Bu hafta birçok tarafın hayali gerçekleşti. 2020 yılının ilk ayının son gününde İngiltere Başbakanı Boris Johnson, İngilizlerin kimliklerini geri aldıklarını açıkladı. Yüzyıllar boyunca güneşin batmadığı toprakların ve halkların onun yasalarına ve kurallarına boyun eğdiği İngiliz tacının tarihi boyunca, İngilizler ilk kez 47 yıl önce böyle bir deneyim yaşayarak kimliklerini Avrupalılara emenat etmişlerdi.
Gerçekçiliği; yaşamının metodu ve davranışlarının koordinatörü olarak kucaklayan İngiltere, gerçekçi nedenlerle yaklaşık 30 yıl önce kimliğinden vageçmeye karar vermişti. Bugün yine gerçekçi olan başka nedenlerle pişman olduğunu açıklayıp Avrupa kimliğinden vazgeçerek İngiliz kimliğini geri alıyor. Bu, milyonlarca İngiliz için gerçekten de görkemli bir gün, “ulusal yenilenme” günüdür.
İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden ayrılmasını alkışlayanlar yalnızca İngilizler değildi. Avrupa içinden ve dışından bunu memnuniyetle karşılayıp alkışlayan taraflar oldu. Bunun nedeni, ya bu ayrılığı gerçekleştirmek için harcadıkları çabaların ve planların başarı ile taçlanması ya da ayrılığın hadisenin önemine layık bir şekilde gerçekleşmesi veya bunun AB üyesi diğer ülkelere de kimliklerini geri kazanmaları ve birlikten çıkmaları için bir saik oluşturması umududur. ABD’li yetkililer ve özellikle AB’ye duyduğu nefreti hiçbir zaman gizlemeyen Başkan Donald Trump bu kararı alkışladılar. Trump İngiltere’ye düzenlediği son ziyaretinde, İngiliz muhafazakar dostlarının Avrupa’dan ayrılma sürecini hızlandırmalarına verdiği desteği açıkça belirtmişti. Vaatlerde bulunmuş, ülkesinin kapsamlı ekonomik ve ticari işbirliğinin başlangıcı olarak İngiltere’de yürürlükte olan sağlık hizmetleri sisteminin geliştirilmesine katkıda bulunma niyetinde olduğu imasında bulunmuştı.
Öte yandan, İngiltere’nin bu kararını alkışlayanların başında Rusya’nın yer alması da doğaldı. Tarihi boyunca Rusya hiçbir zaman, birleşik bir Avrupa’yı desteklememiş ve buna önem vermemişti. Bu yüzden elbette İngiltere’nin AB’ye katılımından memnun olmamıştı. Ruslar, İngiltere’nin Batı’nın lideri olarak ABD’ye sadık olduğunu, ABD’yi bu rolü üstlenmeye ikna etmek için büyük çabalar harcadığını, İkinci Dünya Savaşı öncesinde çeşitli baskılarda bulunduğunu biliyorlar. Diğer bir deyişle, belirli bir aşamada ve Batı Almanya’nın başkenti Bonn ve ABD’nin başkenti Washington gibi bilindik yerlerde, İngiltere’nin Avrupa içindeki varlığı, ABD-Avrupa birleşmesini vurgulayan faktörlerin en önemlilerinden biri olarak görülüyordu. O dönemde, İngiltere’nin Atlantik ilişkisinde oynadığı “birleştirici” rolü olmasa, Soğuk Savaş döneminde Avrupa’da safları birleştiren kararlılık ve azmin üretilmeyeceğine dair bir inanç egemen olmuştu. İngiltere’nin Avrupa Birliği’ne katılmasının belki de son üç yılda zorluklarını ve komplikasyonlarını yaşadığımız çıkışı kadar zor gerçekleştiğini hatırlıyorum. O zaman, Avrupa’ya katılım çabaları, dönemi yaşayanlar ya da son yüzyıllarda Avrupa’nın diplomatik ve askeri tarihini okuyanlar dışında boyutlarını ve kapsamını kimsenin takdir edemeyeceği şüpheler ortasında ilerlemişti.
İngiltere gerçekte veya Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yüzyıllar boyunca bir gün bile Avrupalı bir taraf olmamıştı. Aksine, çoğunlukla birbirleriyle çatışan Avrupalı güçleri üzerinde her zaman yüksek ve dengeleyici bir güç olmuştu. Bu nedenle o dönemde General De Gaulle kısmen de olsa İngiltere’nin Avrupa’ya katılımına karşı katı bir tutum benimserken, ABD ise –üye olmamasına rağmen- bu konuda daha hevesli ve daha çok çaba harcayan taraf olmuştu.
