Ali Tarakçı
Gazeteci
TT

Devlet bağış toplar mı?

Yeryüzünde nerede olursa olsun, bir iktidar; milletin ihtiyacı olduğunda vermemek için mazeret bulmaya hatta bağış kampanyası başlatmışsa bir de hamaset yapmaya başlamışsa, dünyayı korkutan virüsle ilgili önlemlerde de geç kalmışsa ve hala önlemleri almakta ayak diriyorsa bilin ki, yolun sonuna gelmiştir.
Devlet bağış toplar mı?
Sözümü baştan söyleyelim.
Vergi zorla alınan bağış ise isteyerek verilen bir şey olduğunu da hatırlatmak isterim.
Yeterli değilse kaynakları toplar…
Kaynak dibi bulmuşsa toplar…
Kendi kendine yetmiyorsa toplar…
Genel bir seferberlik ilan edilmişse ve yoksa toplar…
Kaynakları düşman eline geçmişse milletinden bağış toplar.
Varlık ve yokluk seçeneği ile karşı karşıya kalmışsa toplar.
Bugüne kadar millete verdim, şimdi milletin devlete verme zamanı der toplar.
O devlet milletinden hiç vergi almamışsa…
Hatta vergi almış ama milletin yaşam kalitesi için o kaynaklar yetmemişse…
Ne derseniz deyin bir devlet milletinden bağış toplar.
***
Ancak…
Gelelim zurnanın zırt dediği yere.
O devleti yönetenler, vatandaşından her türlü vergi almışsa, vergileri doğru kullanmışsa milletinden neden bağış istesin ki?
Devleti yönetenler yüz yıllık birikimini yani kaynağını doğru kullanmışsa neden vatandaşından bağış istesin ki?
Kaynaklarını doğru kullanmışsa ve biriktirmişse neden milletinden bağış toplar ki?
Ve topladığı bağışlar devede kulaksa neden kampanyalar açılır ki?
Yanıt açık. Asıl meseleyi tartıştırmamak için…
Bağış meselesi üzerinden toplumda seferberlik ve birlik sağlamak için…
Aslında bağış meselesi, hamasetin perdesinin en üst perdeden açılacağının habercisidir.
Milletten bağış isteyenlere soru şudur.
Kaynaklarımızı neden tükettiniz?
Milletin, 100 yıl boyunca ilk defa bir bütün olarak destek istiyor.
Faturalarını, kiralarını öde.
Çalışamayanların maaşlarını öde…
Vergileri ötele…
Kredileri ötele…
Ve vatandaşının işleri yoluna girinceye kadar asgari geçim giderlerini üstlen…
Devleti yönetenlerin ne yapması gerekiyorsa, o’nu yap.
Şimdi sen devlet olarak ver.
***
Gelelim saadete…
Devlet vatandaşı için 100 milyar lira, 15 milyar dolar bir kaynak ayırmışsa ve ardından da milletinden “biz bize yeteriz” diyerek toplayacağı miktar bugüne kadar 1 milyar lira yani 154 milyon dolar olmuşsa. Toplayabileceği miktar 1 milyar doları geç(e)meyecekse ne anlamı vardır toplanan bağışın?
Aynı devlet toplanan bağıştan fazla bir rakamı, yani 200 milyon doları Ukranya’ya askeri yardım olarak vermişse…
Toplanan bağış miktarından daha fazlasını Afrika Kalkınma Bankası’na 5 milyar lira ortaklık payı aktarılmasına hatta cumhurbaşkanına bu payı 26 milyar liraya kadar çıkarma yetkisi vermişse…
Devlet, “İtibardan tasarruf olmaz” diyerek kaynaklarını kötü kullanmaya devam ediyorsa, giderlerini hiç kısmıyorsa…
Milletin söyleyecek sözü olmayacak mı?
***
Tam da bugün asıl beka meselesiyle karşılaşılmışsa; millet zordaysa, fabrikalar birer birer kapanmaya ya da yarı zamanlı çalışmaya başlamışsa, kimi esnaf işyerlerini kapatmışsa, kimi işyerleri zorunlu olarak kapatılmışsa, insanlar işsiz kalmaya başlamışsa, işçisinden, emeklisine, esnafından sanayicisine kadar zor bir süreçten geçilirken, hayatın yüzde 70’i durmuşken, millete vermesi gereken devlet neden vatandaşından bağış ister ki?
***
Millet demez mi, “ey devlet kurulduğun günden bugüne kadar verdik.
“Askerinden, bürokratına, emniyet güçlerinden adalete yani devlet bürokrasinin tamamına hizmetleri karşılığında ücretlerini ödedik.
“Hatta bizden daha iyi yaşayabilin diye, itibarınızdan tasarruf olmasın diye tüm imkanlarınız olmasına itiraz etmedik.
“Millet olarak yokluklar içinde olmamıza rağmen, en iyi konutlarda, en iyi tatil yerlerinde, en iyi çalışma ortamlarında, hizmet edesiniz diye verdik.
“Sorgulamadık bile… Sorgulayanlara da devlette laf söylenmez diyerek aşağıladık.
“Devleti yöneten kimilerinin; suç olmasına rağmen, devletin kaynaklarından kendilerine pay ayırmasını bile “bal tutan parmağını yalar” diyerek, ahlaksızlığı, çalmayı meşrulaştırdık.
