İyad Ebu Şakra
Siyasi analist, tarih araştırmacısı
TT

​Korona ve insana yatırım yapma zorluğu

Bir dostum, ABD’li teknoloji devi Microsoft’un kurucusu ve düne kadar başkanı olan Bill Gates’in birkaç yıl önce çekilmiş bir videosunu gönderdi. Gates bu videoda, yakın bir gelecekte dünyayı tehdit eden üçüncü dünya savaşının askeri ve nükleer bir savaştan çok insanlığı felce uğratacak ve ne yapacağını bilemez hale getirecek bir virüs saldırısıyla gerçekleşeceğini söylüyor.
Gates bir politikacı değil ve bence bunları söylerken aklında bir komplo teorisi de yoktu. Aksine kendisi, teknolojik gelişmeleri deneyimleyen, siyasi baskı blokları ve güç tüccarları ile bir arada bulunan, onların önceliklerini bilen öngörülü bir insandır. Deneyimlerinden yola çıkarak, hırs, kibir, sosyal empati eksikliğinin özellikle büyük ülkelerde politikacıları siyasi stratejilerinde yanlış öncelikler benimsemeye sevk ettiğini farkına varmış birisidir. Gerçekten de bilhassa Sovyetler Birliği’nin yıkılmasından – kendisine eşlik eden ve sadece Avrupa’daki solcu güçlerde değil her yerde görülen gerilemeden- sonra siyah ve beyaza dair basit kanaatler oluştu. Bu kanaatlerin özeti;  kamu yararı ile ilgili her şeye inanma ve sosyal güvenlik ağlarını güvence altına alacak devlet müdahalesini kabul etmenin Sovyetler Birliği’nin yenilmesi ile yenildiği, iflas ettiği ve sona erdiğidir.
Gerçekten de Avrupa ve dünyanın o tarihsel döneminde, eşimin üniversitedeki öğretmenin Londra’daki evinde öğrencileri için düzenlediği bir partide genç bir İtalyan akademisyen ile tanışmıştım. Elbette futbol ile başladığımız ve sonrasında siyasete kaydığımız sohbetimiz sırasında acı ve samimiyetle bana, kendisinin bir solcu olduğunu ama halihazırda bir düşünsel boşluk ve hatalı bir ideolojiye güvenmenin keder ve üzüntüsünü yaşadığını söyledi.
O zaman ona, “Neden hatalı diyorsunuz?” diye sordum. Bana,”Sovyetler Birliği’nin çöküşünün, sosyalist düşüncenin çöküşü için yeterli bir kanıt olduğuna inanmıyor musunuz?” karşılığını verdi. Kendisi ile bir tartışmaya girerek, “Ne sosyalizm Moskova’nın tekelinde, ne demokrasi Washington’un tekelinde ne de iman ve inanç Vatikan’ın tekelindedir” dedim ve sonra şöyle devam ettim:” İsveç, İsviçre ve Finlandiya gibi demokrasiler başarılı sosyalist ülkelerdir. Üçüncü dünyadaki birçok diktatörlük ise başarısızdır. Dahası katı ve donuk bir siyasal düşünce yoktur. Ülkeniz İtalya’da komünist lider Enrico Berlinguer, Rus-Sovyet modelini ilk kınayan ve Sovyetler Birliği modelinin Rusya için uygun olabileceğini ama bunun mutlaka diğer ülkeler için de uygun olduğu anlamına gelmediğini anladığı için “tarihi pazarlık” çağrısında bulunan ilk kişiydi. Aynı şey güvenlik ağı olmayan yoksul ülkelerde kapitalizm için de geçerlidir. Eğer avukatı yozlaşmış ya da akılsız ise en haklı davaların bile kaybedebileceğini unutmamalısınız.”
Genç akademisyen tepkisini, garip bir rahatlama ile gösterip masum bir soru ile dile getirdi:  “O halde siz her şeyin sona erdiğini düşünmüyorsunuz?” Onu, “Kesinlikle hayır. İnsanlar yaşadıkça, ihtiyaç duydukça, arzuladıkça ve düşündükçe fikirler ve öncelikler arasındaki çatışma, farklı formlarda, çeşitli argümanlar ve ilgi alanları ile devam edecektir” diye yanıtladım.
Kovid-19 (korona) salgının yayılmasının etkisi altında İtalya, İspanya ve ABD gibi aşırı önlemlere başvurup sınırları kapatmak ya da İngiltere’de olduğu gibi kasıtlı olarak bunu ertelemek gibi dünya ülkelerinin gösterdiği farklı tepkileri takip ederken 1990 yılındaki bu konuşma aklımdan geçti.