***
Avrupa Birliği’nden çıkışının tamamlanmasının ardından İngiltere kime dönüyor? Washington’dan çıkan bir sinyali, araştırma merkezleri ve beyin fırtınası yapan gruplardan gelen başka sinyaller destekliyor. Bu sinyaller girmekte olduğumuz dünyanın iki kutubun liderliği altında yaşayacağı ve üçüncü bir kutubun olmayacağı intibaını bırakıyor. Söz konusu kutuplar: ABD ile Çin’dir.
Sinyaller, Rusya’nın, girmeye hazırlandığımız bu yeni dünya sisteminde bir liderlik rolüne sahip olmak konusunda umutlu olmaması gerektiğine dikkat çekmek için neredeyse hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Aynı şekilde, Avrupa ya da herhengi bir kıtada bir blok ya da grubun böyle bir role sahip olmayacağını her fırsatta gösteriyor. Evet, Hindistan’ın hak ettiği bir rol var ancak ABD’nin önderlik edeceği Hint-Pasifik ittifakı çerçevesinde seçkin bir üye olarak. Bu da Hindistan’ın Çin’in Güney Asya denizlerinde genişleme emellerinden kendisini korumak ya da bizzat kendisi diğerlerinin hesabına sınırlarını genişletmek istemesi durumunda geçerlidir.
Orta büyüklüğe ve askeri güce sahip azımsanmayacak kadar devletin, doğrudan kendisini çevreleyen bölgelerde yarı kolonyal bir rekabet sahasına girdiği ve bazılarının daha da uzak bölgelere uzandığı gizli değildir. Bununla İran, Türkiye, İsrail, Hindistan, Arap ülkelerini ve bu alanda şansını deneyen bazı Afrika ülkelerini kastediyorum. Herhalükarda, Çin ile deneyimi ve kıdemliliğiyle daha imtiyazlı olacağı ikili bir kutup oluşturmaya çalışan ABD’nin, Hindistan, Rusya, İran ya da genişlemeci herhangi bir güce, farklı adlar altında bölgesel bloklar oluşturmaya olanak tanıyacağını zannetmiyorum. Sözgelimi Rusya-Çin perspektifine dayanan bir Avrasya hayali de buna örnektir. Nitekim Çin’in sabırla, büyük ve bol yatırımlarla, teknik ilerleme ile dokuduğu alt yapı ağının sağladığı ilerleme, Putin’in kendisinden yararlanmak isteyen çelikten azmi sayesinde bu hayal şimdi mümkün gibi görünse de aslında erişilmezdir.
İngiltere milliyetçi ve popülist hareketlerin yükseldiği bir dönemde Avrupa’dan ayrıldı. Kendisinin de bu hareketlerden ve Trump’ın bu hareketlere verdiği destekten yararlandığına şüphe yok. İngiltere’yi modern çağları boyunca daha önce kendisi ile savaştığı milliyetçi Avrupalı güçler ve örgütler ile aynı safta görmek doğrusu çok tuhaf. Öte yandan, Afrika ve Ortadoğu’nun zenginliklerine yönelik yeni saldırıda İngiltere’nin temel aktörlerden biri olarak geri dönmeye hazırlandığını da düşünüyoruz. Bu saldırı, başka herhangi bir faktörden önce Avrupa’nın birliğinin yapısında daha fazla çatlaklara neden olabilir. Üçüncü olarak, İngiltere ABD ve Avustralya ile söz verdikleri gibi hemen serbest ticaret anlaşmalarına varmayı umuyor. Bunun yanında, mümkün olduğunca Avrupa pazarları ve iş dünyasındaki yerini korumayı da umuyor.
Brexit’in gerçekleştiği gece İngilizler, tam anlamıyla 47 yıl önce kendisinden vazgeçtikleri kimlik gibi olmayan bir kimlik için Avrupa kimliğinden vazgeçmelerini aşırı bir coşku ile kutladılar. Şimdi İngilizler kuşkusuz kendilerini AB’den çıkmaya her şeyden çok teşvik eden faktör olan Afro- Asya- Anglo-Sakson bileşik kimlikleri için Avrupa’yı ve kimliğini terk ediyorlar.
TT
İngiltere AB'den neden ayrıldı?
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة