Abdulaziz Tantik
TT

​İnsan aşkın bir varlıktır…

Yaratılışı itibarıyla insan, diğer yaratılmış varlık türlerine benzememektedir. Bu dünyaya dair aidiyeti bedensel olmakla birlikte bu dünyaya dair olmayan ruhsal bir aidiyette taşımaktadır. İmtihan oluşu ve ahiret yurdunun varlığı bunu bize açıklıkla göstermektedir. Yani insan, burada yaşamaktadır. Buradaki varlığının sonucu olarak ortaya koyduğu tavır ve davranışların hesabını göreceği yere/ahirete aittir.  Bu yüzden burada olup biteni aşan bir iradeye ve düşünme yetisine haizdir.
İnsanın aşkınlığını, içinde debelenip durduğu olaylarda muhakkak bir çıkış yolu bulması ile de betimleyebiliriz. En zor şartları dahi aşacak gücü ve iradeyi ortaya koymaktan kaçınmamaktadır. En zayıf anında en güçlüyü devirecek kadar zeki, en güçlü olduğu zamanlarda da en merhametli olabilecek kadar kalbi duyarlılığı taşımaktadır. Yani dünya sınırları içinde kalmaktan rahatsız olan bir tutumu içselleştirmiş görünmektedir. Bu yüzden sürekli kendisine dayatılan sınırları aşma konusunda pek cesur görünmektedir. Bu gözü pekliğini tek - tek her insanda gözlemlemek mümkün… Toplu eylemlerde birlikte hareket etme kabiliyeti de çok fazla… Teknik olarak tabiatta var olan varlıkların birlikteliğinin ahengini tam olarak yaşayamayabilir. Ancak onları aşan bir irade ve düşünme boyutuna haiz olduğu tartışılmaz olana tekabül eder.
İnsan, sahip olduğu her duygusu ile diğer varlıkların üzerinde bir düzeye sahiptir. Şefkat, merhamet veya korkaklık fark etmez… Her alanda insan diğer varlıkları aşan bir boyuta sahip oluşunu açığa çıkartır. Ancak en önemli iki temel hasleti ile bu zirveye çıkar: İrade ve düşünme yetisi…
İrade, yapabilirlilik yetisidir. Elbette ki her varlık bir yapabilirlik yetisine sahiptir. Ancak insan dışında kalan tüm varlıklar kendilerine yüklenmiş tabiatları gereği neyi yapmaları önceden kodlanmıştır. İnsan ise bu kodlanmanın dışında davranışlar üretecek yegâne varlık türüdür. Zaten, kendisine yapılmış teklifin nedeni de budur… İrade yapabilirlik yetisi iken düşünme yetisi; kişinin, iradesini nasıl kullanacağını, karşı karşıya kaldığı durumu aşmanın imkânlarının neler olduğunu öğrenerek bunu uygulama alanına taşımaktadır. Böylece insan düşünme yetisi ile varlığı biçimlendirme ve kendisini biçimlendirerek isteğini gerçekleştirme istidadı elde eder. Ayrıca insan, isteğini gerçekleştirecek şartların oluşumunu da düşünme yetisi sayesinde düzenleyebilir. Böylece kendi isteğini gerçekleştirme, şartları oluşturma ve olgunlaştırma, muhatabı bir yöne çekme ve bunu ona istemese de yaptırma gibi özelliklere sadece insan haizdir. Bu yüzden insan çoğu kez zalim de olabilmektedir…
Her varlığın irade sahibi olmadığı bedihidir. İradenin, yaşamı belirleyen en dominant karakter olduğu tartışılmaz. Müslüman kişi, Allah’ın ‘İrade’ sahibi bir Tanrı olduğuna imanı tamdır. Bu noktada insan, Tanrı’yı taklit edebilecek olan tek varlık türüdür. “Allah’ın Ahlakı ile ahlaklanın” ilkesi pozitif anlamda bir taklit örneğidir. İnsan, elbette ki başka varlıkları da taklit edebilir. Ancak, Tanrı’yı taklit ettiği zaman kendisini gerçek anlamda bulduğunu söylemek insanın temel gerçekliği bağlamında önemlidir.
