Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

ABD ve İran: Sözlü tehditler yeterli değil eylemler gerekiyor

ABD’nin İran’a karşı ima etmeyi adet haline getirdiği şeyi “siyasi taciz”den ibaret sayarsak bunun, İran liderliğinin tüm hesaplarını yeniden gözden geçirmesi gerektiğini anlaması için yeterli olduğu kesindir. Bu bölgenin gerçekliğinin aynı kalmayacağını ve bazı Arap ülkelerindeki bölgesel genişlemesinin er geç yok olmaya mahkum olduğunu dikkate alması gerektiğini idrak etmesi için kuşkusuz yeterlidir. Son seçimlerden sonra üst düzey İranlı yetkililerin en radikallerinin bile birçok tehlikeli değişimi beklemeleri gerektiğini keşfettiklerini kavraması için yeterlidir.
Bu kişiler, söz konusu “gösteriye benzer” seçimlerin düzenlenmesine kendilerini kaptırmışken muhtemelen ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun açıklamalarına da kulak vermişlerdir. Pompeo, ülkesinin İran’a baskı politikasına bağlı olduğunu, bu baskının devam edeceğini, ekonomik meseleler ile sınırlı kalmayacağını, diplomatik izolasyon da olacağını ifade etmişti.
ABD’nin bu konuda oldukça kararlı ve ciddi bir tutum benimsediği, bu konuda birçok değişkenin gerçekleşmesinin beklendiği aşikardır. Mollalar rejimi ise geçmişte olduğu gibi hala “takiyye” politikasını benimsiyor. Gizlediklerinden farklı şeyler söylüyor. ABD ve diğerleri daha önce de bu rejimin birçok manevra ve oyununa kanmıştı. Bilindiği gibi George Bush döneminde Washington, Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra 2003 yılında Irak’ın doğu sınırlarını aralıksız insan dalgaları şeklinde akan İran seline açarak en büyük politik ahmaklığı işlemişti. Bunun sonucunda, bugün mevcut olan durum, Sünnilerden önce Şii Iraklıların ceremesini çektiği siyasi “demografik” dengesizlik ortaya çıktı.
Bugünkü İran’ın dünkü İran’dan farklı olduğunun kanıtı, açıklanan sonuçlarına göre en radikal ve kibirli olanların kazandığı son seçim tiyatrosudur. Bunun içeride daha fazla çatışma şeklinde sonuçlanacağına şüphe yoktur. Çünkü en ön sırada yer alan liderler arasında bile tüm bu yaşananlara artık tahammül edemeyenler, ekonomik, siyasi ve aynı zamanda sosyal alanda kapsamlı bir çöküşü bekleyenler var.
Elbette, Tahran’da en radikallerin bile takiyyeye başvurarak ABD’nin şartlarını göstermelik bir şekilde kabul etme yoluna gitmelerinin olası olduğunu düşünenler de var. İranlıların bu konuda uzman oldukları geçmişte birçok kez kanıtlandı. Ayetullah Humeyni döneminde, öncesinde ve sonrasında bu, birçok kez yaşandı.
Buradaki sorun, ABD Dışişleri Bakanı’nın bu konuda gösterdiği tüm bu kararlılığa rağmen Başkan Donald Trump’ın siyasi tutumlarını sık sık değiştirmekle ünlü olmasıdır. Trump’ın bu konuda katı olmasına rağmen birçok kez İran’a açılmaya hazır olduğunu açıklamasıdır. İdaresinin bazı sembol isimlerinin, Ortadoğu denkleminde geçmişte olduğu gibi hala önemli bir rakam saydıkları bu ülkeye bu tür bir açılımın zorunlu olduğunu ve Rusya’nın tekeline bırakılmaması gerektiğini düşünüyor olmalarıdır. Nitekim Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, eski Rus çarlarının ve mütevazi bir şekilde olsa da ülkelerinin nüfuzunu Suriye, Mısır, Güney Yemen, Libya ve Cezayir gibi bölgedeki birçok ülkeye yayan komünist Sovyetler Birliği’nin büyük liderlerinin emellerinden bazılarını gerçekleştirebildi.
Buradaki asıl mesele, ABD’lilerin hesaplarının şu ana kadar Arapların hesaplarından farklı olmasıdır. Arap ülkeleri, İran nüfuzunun bu Arap bölgesindeki genişlemesinin en az İsrail tehlikesi kadar gerçek bir tehlike oluşturduğuna inanıyorlar. Ayrıca İran’ın bu bölgede şimdiye kadar sürdürdüğü faaliyetlerinin, Kum, Tahran ve Meşhed Mollalarının, Pers ve Safevi dönemlerinin ihtişamını geri getirmeye çalıştıklarını teyit ettiğini düşünüyorlar.
