Ömer Özkaya
Yazar
TT

Jan Pieterszoon Coen der ki

Tarihten daha büyük bir AVM (alışveriş merkezi) henüz keşfedilmemiştir. Tarih aynı zamanda insanların, milletlerin, şirketlerin ve devletlerin sicil amiridir. Hangi aktör ne yaptıysa, tarihin sonsuz raflarında mutlaka tüm boyutlarıyla yazılıdır.
Son küresel salgın bağlamında yazılan ve çizilenler, her zaman olduğu ve beklendiği gibi "muhataplar"ın mesajları almamakta ve algılamamakta direnmesi, olayı sadeleştirmeyecek ve doğal olarak çözmeyecektir.
Muhatap aktörlerin salgını ele alış tarzları, sorunu daha da derinleştirmektedir. Bu metotsuzluk ya da modelsizlik, doğru analiz yapma ve doğru çözüm yolları bulmayı beklenildiği gibi engelleyecektir.
Nasreddin Hoca'nın meşhur eşek fıkrasını burada anımsatmak gerekli olmuştur: Hoca eşeğine kızıp kafasına vurunca, eşek yellenir. Hoca şaşırır, "Allah Allah, nereye vurdum, ses nereden çıktı" der.
Salgının Çin'in kadim Vuhan yerleşkesinde başlaması ve ağır hasarı Batı'da veriyor olması, Nasreddin Hoca'yı anmayı gerektirdi.
Salgını analiz edenler, değerlendirenler ve sonuçta rapor haline getirenlerin, "şu ülke zararlı, bu ülke kârlı çıktı" gibi kurdukları hüküm cümleleri, sıradan ve olayı açıklamaktan yoksundur.
Batılı tarihçilerin önemli bir kısmı, çoğu zaman, etnik ve din bazlı analizlere aşırı düşkün olurlar. Olaylara salt din açısından bakan önemli orandaki Doğulu gibi bu yöntemsizlik ve ilkesizlik, kadim metinlerin zaten haber verdiği ve koyu bir şekilde altını çizdiği temel Ademoğlu zaafıdır.
Tarihin hiç de tozlu olmayan bazı sayfalarını çevirirsek Batı'nın savaş stili ile karşılaşırız.
Bu savaş stili, Batı'nın genel siyasal, askeri ve ekonomik değerlendirmelerinde kullandığı analiz parametreleri açısından bakıldığında, Doğu'yu haklı olarak aşırı derecede aşağılamaktadır. Fakat dün olduğu gibi bugün, yarın ve gelecekteki davranış kalıplarını verdiği için de işlevseldir.
Binlerce yıldır oturmuş strateji ve ticari anlayışları değiştirmenin mümkün olmayacağını bile bile, sorunun bir Batı-Doğu sorunu değil de bir zihniyet ve yaklaşım alışkanlığı olduğunu vurgulamadan geçmek "bilimsel" olmazdı.
Öncelikle Batı'nın bazı hasletleri üzerinde durmakta fayda vardır: Batı teknolojik, düzenli ve disiplinlidir. Çok ciddi bir askeri gelenek sahibidir.
Batı'nın meydan okuma ve sonuç alma stratejileri Batılıları hâlâ mest etmektedir, meydan okumada da, sonuç almada da hayli iyidirler.
Batı'nın askeri, siyasi, ekonomik, ticari, dinsel ve sair hedefleri için oluşmuş çok ciddi bir geleneği vardır. Onun için kuşaklar boyu süren politikaları, stratejileri ve diplomatik/istihbari teknikleri titiz bir süreklilik ile izlerler.
Bu saptamalar, hem Batılı hem de Doğulular, diğer milletler ve devletler tarafından bilinir, fakat bile bile lades olma kuralı değişmez ve değiştirilemez olarak devam eder.
Çin söz konusu olunca da "savaşmadan kazanmak" stratejisi, işlerliliğini, istisnalar dışında, devam ettirir.
Son salgının ABD ile Çin arasında bir biyolojik ve genetik savaş olduğunu kabul edenler ve analiz edenler için klasik tablo böyledir.
"Işık Doğu'dan gelir" aforizmasinda olduğu gibi teknolojik keşifler Doğu'dan gelmeye başlamıştır ve bunun sürüp sürmeyeceğini belirleyecek olan, hâliyle şu anki klasik taraflardır.
Tarihe bu konuda danışırsak, tarih Böyle gelmiş böyle gidecek" kuralında ısrar eder, normal koşullar altında kimyasal bir önkoşul olan "Normal koşullar altında" yasası, istisnaları dehalara bırakır.
Tarihi olaylara skor bağlamından yaklaşan klasik siyaset, asker ve tacir erbabı, yeni tabirle uzmanlar, genelleştirme ve toptanlaştırma konularındaki kolaycılık ile çoğu zaman siyaset, diplomasi, strateji ve ticaret yaptıkları için fikir ve düşünce konularını pas geçerler ki skor basitliği devam etsin.