İnsan, iki türlü Tanrı’yı taklit eder. Ya yıkıcı biçimiyle taklit edilir. Ki, eski yunan mitolojisinde olduğu gibi bugün de modern kültürde de taklit, negatif biçimiyle yürütülmektedir. Dünyanın aldığı biçim ve insanlık dâhil bütün varlığı değişime uğratma çabalarının başka türlü açıklaması bulunamaz… Yıkım, insanın kendisine tevdi edilmiş emanet ve teklifi yerine getirmekten kaçınarak kendisine tevdi edilmiş aşkınlığı sağlayan yetilerini dünyaya düzen ve nizam vermeye çalıştığında başlayan bir süreçtir. Bu sürecin devamı zaten son yıkımı meydana getirecek olayların varlığını haber verir. İnsanlık tarihinde olmayacak kadar bugün insanın elinde kendisini ve dünyasını defalarca yıkacak kadar yok edici silah ve biyolojik saldırı silahları bulunmaktadır. Bu silahları caydırıcı olsun diye ürettiklerini sanmanın bir zihinsel yanılgı olacağı aşikârdır. Çünkü bir kez kullanan ikinci kez kullanmayı da gerçekleştirebilir.
Mekanik düşünce ile düşünce arasında bir fark ortaya koymalıyız. Tıpkı bilgi ile bilgiye dayalı bilinç arasındaki fark gibi… Bugünün temel tartışma konusu, yapay zeka’nın bilgiden bilince geçip geçmeyeceği meselesidir. İnsan, parolanlar içinde bilinç sahibi yegâne varlıktır. Yapay zekâ ise var olanlar içinde teknik kapasitesi en yüksek olana tekabül edebilir. Ancak yapay zeka, bir bilinç sahibi olacaksa bu aynı zamanda insan neslinin yokluğunu da içinde taşır. Çünkü bu dünya iki bilinç sahibini aynı zeminde taşıyamaz. Biri diğerini yok etmenin yollarını arayacaktır. Ama daha önemli olan bir ayrımı tekrar ortaya koyalım: mekanik zekâ, akıl yürüterek varlıklar arasındaki bağı kendi öznel yorumu içinde anlamlandırma zeminine sahip değildir. Zeka bir akıl ve akletme yetisi değildir. Bu yüzden bilgi sahibi olmak bilinç sahibi olmayı içermez. Çünkü bilinç aşkınlığı içinde barındıran ve sürekli kendi sınırlarını aşacak gücü ve iradeyi barındıran bir özelliktir. Bu sınırlar içinde çok şey yapabilirsiniz. Ancak, bu sınırların dışında neyle karşılaşacağınızı bilmeden oraya yönelemezsiniz. Bilinmeze yolculuk beraberinde güçlü bir irade ve bilinç eşliğinde yürüyebilinecek bir yoldur. Hâlbuki çok zeki insanlar, bilinçli hareket etmedikleri zaman, mevcut zemin ile sınırlı güç temerküzüne yönelmektedirler. Bütün dünyayı esir edebilir ve hükümranlık kurarsınız. Ancak bir haberci çıkar ve bambaşka bir dünyadan bahsederek senin iktidarını yerle bir eder. Bugün dinlere yönelik büyük bir öfkenin varlığı bu durumun bilinmesine bağlıdır. O yüzden her fırsatta din ve manevi olana yönelik bir saldırı ve gerilikle itham yapılmaktadır.
Sonuç hep aynı olmuştur: bütün olumsuz şartlara rağmen ve imkânsız denilen şeye rağmen o imkânsız şey gerçekleşivermiştir. Çünkü insan, kendisini aşmadan duramaz; ister geriye doğru, ister ileriye doğru… Yerinde sayan bir insan türü istenmeyen biridir.
Bu noktada insan iki temel hasleti ile aşmayı zorunlu bir yüzleşme olarak tezahür ettirir. Kurgu yapabilme yetisi ve hayal kurma becerisi… Hayal kurma, var olanın ötesine taşınmayı ve yepyeni bir durumu hayal ederek onu gerçeklik zeminine taşımayı içermektedir. Fantastik sinema ve rüya sineması olarak adlandırılan türleri buraya girer. Ancak daha önemlisi, mevcut durumun dışında farklı bir gerçekliğe dair bir düşünsel sıçramayı hayal sayesinde sağlıyor olmasıdır. Kurgu ise bu hayali rasyonel bir zeminde yaşadığımın ana tekabül ettirerek onun değişimine kapı araladığı için önemini izhar eder. İnsan bu iki temel hasleti ile düşünce zeminini aşkınlık üzerine kurar. Ve böylece yepyeni dünyalar hem keşfeder hem de kurulmasının imkânlarını oluşturur.
Kuran’ın insan vurgusu genel itibarıyla bu dünyaya dair durum ve duruşunu içerdiğini bilmeliyiz. Ayrıca insanın olumsuzlandığı her ayet ve anlatıda bilinmeli ki, insanın kendisine yüklenmiş emanetten uzak düşen hal ve hareketlere tevessül etmesiyle ilişkilidir. Ve insanın övgüye mazhar olduğu ve her yerde de kendisine tevdi edilen emanete sahip çıkışla orantılıdır. Yani insan, Kuran’ın tabiriyle buraya ait değildir, geçici bir süre burada konaklamaktadır. Asli vatanına kendisine verilen süre/mühlet bittiğinde ölerek varacaktır. İnsan için ölmek, asli vatanına varmanın gerek şartıdır.
