Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan’da ekonomik ve siyasi korona

Fransa Dışişleri Bakanı haftalar önce siyasi ve ekonomik krizleri içinde çalkalanmaya devam Lübnan için ölüm ilanı olabilecek bir açıklama yapmıştı. Lübnan, yetkililerin ülkedeki her şehri kapsayan ve Lübnanlıların bulunduğu 26 ülkeye ulaşan devrimin patlak vermesini, bir bardak suda koparılan fırtına ya da geçici bir krizmiş gibi ele almalarının ışığında halihazırda en kötü siyasi ve ekonomik krizini yaşıyor.
Sünnilerin, asgari düzeyde de olsa desteğine sahip olmayan - Lübnan Müftüsü Şeyh Abdullatif Deryan’ı hala ziyaret etmemiş olması bunun kanıtıdır- Hassan Diyab başkanlığında tek renkli hükümetin kurulmasından sonra Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Yves Le Drian şu açıklamayı yapmıştı: “Yeni hükümet, Lübnan'ın varlığını korumak adına gerekli reform önlemlerini alabilmek için tüm imkânlarını seferber etmelidir. Çünkü durum bu kadar zordur.” Bu sözlerin anlamı basitçe, Lübnan’ın varlığının tehlikede olduğu, nihai çöküş riskini aşabilmesi için gerçek, köklü ve sorumlu reformlara ihtiyaç duyduğudur.
Lübnanlıların her zaman sordukları sıkıntılı soru şudur: Eğer kararlar, yıllardır birbirini takip eden ve Lübnan’ın varlığını gerçekten tehdit etmeye başlayan bu ciddi krizi üreten malum siyasi çevre tarafından alınacaksa bu reformları kim gerçekleştirecek? Diğer bir deyişle, hastalık nasıl aynı zamanda deva ve ilaç olabilir? Özellikle de bu hükümetin bir “kurtarma hükümeti” olduğunu söyleyen (kuruluşundan iki hafta sonra hiçbir şeyi kurtaramayacağı aşikar olan) Hizbullah’ın rahminden çıkan, tamamen açık bir politik yönelimin üretimi bir hükümetle bu nasıl gerçekleşebilir?  
Lübnan’daki durumun gerçekliği hakkında tam bir algıya sahip ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Yakın Doğu İşleri Müsteşar Yardımcısı David Schenker iki gün önce şu sözleri söylemişti: “Lübnan ekonomisi bazılarının zannettiğinden çok daha kötü bir durumda. Sahip olduğu döviz rezervlerinin açıklanandan çok daha az olduğuna inanıyoruz.” Bu açıklama iki krizin ortasında geldi. Birincisi; mevduat sahiplerine sıkı kontroller uygulayan ve para çekme işlemlerini sınırlayan, kontrollerin daha da sıkılaşacağı söylenen bankacılık krizidir. İkincisi; Eurobond takas işlemleri çerçevesinde gelecek ayın sonunda vadesi dolan ve ödenmesi gereken 2 milyar 200 milyon Euro'luk ödeme krizidir. Asıl sorun, yolsuzluk ve hırsızlığa batmış Lübnan devletinin ödemesi gereken bu miktarın, sonunda Merkez Bankası tarafından ödenecek olmasıdır. İstifa eden hükümetin Maliye Bakanı Ali Hasan Halil’in daha önce televizyon ekranlarından açıkladığı gibi Hazine tamamen boş olup “tek bir lira” bile olmadığını açıkladı. Bu açıklama pratik olarak borcun devletin değil Lübnanlı mevduat sahiplerinin paraları ile ödeneceği anlamına gelmektedir.
Schenker bu açıklamayı Tel Aviv’den yaptığı için hemen birçokları sözlerini, Yüzyılın Anlaşması’nda geçen Filistinlilerin bulundukları ülkelerde yerleştirilmesi konusuna bağladı. Ancak bu anlaşma bir yana Lübnan’da finansal durum tam anlamıyla öldürücü bir krizden muzdariptir. ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo da iki hafta önce şöyle konuşmuştu: “Gelecek haftalarda Lübnan korkunç bir mali kriz ile karşı karşıya kalacak!”
Bütün bunlar yeni değil ve Lübnan’ı başarısız devletler listesine girmekle tehdit eden çökmüş olan durumun gerçeklerine yeni bir şey eklemiyor. Beyrut’taki yetkililer de bunu açıkça itiraf ediyor. Yolsuzluk ve yağmaya karşı patlak veren devrimden sonra istifa eden hükümet, durumun felakete doğru gittiğini açıkça itiraf etmişti. Son üç ayda devlet gelirleri % 40 oranında azaldı. Korkunç rakamlar gün yüzüne çıktı. Çiftlikmiş gibi birilerinin kazanması için çalışan devletin, kamu borcunun yanı sıra 300 binden fazla memur, emekli ve ücretli çalışana ödediği aylıklar ile yetkililere verilen tahsisatların bedeli gelirlerin % 106’sını oluşturuyor. Bu da, elektrik, sağlık, sanayi, ithalat ve gıda gibi tüm sektörlere, devletin Merkez Bankası’ndan yani halkın malından temin edilmesini talep ettiği büyük miktarlardan tek bir dolar bile düşmeyecek demektir.