İster dini ister askeri olsun İranlı liderler, ABD’yi eski ilişkilerine dönmeye ikna etmeye çalışacaklardır. Daha önce de belirttiğimiz gibi ABD, 2003 yılında Irak’ın sınırlarını İran’a açmıştı. Bu tarihten sonra Irak, Sünni ve Şii olsun tüm halkına yasak olan ve İran’a bağlı bir “manda” devletine dönüşmüştü. Ülkenin yönetimi bugün gördüğümüz mezhepçi “oluşumlar”ın eline geçmişti. Bu oluşumların arkasında duranların ve onları yönetenlerin “Farisiler” olduklarına ve bunların gerçekte Şii mezhebi ile hiçbir ilgisi olmadığa şüphe yok.
Dolayısıyla eğer Başkan Donald Trump’ın başında olduğu mevcut ABD yönetimi, İran’a yönelik baskı politikasına bağlılık konusunda samimi ise söylemleri bırakıp eyleme geçmelidir. İran’ın Yemen’deki Husiler aracılığıyla Kızıldeniz’e ulaşma ve kuzeyine doğru ilerleme girişimlerine bir son vermelidir. Yemen’in Hudeyde şehrinden başlayıp Akdeniz kıyılarındaki Lazkiye şehrinde sona eren, bazı Körfez ülkeleri ve elbette Irak ve Suriye’den geçen Şii Hilali adı verilen projenin tamamlanmasını engellemelidir.
ABD’liler İran’a yönelik tehdit ve gözdağında samimi olduklarını göstermek istiyorlarsa Babu’l Mendeb’e ulaşmasını engellemelidirler. Yemen’deki varlığını bitirmelidirler. Katar Emirliği’nin sadece Türkler için değil birçok Arap Körfez ülkesine karşı tehditlerini sürdürmeleri için İranlılar için de gelişmiş bir üs olmasına bir son vermelidirler. İran’ın Arap ülkelerine yönelik bu tehditleri açıkça dile getirilmekte, bilinmekte ve sürekli tekrarlanmaktadır.
İranlılar Yemen’in bir bölümünü işgal etmiş ve kendisini her gün hatta her an Babu’l Mendeb, Kızıldeniz ve başta Suudi Arabistan olmak üzere tüm Körfez ülkelerini tehdit eden bir İran askeri üssüne dönüştürmüşken ABD’nin İran’a yönelik baskı politikasına bağlı olduğuna nasıl inanabiliriz?
İranlılar askeri, siyasi, güvenlik ve ekonomik olarak Irak’ın tamamını, Suriye ve Lübnan’ın  büyük bir bölümünü kontrol ederken, Hamas, Müslüman Kardeşler ve uluslararası örgütü ile ittifakı sayesinde artık Gazze Şeridi’ni de kontrol etmeye başlamışken  ABD’nin baskı politikasına bağlı olduğuna nasıl inanabiliriz? Libya’nın başkenti Trablus’u kontrol eden (Müslüman Kardeşlere bağlı) Fayez es-Serrac grubunun arkasında İran’ın durduğu bilinirken buna nasıl inanabiliriz?
ABD’nin uzaktan kaynatıp köpürtmek, Washington’un İran’a baskı politikasına bağlılığından bahsetmekle yetindiği aşikardır. Buna karşılık İranlılar, bu stratejik bölgede istedikleri gibi hareket ediyorlar. Fiili olarak Irak’ın tamamını, Suriye ve Lübnan’ın ise büyük bir bölümünü kontrol ediyorlar. Müslüman Kardeşler aracılığıyla Libya ve Tunus’a kadar ulaşmış bulunuyorlar. Nitekim bugün gördüğümüz gibi Raşid Gannuşi liderliğindeki Müslüman Kardeşler, Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said ve Tunus siyasi sürecine engeller çıkarıp duruyorlar.
Bu yüzden, İran’a baskının Irak, Suriye, Lübnan, Yemen, Gazze’deki tüm varlığının sona erdirilmesini gerektirdiğini anlamaları için bütün bunlar, dost ve müttefik ABD’lilerin önüne konulmalıdır. Bunun yanında, Katar’ın da üç öküz hikayesinde siyah öküzün “beyaz öküzün öldürüldüğü gün ben de öldüm” sözünü hatırlayıp, sıranın kaçınılmaz olarak bir gün kendisine geleceğini ve hedef tahtasında olduğunu bilmesi gerekir.
Son olarak, çiviyi ancak çivinin sökebileceğinin, ABD’nin Hamaney İranına uygulamayı sürdürdüğü tüm bu yaptırımların kendisini bölgeye nüfuz etme girişimlerini sürdürmekten caydıramadığının üzerinde durulmalıdır. Dolayısıyla yapılması gereken en azından son dönemde gelecek vaat eden üniter bir formül üzerinde anlaşmış olan İran muhalefet güçlerinin gerçek bir biçimde desteklenmesidir.