Askere çağırdın geldik.
“Şehitler tepesi boş kalmasın” dedin, boş bırakmamak için gencecik çocuklarımızı verdik.
“Vergiler koydun yetmedi, ek vergiler koydun “yetmez mi?” diye sormadan verdik. Çünkü bizde olanlar dünyanın en gelişmiş ülkelerinde bile yoktu. Havaalanları, denizin altından geçitler, köprüler, otobanlar…”
***
“Vergilerimizi, bizlere; hastane, yol, köprü, havaalanı, denizin altından geçitler, eğitimden sağlığa hayatımızla ilgili ne varsa yapasınız diye vermiştik.
“Siz ne yaptınız, kaynak yok diyerek yeni köprüleri, yolları, hastaneleri yap işlet diyerek özele, yetmedi yap, işlet ve garanti kar diyerek birkaç özel müteahhide verdiniz.
“Halbuki 83 milyon o 5 müteahhitten büyük olmasına ve milletin anasına küfretmelerine rağmen ödül verdiniz.
“Devlet olmazsa vatandaş olmaz” diyerek hamaset yaparak ne istedinizse verdik.
“Sizi kutsallaştırdık ve laf söyleyenleri devlet düşmanı ilan ettik.”
Halbuki o devasa devlet vatandaşı için organize olması gereken bir teşkilattı. Kutsal filan da değildi.
Kutsal olan hizmet ettiği vatandaşıydı ve o vatandaşın patronu değil vatandaş onun patronuydu. Biz ise asıl patronun devlet olduğu vatandaşının da maraba olduğu teşkilatla hep kötü günlerde yüzleştik.
***
Devletin aklı tek tek vatandaşın aklından daha büyük bir akla sahipti.
Vatandaşının düşünmediklerini, düşünemediklerini düşünür, gelecekte yaşanabilecek kötü günler için birikim ve plan yapardı.
Dünden daha iyi yaşayabilsinler diye vatandaşları, ülkeyi zenginleştirir kaynakları har vurup savurmaz, kasayı tamtakır yapmazdı.
Anlayacağınız devletin devletliğini yapacağı kötü günlerde, milletine 100 yıllık biriktirdiklerinden verirdi.
Bunu da karşılıksız yapar gibi gözükse de karşılıksız yapmaz. O kötü günler geçtiğinde vergilerle geri alırdı.
***
Küçücük görünmez olan bir virüs gerçekle bizi yüzleştirdi.
Devlet hazırlık yapmamıştı.
Hem de kendisine bir rapor sunulmasına rağmen.
Bir virüsün salgın bir hastalık yapacağı, 59 binden fazla vatandaşımızın ölebileceğine yönelik devlet uyarılmıştı.
Devletin başındaki Cumhurbaşkanı da o raporu bir genelgeye çevirerek tüm birimlere göndermişti.
Tam bir yıl önce…
***
O virüs geldi.
Ve gördük ki, o devleti yönetenler uyarılmasına rağmen bir şey yapmamış ve önlem almamıştı. Rapor ve genelge de sumen altı yapılmış ciddiye alınmamıştı.
Milletin ona ihtiyaç duyduğu zamanda, bir şey yapması gerekirken milletinden bağış istiyordu.
Ve yine görülen o ki, süreçte eksiklikleri görülmesin diye kurulduğu günden beri yaptığı gibi toplumda ki fay hatlarını tetikleyecek. Kutuplaştırmayı artıracak. Devleti yönetenleri eleştirenleri; hain, düşman ilan ederek; “eksikleri, yapamadıkları tartışılmasın” diye yeniden üst perdeden hamaset yapacak.
Devletini sevenler ve devletine düşman olanlar diye ikiye ayırarak toplumu, kutuplaştırarak, kendi seçmen kitlesini konsolide edebilmek için tüm otoriter iktidarların kullandığı dile dört elle sarılacak.
Devletin birikmiş aklı devreye girecek. Böl parçala yönet…
****
Sakına bu oyuna gelmeyin.
Toplumu kutuplaştıracak tartışmalardan uzak durun.
Kullanılan dilinize dikkat edin.
Devleti yönetenlerin dilini kullanmayın.
Yönetenler kullandığı dili, kullananlara ihtiyacı var.
Çünkü çatışma böyle başlıyor. Fay hatlarını kırarak büyük depremler yaratılıyor.
Devletin yönetenler eksiklerini, yapamadıklarını, yapacak birşeyleri kalmadığını kabullenmek yerine, yönetmeye devam edebilmek ve ayakta kalabilmek için çatışmayı büyüterek kutuplaşmayı derinleştirerek ayakta kalabiliyor. Bilesiniz…
Ancak bu yapılmazsa oyunları boşa çıkıyor.
Bunu bu millet 100 yılda öylesine çok yaptı ki!
Tekrar aynısını yapar. Millete yeter ki güvenin.
Son söz: Ne yaparlarsa yapsınlar tüm yıpranmış ve artık topluma verecek birşeyi kalmamış, hamasete sarılmış tüm iktidarlara ne olmuşsa bugün devleti yönetenlere de o olacak. Gidecekler… Millet kazanacak. Onlar için yolun sonu millet için yolun başı göründü.  Merak etmeyin… Merak ediyorsanız sadece 31 Mart ve 23 Haziran sonuçlarına bakmanız bile yeterli…