Doğulular için de benzer kolaycılık zaten çok iyi çalışmaktadır: Emperyalist Batılılar, kâfirler vs şeklinde...
Oysa tarih, askerlik, strateji, diplomasi, ticaret ve teknoloji hiç bir zaman Doğulu, Batılı, Hıristiyan, Müslüman bağlamında ve monopolünde ele alınamaz. Burada çalışan yasalar farklıdır ve bu farklılığı bilenler, zaten, gelişmeleri, bilinen sakinlik ve bilgelik içinde izlerler, siyaset, strateji, diplomasi ve ticaret felsefesine girmeden.
Hollanda hegemonyasını Endonezya'da tesis eden ekipten olan Jan Pieterszoon Coen'in 1614 yılında kaleme aldığı rapordaki şu tespitler oldukça kıymetli:
"Asya'da ticaret, kendi silahlarımızın koruması altında ve yardımıyla yapılmalı ve sürdürülmelidir; bu silahlar, ticaretten elde edilen kârlarla sağlanmalıdır. Bu nedenle ne savaş olmadan ticaret, ne de ticaret olmadan savaş sürdürülebilir."
Yani İrangate olayı gibi onlarca vaka Batı'nın önemli stratejistlerinden Coen'in çizdiği stratejiler bağlamında cereyan etmektedir.
Girişte Batı'nın teknolojik ve askeri üstünlük konusundaki başarısı ve bu konudaki sürekliliği ile küresel hegemonyasını kurduğu ve devam ettirdiği vurgulanmıştı. Son salgın, ABD ve Çin arasındaki teknolojik ve bilimsel mücadelenin dışa vurumu bağlamında incelendiğinde ve analiz edildiğinde daha anlamlı öngörüler üretilmesine yardımcı olacaktır.
Batı'nın, kendi kuvvetlerinin sayıca az, rakip veya düşmanlarının sayıca çok olması üzerine askeri stratejiler ürettiğini ve bunda da başarılı olduğunu tüm strateji, diplomasi ve uluslararası ilişkiler uzmanları ile tarihçiler bilmektedirler.
Bu saptama ile salgının teknolojik, bilimsel ve askeri boyutlarının neden iç içe olduğunu Hollandalı Coen'in 1600'lerin başlarında anlattığı gibi Batı savaş ve hegemonya tarihi de aynı bulguları ortaya koymaktadır.
Onun için İtalya sokaklarında Rus Ordusunun, New York sokaklarında ABDO Ordusunun, Fransa sokaklarında Fransız Ordusunun neden bulunduğunu anlamak için Cambridge Üniversitesi'nde okumak gerekmemektedir.
Son olarak, son salgın hastalığın, son hegemonu belirleme gibi stratejik bir sonucu olacaktır. Tarihi ve siyaseti enstantanelerle analiz edenler ve siyaseti sadece sonuç almak olarak nitelendiren siyaset "uzmanları"nın atladığı sayısız parametreye rağmen küresel tabloda inanılmaz bir teknolojik, bilimsel ve tıbbi savaş yaşanmaktadır.
Bu tabloda, askerlerin cephelerde değil de ülkelerinin sokaklarında olması, tüm aktörlerin hiç beklemediği bir noktadan darbe aldığını veya beklediği noktadan saldırı geldiği halde beklediğinden daha büyük bir darbe aldığı olgusu ile yüzleşilmesine neden olmuştur.
"Beklenilmeyeni bekleyin" mottosunun Batı'ya ait olduğunu vurgulamak da elzemdir.
Beklenilmeyeni beklemeyenler, hangi aktörlerdir?
Beklenilmeyen, hegemonyanın en önemli aparatı orduları saf dışı ederse ne olur?
Son salgın hastalığın henüz perdeyi aralamadığı olgusu ile yüz yüzedir Ademoğlu.
Teknolojik ve bilimsel üstünlüğü kaptırmamak ABD'nin şu anki en büyük hedefidir.
İlk defa askerleri de kışlalarına ve iç cepheye mahkûm eden bir durumla karşı karşıya dünya. Bu da askeri üstünlük, askeri gelenek, askeri strateji ve teknolojiyi önemli oranda işlevsizleştirmektedir. Bu bağlamda ABD için teknolojik üstünlük henüz değil, ama psikolojik üstünlük kaybedilme noktasına gelmiştir. Fakat ABD'nin böyle bir savaşa uzun yıllardır hazırlandığı unutulmamalıdır. Pentagon ekonomistleri ve finansçıları askeri üstünlüğün kaybedilebileceğini öngörmemiş olabilirler. Fakat asker, son salgın hastalığın ülke içindeki tahribatını minimum düzeyde tutmak zorundadır. Aksi takdirde savaş anlamını yitirecektir. Dolayısıyla şu anda gelinen teknolojik düzey, konvansiyonel askeri sistemleri önemsiz kılma noktasına gelmiştir. Böyle bir durumda teknolojik üstünlük de büyük oranda kaybedilirse dünya tarihini yeniden yazmak zorunluluk olacaktır.