Fuad Matar
Lübnanlı gazeteci, araştırmacı yazar.
TT

​Bazı varsayımlar günah değildir

Korona her ne kadar yaşamı sonlandırma hususunda farklı yöntemleri olsa da sanki DEAŞ’ın ikiz kardeşiymiş gibi…
Tıpkı DEAŞ’ın kötücül çevrelerden doğurtulmuş olması, birden fazla ülkeye yayılması ve sonlandırılmasının zamanının belirsiz olması gibi koronavirüs de benzer bir üretim olabilir. Tramp’ın DEAŞ’a dair açıklamaları bu zannımızı güçlendiriyor. Nitekim Trump, DEAŞ’ın hareketli varlığını, başkanlık koltuğunu korumak ve ikinci dönemi garanti etmek için bahane olarak kullanıyordu. Eğer ‘korona’ DEAŞ’ın ruh ikizi ya da aynı kötü ‘babadan’ kardeşiyse durumu kız kardeşinden farklı değildir.
DEAŞ’ın nesli dünyaya gelirken masum babalar yakılarak öldürülüyor, her milletten kadınlar tecavüze uğruyor ve tarihi eserler yağmalanıyordu. DEAŞ’ı kendi kirli çıkarları için ortaya çıkaranlar ve kullananlar elbette akılsız varlıklar olan virüsleri de yaratabilir. Nasıl ki DEAŞ militanlarının çoğu kullanıldıklarının farkında değildi aynı şekilde gelişmiş laboratuarlarda üretilen virüsü bilmeden taşıyan insanların onlarca ülkeye yolculuk ederek salgını küresel hale getirmiş olmaları da muhtemeldir. Koronavirüsü üretenlerin taşıyıcıların hastalığa kapılıp kapılmayacağı, hastalığın alışveriş yapan, pikniğe çıkan, futbol müsabakası seyreden, ofiste çalışan, okulda, üniversitede öğrenim gören ya da yoksullara yemek dağıtan insanlara bulaşıp bulaşmamasını önemsemedikleri ortadadır. 
Bu varsayımlar ve teoriler günah değildir. ‘Siyonist aklın’ dünya tehlikeli bir felaketin eşiğine gelmeden, Yüzyılın Anlaşması’nın gerçekleşmeyeceğini düşünmüş olması muhtemel değil midir?
Dünya ülkelerinin çoğunda salgının kurbanları tedavi imkânı bulamadıkları için birbiri ardından ölmeye devam ediyor. Silah geliştirmekle fazlasıyla meşgul olan büyük devletlerin saçmalığını gösterircesine, tedavisi işe yaramayan insanlar da ölmeye devam ediyor. Büyük devletler sağlık ve bilim alanlarına gerekli yatırımı yapmaktansa, halkların düşleri ile oynuyor, iyiliğin egemen olması beklenen gezegenimizde kötücül çıkarları doğrultusunda kavgaya tutuşuyorlar. Bu virüs belki de söylendiği gibi yarasadan neşet etmiştir, belki de, bireylerle sınırlı olmayan hedeflere sahip ‘yarasa insanlar’ tarafından üretilmiştir. Planları doğrultusunda insanların bir kısmının ölmesi ve geri kalanların evlerine kapanması gerekiyordur. Şehirlerde caddeler bomboş, ticari mekânlar kapalı, kahvehaneler, restoranlar, meydanlar sanki süs için yapılmış gibi. Evlerde mahpus kalmış insanlar büyük bir panik yaşıyor, en yakınındaki insandan virüsü kapabilecek olmanın tarifsiz endişesi. Virüse kapılırsa hastalığı ilerleyebilir ve tanımadığı insanlar arasında karantinaya alınabilir ve belki de ölebilir. Virüs yetenekli tabipleri de alt etmektedir.
Varsayım ve komplo teorilerine dönersek… İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin 18 Mart’ta yaptığı açıklamada kullandığı ifade dikkatimi çekti. Ruhani “İran, ABD’nin Kasım Süleymani suikastına karşılık verdi ve vermeye devam edecek” demişti.