İflas davulunu çalan bir hükümet sahneden ayrılırken felaketin giriş bölümünü çalan yeni bir hükümet sahneye girdi. Bu yeni hükümetin Başbakanı Hassan Diyab, “ekonomik bir felaket ile karşı karşıya bulunuyoruz” sözlerini sarfetmekten kaçınmadı. Maliye Bakanı Gazi Vezni, “Durum bu şekilde devam ederse çöküşe doğru ilerliyoruz demektir” diye konuşmakta tereddüt etmedi.
Oysa, olması gereken Lübnanlıların bu cenaze konuşmalarını duymaları değil. Olması gereken, Diyab’ın Bakanlar Kurulu bildirgesinde hükümetinin bu felaket ile yüzleşmek için ne yapacağını, Gazi ve diğer bakanların bu felakete sürüklenişi durdurmak için nasıl davranacaklarını açıklamalarıdır.
Bakanlar Kurulu bildirisinden sızdırılanlar doğrusu insanı hüzne sevkediyor ve ağlatıyor. Örneğin şu ifadeye bakın, “Lübnan son yıllarda büyük krizler ve sorunlar yaşadı. Bunlar birikerek bizleri bugün yaşadığımız ciddi krize ulaştırdı.” Ne kadar eşsiz bir keşif. Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın “Yolsuzlukla mücadeleyi ve savaşı sürdürüyoruz” açıklaması ile aynı zamana denk gelen “Yolsuzlukla mücadelede yargının rolünün etkinleştirilmesi”nden bahseden bölümü daha da eşsiz bir keşif. Zira şu ana kadar Lübnan’da bu tür bir savaş görmedik. Sırayla kamu malını yağmalayan yozlaşmış büyük başlardan birisinden bile hesap sorulduğuna tanık olmadık.
Gerçek artık hiç kimse için gizli değil. Lübnan felaket bir ekonomik krize kitlenmiş bir ülke. Daha kötüsü, tek renkli bir hükümet ile karşılarına çıktığı için dış güçlerden gelecek herhangi bir dış yardıma da kapalı olması. Bölgesel sorunlardan uzak durduğunu söylerken kendisine düşman kampa dahil bir ülkenin suçlamalarına maruz kaldığı için Körfez ülkelerinin yardımına güvenilmemesi gerektiğine dair peş peşe mesaj ve göstergelerin gelmesi şaşırtıcı değil.
BM ya da ABD’li yetkililer veya CEDAR (Sedir) Konferansı’ına katılan bağışçı ülkeler tarafından yapılmış olsun Batılı açıklamalar da yine gizli değil hatta tamamen açıktır. Nitekim BM’nin Beyrut Temsilcisi Jan Kubis, daha önce Lübnanlı yetkililerden tekrar tekrar talep ettiği gibi çarşamba günü yine “reform, reform, reform” talep etti . ABD ve bağışçı ülkelerin yetkililerinden, Lübnan’ın yolsuzluğu ve kamu mallarına yönelik vahşi yağmayı durduracak gerçek ve ciddi bir refrom sürecine girmeden bir kuruş bile yardım alamayacağı açıklamaları geldi. Dolayısıyla Lübnan’ın yolsuzlaşan ve yolsuzluğa yol açan siyasi yükten hesap sormadan hatta hapse atarak kendisinden kurtulmadan yardım almasının mümkün olmadığı aşikârdır.
Ancak bu durum iki sebepten dolayı imkânsız görünüyor: Birincisi; kararın onların dönemlerinde yolsuzluğun arttığı ve kendisinden yararlanan grupların elinde olması. İkincisi; çok geçmeden gün yüzüne çıkan ve herhangi bir gerçek reform sürecini engelleyen mezhepçiliktir. Bu engele, 1964 yılında Cumuhurbaşkanı Şarl Helu, 1994 yılında ise Başbakan Refik Hariri takılmıştı. O dönemde Hariri’nin bana şöyle dediğini hatırlıyorum: “Her dini topluluk, yolsuzluk yapan bir ferdinden hesap sormayı kendisine yapılmış bir saygısızlık ve hakaret olarak görürken reformu nasıl gerçekleştirebiliriz?”
Mevcut duruma dönersek, Lübnan’ın ekonomik korona (corona) ve siyasi korona olmak üzere iki tür öldürücü salgın ile karşı karşıya olduğu açıktır. Birincisi, ülkeyi iflasa sürükleyecek ikincisi ise gerçek bir reform sürecine girmesini engelleyecek. Dolayısıyla yolsuzlukla mücadele hakkında duyduğumuz her şey tam anlamıyla imkansızdır. Ayrıca yağmalanan malların iade edileceğine dair sözler de bir yanılsamadan ibarettir. Çünkü malları iade edecek olanlar onları yağmalayanlar değildir.