Halid Kıştini
Iraklı gazeteci - yazar
TT

Irak ve mizah

Bu gazete, yani Şarku’l Avsat, benden mizah içerikli ağır olmayan eğlenceli bir sütun yazmamı istediğinde, kabul etmiş ve başlamıştım. Zamanla okuyucular yazılarıma aşina oldu, ancak birçoğu benim, Filistinli ya da Mısırlı olduğumu düşünüyordu. Sanırım onlara göre, ‘kafamın güzel’ olması gerekiyordu. Iraklı olduğumu öğrendiklerinde bu onlar için büyük bir sürpriz oldu. Nitekim Iraklılar bile benim Mısırlı olduğumu tahmin ediyordu, tuhaf soyadım bile bu algının yıkılması hususunda yardımcı olmadı. Fakat Iraklı zeki şair Mir Basri, kimliğim henüz açığa çıkmadan şu dizeleri yazmıştı:
Kıştin iyi bir yazar kazandı
Birer ay gibi aydınlattı harfleri
İbretle geçti mevsimlerin içinden
Dalları meyve dolu bir ağaç gibiydi
Bazen doğdu bazen battı
Samar’da hoş sözler çıktı ortaya
Kutsansın zaferi ne mutlu o yazara
Öncüydü görüşleri, ayrıntılıydı betimi
Iraklılar, 1930’larda Habezboz gazetesi çıkmadan önce, mizahın tadından habersizdi. Ondan önce de 1920’lerde Mikail Teys, Kennas eş-Şevari (Sokak Çöpçüsü) diye bir dergi çıkarmıştı, Bağdat Cizvit Koleji'nden mezun olan Teys bir Süryaniydi. Kara mizah yapan bu dergi ancak birkaç sayı çıkabildi, çünkü mizahtan, yani ciddiyetsizlikten hoşlanmayan biri, hançerini çıkararak bu nahif yazara saldırdı. Mikail Teys haftalarca hastanede yatmak zorunda kaldı, işte Teys Bey’in sonu tam olarak böyle oldu. Mikail Teys 1926’da bu dergiyi çıkarırken, Mısır’da da Roz Yusuf, daha sonra tam bir ekol haline gelecek mizah dergisini çıkartmaya başlamıştı. Tabi bu sıralarda Mikail Bey, acılar içinde yaralarının iyileşmesini bekliyordu.

Irak tarihi, mizah konusunda her zaman bu kadar yoksul değildi. Abbasiler zamanında Arap-İslam medeniyetinin görkemli günlerinde, ülke mizah ve eğlence açısında çiçekli bir bahçe gibiydi. Sadece şu isimleri anmamız dahi yeterli olacaktır; Ebu Nevvas ve şiir ekolü, istihza üstadı İbn Rumi ve olay betimleme üstadı Cahız. Vasıti’nin fırçası ile resmettiği komik olayları da anmadan geçmeyelim.
Ancak Bağdat Moğol ve Tatarların yıkımına uğrayıp, kanlar içinde kaldıktan sonra, Iraklılar adeta mizaha tövbe etti. Iraklıların, ağlamak, feryat ve figan içinde dövünmek dışında yapacak pek bir şeyi yoktu.  Tüm ülke süresiz bir yas evine dönüştü. Mizah ve eğlence için bir olanak kalmadı.
Çağdaş Irak devleti, 1920'lerde ortaya çıktığında, insanların çoğu yabancı dil bilmiyordu. Dolayısıyla Batı kültüründeki, hiciv, komedi, karikatür ve tiyatro gibi öğelere de vakıf değildiler. Ne Shakespeare, ne Moliere, ne de Bernard Shaw'ı tanıyordular. Üstelik mezhepsel, etnik çatışmalar nedeniyle mizah için bir imkân da bulunmuyordu. Mikail Teys’in mizah yaptığı için ilk kurban seçilmesinde bir tuhaflık yoktu yani. Mizah uygar bir uygulamadır, uygarlık ise oluşması için uzun bir zamana ihtiyaç duyar. 1950’lerde tiyatro ve gazetecilik alanlarında bir sıçrama yaşandı, ancak darbeler ve kargaşa ortamında tekrar söndü. Şu Latin deyimini hatırlamadan edemiyoruz; ‘’Roma bir günde kurulmadı.’’