Eski İtalya başbakanı Matteo Renzi’nin özellikle Almanlara, Fransızlara ve İngilizlere İtalya’dan ders almaları gerektiği ve İtalyanlar gibi salgını küçümseme hatasına düşmemeleri çağrısını yapması oldukça ilginçti. Renzi ayrıca ne tedavisi ne de aşısı bulunan bilinmeyen bir virüs ile mücadelenin, normal yaşam tarzı sürdürülerek amacına ulaşmasının önüne geçilmesi gereken görünür terör ile mücadeleden farklı olduğunu da belirtti. ABD’de bile enfeksiyona yakalananların ve ölüm sayısının artması ile Başkan Donald Trump, kısa bir tereddüt ve şaşkınlık döneminden sonra olağanüstü hal ilan etmek zorunda kaldı.
Yalnızca İngiltere’de – bu satırların yazıldığı ana kadar- hükümet sınırları kapatma ve katı  tecrit önlemleri almayı reddetmeyi sürdürüyor. Bu bağlamda, hükümete bağlı uzmanlar ve sağlık danışmanları birçoklarının garipsediği gerekçeler öne sürdüler. Bunlardan bazıları şöyleydi; insanları erken bir dönemde evlerde tecrit etmek onları sıkacak ve hastalığı hafife almalarına yol açacaktır. Önlemleri ertelemek daha iyidir çünkü nüfusun çoğunluğunun enfeksiyona yakalanması nüfusun daha geniş bir bölümünün enfeksiyona karşı bağışıklık kazanma (sürü bağışıklığı) şansını artıracaktır.
İngiltere’nin köklü gazetelerinden The Guardian gazetesi dün, karar mekanizmalarına yakın ve bilgi sahibi bir kaynağa dayandırdığı haberinde sadece okulları tatil etmenin bile GSYİH’nin üç milyar sterlin gerilemesine neden olacağı bilgisine yer verdi. Bunun üzerine, Muhafazakarlar hükümetinin tek derdinin para ve iş dünyası olduğu, bunun için hepsi yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişilerden oluşan on binlerce vatandaşın canını feda etmeye hazır olduğuna dair suçlamalar yükseldi.
Geçmişteki deneyimler ve ekonominin zarar görmemesinin İngiltere hatta tüm Batılı demokrasilerde değişen derecelerde olsa da sağın her zaman öncelik verdiği bir konu olması bu suçlamaların doğruluğunu pekiştiriyor. Öte yandan; İngiltere’de özelleştirme, vergilerin düşürülmesi, altyapıya yatırım yapmaktan ve onarmaktan kaçınmak gibi kamusal alanı – ulusal sağlık hizmetleri de dahil- küçültmeyi hedefleyen sistematik politikalar ile hastanelerde yoğun bakım ünitelerin sayısındaki korkunç açığı birbirinden ayırmak da mümkün değil. Uzmanlara göre İngiltere’nin korona gibi ciddi salgın durumlarında doktor, hemşire ve gerekli resüsitasyon aletleri sayısında büyük bir açığı bulunuyor.
Bazı büyük ve gelişmiş ülkelerde her 100 bin vatandaşa düşen yatak oranına ilişkin bir istatistik sonuçları da İngilizler için endişe vericiydi. Buna göre oranlar şu şekildeydi:
ABD 34.7, Almanya 29.2, İtalya 12.5, Fransa 11.6, Güney Kore 10.6, İspanya 9.7, Japonya 7.3, İngiltere 6.6, Çin 3.6, Hindistan 2.3’tür.
Burada şuna işaret etmek gerekiyor. İlk olarak İngiltere bugün korona nedeniyle büyük bir bedel ödeyen İtalya ve İspanya’dan farklıdır. İkincisi, Çin salgının yayılmasını ancak katı bir karantina ve tecrite, açığı kapatmak için rekor bir hızda hastaneler inşa edip donatmaya dayanan radikal adımlar sayesinde önleyebildi.
Bu sırada, bir zamanlar dünya çapında sağlık güvencesi alanında öncü olan İngiltere ise, insana yatırım yapmaktan başka bir seçenek olmadığını unutan ya da unutmuş görünen siyasi-ekonomik dogmatizm sonucu gerekli ekipman ve vasıflı insan konusunda yetersiz bir hale gelmiş görünüyor. Oysa bedeli ne olursa olsun insana yatırım yapmanın ve vasıflı kişiler yetiştirmenin bir alternatifi yoktur.
İnsanlar ne sayılardan ibarettir ne de laboratuvarlardaki kobay fareleridir.