslında herkes ne olup bittiğinin farkında. Berlin’de kimsenin Libya'da huzuru aradığı, altı buçuk milyon insanın yaşadığı bu ülkeye barışı getirmeyi amaçladığı falan yok. Denklemin iki ucu var. Bunlardan biri doğal kaynak zengini Libya'nın doğal kaynaklarının nereye akacağı ve buradan kaldırılacak büyük parsayı kimin kaldıracağı sorusu. Diğer tarafta ise uzun süredir üzerinde fillerin ve devlerin tepiştiği Doğu Akdeniz sorunu yer alıyor. Hal böyle olunca meselenin tarafları, çıkarları sorununu bir masa üzerinde çözmeye karar verdiler ve koca Libya'yı masa haline getirdiler. Aynı Yüz elli yıl önce Kongo’yu masa haline getirdikleri gibi...
Libya masasında da Suriye masasındakine benzer bir tablo ile karşılaştık. Bütün dünyanın kabul edebileceği en tutarlı pozisyonu savunan yine Türkiye idi. Gelin görün ki bu mantıklı ve tutarlı tezler yine eski zaman kolonyalistlerinin çıkarlarıyla örtüşmüyor. Zira Türkiye, Libya'da bir meşru hükümet olduğunu, buna karşı ayaklanan isyancılar bulunduğunu, bunların ise çeşitli uluslararası çıkarlar gözetilerek yabancı güçler tarafından finanse edildiklerini ve donatıldıklarını, Libya' da acil bir ateşkese ihtiyaç duyulduğunu savunuyor. Yani Türkiye barış için ve barıştan yana konuşuyor. Buna açıkca itiraz etmek ve karşı gelmek ne kadar manipülatif olursanız olun başarabileceğiniz bir şey değil. Zira çatışmayı değil barışı savunan bir dil ile uluslararası toplumun karşısına çıkmış durumdadır Türkiye. Libya’da akan kan dursun demektedir. Türkiye, isyancıların meşru hükümeti tanımaları gerektiğini; Fransa, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır başta olmak üzere Hafter’in arkasında olanların ise buna yanaşmadıkıllarını ortaya koyuyor. Libya'ya yönelik halihazırda yürürlükte olan silah ambargosuna uymayanların başında Fransa geliyor. Hal böyle olunca bilindik argümanlar devreye sokulamıyor, islamcıların akıttığı kan ve bunların arkasındaki Erdoğan resmi vitrine konulamıyor. PKK muhibbi Alman vekil Sevim Dağdelen Alman televizyonunda bu argümanları kullanmayı denedi. Kendisini rezil etti. Zira mevcut tablo bu saçma argümanların kullanımına alan açmıyor.
En haklı ve mantıklı olanın Türkiye’nin tezleri olduğuna şüphe yok. Peki Libya denkleminde en güçlü olan kim? Hiç şüphesiz yine Türkiye. Kabileler arasındaki denge üzerine kurulmuş altı milyonluk bir ülkenin altıda biri ile direkt-indirekt akrabalık bağı olan, kabileler üzerinde herkesten ziyade etki sahibi olan, meşru hükumetin daveti ile askerlerini Libya’ya çıkartan Türkiye, Libya hakkında söylenecek sözlerin tamamından fazla söz söylemeye mezun bir ülke. Bunu, Berlin Konferansı sürecinde de test ettik. Türkiye, konferans sürecini oldukça başarılı şekilde yöneterek Doğu Akdeniz sorununun çözümüne yönelik adımların nasıl atılacağını da ortaya koymuş oldu. Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs, Yunanistan arasında kurulan dörtlü paktın, Türkiye’nin rağmına bir hükmü olmayacağının sağlamasını yapmış olduk.
Şimdi yepyeni bir süreç başlamış durumda. Çözümü paradan ziyade askeri potansiyelin belirleyeceği bir süreç bu. Zira uluslararası toplum denilen şeyin ancak belli çıkarların savunuculuğuna hizmet ettiğini artık bilmeyen kalmadı. Yeni güç dengeleri sahneye çıkıyor. Türkiye bu dengelerin tam merkezinde güçlü bir aktör olarak yerini alıyor. Bir de Yunanistan var. Uzo, sirtaki, ahtapot, kalamar. Hayırlı işler.