Bu ilk başta sıradan bir cümle olarak algılanabilir ancak söyleyen kişinin kast ettiği şey üzerinde düşünmek gerekir. Nitekim bu cümle, koronavirüs bir pandemiye dönüştükten sonra kullanılmıştır. ‘Karşılık verdi’ ifadesiyle yetinmeyip ‘karşılık vermeye devam edecek’ diyor. Bu durumda İran İslam Cumhuriyeti’nin koronavirüs meselesi ile bir ilişkisi olduğunu varsayabilir miyiz? Özellikle de ‘korkunun somutlaşmış’ hali olan sembol isimlerinden birinin yasını tutmaya devam ediyorken... Hizbullah Beyrut’un birçok bölgesinde dağıttığı broşürlerde Kasım Süleymani hakında şu ifadeleri kullanmıştı:
“Saldığı korku devam ediyor”, “Korkun sürsün ey Malik el-Eşter”, “Korkun şiddetlensin.”
Bir kez daha belirtelim; varsayımda bulunmak hakkımız. Ya da diğer bir deyişle Siyonist aklın veya İran projesinin koronavirüsün yayılmasından çıkar sağladığını varsaymak ‘günah’ değildir. Meseleyi
İran tarafından ele alacak olursak…
İranlıların nükleer silah ya da düşmanlarına korku salabilecek silahları üretmek için çaba sarf ettiğini zaten biliyoruz. İran bu uğurda dağılan Sovyetler Birliği ve Kuzey Kore’den yüzlerce bilim adamı getirtmişti. Humeyni’nin başlattığı yayılımcı bir hedef vardı. Ancak Saddam Hüseyin bir süre için bu hedefin gerçekleşmesine mani oldu. Bu durumda ‘koronavirüsün’ bir biyolojik silah olma ihtimali vardır. İranlılar böylelikle düşmanlarına korku salabilir. Koronavirüsün DEAŞ benzeri bir kart olma ihtimali söz konusudur. İran’ın koronavirüsten etkilendiği ya da koronavirüs salgınını düşmanların işi olarak gördüğüne bakmayın, DEAŞ’ı yaratanlar da onu düşman olarak addediyordu. DEAŞ tam sona erdi denirken daha şiddetli olan kardeşi ortaya çıktı.
Son 20 yılda, her biri başlı başına ‘dünya savaşına’ yol açabilecek birçok savaş varsayımında bulunuldu. Bazıları geleceğin savaşlarının tatlı su nedeniyle ya da yeraltı ve deniz dibindeki servetlerin ele geçirilmesi amacıyla yaşanacağını söyledi.
Bu yaşadıklarımızın ışığında; tahmin edilen savaşlara benzer bir savaşın geleneksel silahlar kullanılmaksızın başlatıldığını söyleyebiliriz. Mevcut koronavirüs eğer daha da ileri giderse nükleer ve biyolojik kitle imha silahlarıyla boy ölçüşebilir. Nitekim beş kıtada hemen hemen her ülkeye bulaşmış durumda. Kimse salgının ne zaman son bulacağını bilmiyor. Eğer laboratuarda üretilmişse, üreticileri her ülkeye bulaştırmakta başarılı oldu. Yani virüsün bir yarasadan kaynaklanmadığını düşünmeye hakkımız var. Virüsün insanlar tarafından, insanlara karşı üretilmiş olma ihtimali de söz konusu. Siyonist akıl veya İran projesi, ki, her iki halde de Allah tarafından yasaklanmış projelerdir.
Bununla birlikte hepimiz bu felaketin tüm insanlığa bir uyarı mahiyetinde olduğunu bilmeliyiz. ‘Korona felaketi’ vatanımıza ve dünyamıza dair hafife aldığımız sorumluluklarımızı hatırlatmalı. Dağlardakilerden düzlüktekilere düşündükçe varlığı yeniden değerlendirebiliriz. Allah kurtarıcıdır.