Ölüm bu anlamı ile insanın aşkınlığını ilan eden bir olgudur. Yoksa yok olup bitişini ilan eden değil!
İnsan, kendisini gözlemlediğinde, diğer insanları gözlemlediğinde, yaşadıklarını ve yaşananları gözlemlediğinde şunu fark edecektir ki, her şartta var olmayı sürdürebilen ve zaman içinde bu şartları değişime uğratarak var olabilecek olan bir istidada sahiptir. O yüzden insan beşer olma ile insan olma süreci içinde kendi varlığının yönünü belirginleştirerek ne olacağına karar verebilendir.
Bilinç, herhangi bir şartı aşabilmenin imkânı olduğu kadar yeni şartları oluşturma becerisini de ortaya koyan bir var olma biçimidir. Bilinci insandan aldığınızda geriye robot kalır. İrade ise gerçekleştirme gücüdür. Düşünce; bilinç ile irade arasındaki bağı kurarak yeni yaşam tarzları oluşturma zeminini kuracak ve neye yönelirse ona tam olarak yönelmeyi sağlayacak psikolojik, sosyolojik ve siyasi vasatı oluşturur. Kültür ve Medeniyet kurma hamlesi de ancak düşünce zemini üzerinden bilinci devreye koyarak iradeyi harekete geçirme sayesinde oluşur. Bu insanı içinde yaşadığı şartlarla uyumlu olmayı sağladığı gibi yeni şartları oluşturma ve onlara uyumlu olmayı da sağlayabilir. Bu da insanın aşkınlığını gösteren temel bir göstergedir. Yani sürekli sınırları zorlayan ve değişime açık hale getiren şeydir insanı insan kılan…
Bu noktada ilerleme mekanik bir gelişme dinamiği yükselme ise aşkınlığı içinde taşır. Sonsuzluğa meyyal olma halinin dışa vurumudur. O yüzden insan sadece ilerlemez, yükselirse anlamlı bir iş yapmış olur. İlerleme zorunluluğu da içermekte olduğu için zaten mekanik olarak addedilir. İnsan, mekaniğe bağımlı olmayı içine sindiremez…
En temelde yaratılmış bütün varlık yok oluşla karşı karşıya kalacaktır. Kıyamet kopuşu olarak betimlenen şey buna delalet eder. Bilimsel veriler de şu ana kadar bu kopuşun gerçekleşeceğine dair beklentiyi güçlendirmektedir. Ancak insan, yeniden ayağa kalkacaktır. Zaten son/yıkım bile kıyamet/diriliş ile betimlenmektedir. Yani diriliş hep var olacaktır. Aşkınlığı tadanlar, sürekli bir dirilişle karşı karşıya olduklarının bilincinde olacaklardır. Onlar için ölüm yoktur. Çünkü onlar ölümsüzlüğü tatmaktadırlar. Bu yüzden şehitler için öldü denmez… Bunu idrak etmenin ne kadar ehemmiyetli olduğunu izah etmeye gerek yoktur.
Bir bilinç, yokluğa kendisini teslim etmez. Var olmanın yollarını arar durur. Bu yüzden insanın ölümü yenme arzusunun anlaşılır bir boyutu vardır. Çünkü o insan ve aşkınlığı yaşamak istiyor. Kendisini yanlış yoldan da olsa var kılmanın yollarını aramaktadır. Ama her iradenin üzerinde bir irade vardır. Aşkınlık tam da bu teslimiyet içinde var olan paradoksal bir durumu içermektedir. Önemli olan paradoksal durumu kavramak ve tam bir güvenle teslim olarak sonsuzluğun hazzını en derununda hissedebilmektir. İşte o zaman aşkınlığını ilan eder insan…
Son söz olarak; insanın aşkınlığı kendisine tevdi edilen emanet/hilafet karşılığı olduğudur. Kendi gücü ile elde ettiği bir şey değil! İmtihanda başarılı olduğunda kazandığı bir olgudur. Yani aşkınlığı ile yoldan sapmanın bir karşılığı yoktur, bilakis kendisini tüketmeye aday kılacaktır. O yüzden güven, teslimiyet ve emaneti taşıma aşkınlığı da içinde bulundurmaktadır. Muttakiler, muhsinler, muhlisler sonsuzluğu bu dünyada ilahi olanda tecrübe konusu edinenlerdir. Ve onlar büyük lütuflarla karşılanacaklardır. Sonsuzluğu tadarak yeni bir hayatın konusu olmaya devam edeceklerdir.