Prof.Dr. Bilal Sambur
Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Öğretim Üyesi
TT

​Korona günlerinde evde kalmak mı? Evde olmak mı? Evden kaçmak mı?

Korona pandemisine karşı  en etkili mücadele yönteminin insanları evde tutmak ve insanlar arası fiziksel mesafenin korunması olduğu gerçeği konusunda insanlar sürekli bilinçlendirilmeye çalışılmaktadır. İnsanların evde kalmaları konusunda sürekli çağrılar yapılmasına rağmen, insanların evde kalmaktan çokta memnun olmadığını söyleyebiliriz.
İnsanlar, niçin evde kalmaktan memnun değildirler? Koronavirüs gibi ölümcül bir salgın olmasına rağmen, insanları evde tutmak niçin bu kadar zor olmaktadır? Koronavirüs pandemisi, insan ve ev arasındaki ilişkinin veya ilişkisizliğin ciddi bir şekilde analiz edilmesini gerekli kılmaktadır.
İnsan yerleşmek ve barınmak isteyen bir varlıktır. Dini metinler, insanın cennetten çıktıktan sonra yeryüzüne Tanrı tarafından ölümlü varlıklar olarak yaşamak ve yerleşmek  üzere gönderildiğini ifade etmektedirler. Kur’an şöyle demektedir: 
“Kiminiz kiminize düşman olarak inin. Yeryüzünde belirli bir süreye kadar mesken tutmanız ve nimetlenmeniz öngörülmüştür." (Araf, 24)  
Ev, insanın yerleşmek ve barınmak için oluşturduğu mekanı temsil etmektedir. Ev, insanın barınma ve yerleşme ihtiyacının ötesinde kendisi için anlamlı bulduğu her şeyi evin içine yerleştirdiği mekandır. Başka bir ifade ile ev, insanın anlama dair her şeyini kendisinde barındıran yerdir. Ancak koronavirüs salgınının olduğu bugünlerde evde kalmanın  işkence olarak değerlendirilmesi, evin anlamlı olan her şeyin görüldüğü mekan olarak görülmediğini göstermektedir.
İnsanlar, evde olduğu sürece her şeyin anlamlı olacağı anlayışını kaybetmeye başlamışlardır. Bilakis evde kalmaya gösterilen tepkilerden, evin dışına yerleştirildikçe şeylerin, işlerin, fikirlerin ve kişilerin anlamlı olacağına dair yaygın bir eğilimin olduğunu gözlemleyebiliriz. Dışarısı, eve daha önce olmadığı kadar büyük bir rakip olarak ortaya çıkmaktadır. Evin, dışarı karşısında önem ve önceliğini kaybetmesi, insanlık durumumuz açısından çok köklü bir değişim anlamına gelmektedir.
Evde kalmak ve evde olmak aynı anlamlara gelmemektedirler. İnsanlar, evde kalmanın oluşlarına katkı sunmadığına inandıkları için, onları evde kalmaya ikna etmek çok zor olmaktadır. İnsanlık tecrübesinde ev, insani oluşun gerçekleştiği yerdir. Evde olmak, insan olmaktır. Evde kalmanın oluştan soyutlanması, aslında evin insani özünü kaybettiği anlamına gelmektedir. Evde oluşunu gerçekleştiremeyen insanlar, dışarıda kendileri için oluş hikayesi icat etme arayışındadırlar.
İnsanın oluşması için, insanın sükunu bulması, başka bir ifade ile meskene ihtiyacı vardır. Ev, insan için meskendir. İnsanın sükuneti bulduğu yer, evdir. İnsan, ancak meskeninde oluşunu gerçekleştirebilir. Bugünkü evler, insan için mesken olmaktan çıktığı için kişiler, evde kalmayı istememektedirler.
İnsanın önündeki en büyük meydan okumalardan birisi, evi, tekrar mesken haline getirmesidir. İnsanın meskeni, evin dışarısı değil, evin içerisidir. Evin içerisinin yeniden mesken haline getirilmesi için bütün aile üyelerinin birbirlerinin varoluş hikayelerine katılması gerekmektedir.
Mesken olarak ev, insanın olduğu ve oluştuğu yaşam mekanlarıdır.
Evde kalamayan insan, aslında kendini kaybetmiş insandır. Dışarıya çıkmak ve dışarıda yaşamak için kendini evden dışarı atma fırsatı kovalayan insan, aslında kayboluş hali içindedir. Evde olmayı başaramayan insan, dışarıya kendisini atarak kendi kayboluşuyla başa çıkmaya çalışmaktadır.
Dışarısı, aslında insanın kayboluşunu derinleştirmekten ve heba etmekten başka bir işe yaramamaktadır. Kişinin, dışarıda günlerini heba etmek yerine evde olmaya ve kendini bulmaya ihtiyacı vardır.
Kişi, evde olmak için evde kalmalıdır. Koronavirüs salgınını bir ölüm korkusu ve paniği olarak sunup insanların evde kalmasını talep etmek yeterli değildir. Evde kalmanın, aslında kişi için bir oluş tecrübesi yaşamaya imkan hazırladığı ve aradığı sükunu evde bulacağı anlamına geleceği konusunda insanlarda bir farkındalık düzeyinin oluşturulması lazımdır.
Yaşam dünyamız, aslında mesken olarak seçtiğimiz mekanın kendisidir. Meskende yaşamak, fiziksel mekan içinde var olmak demektir. Mesken olarak ev, bedenimizin ve ruhumuzun canlanması ve hayat bulmasıdır. Bedensel olarak evde kalmak, bir bütün olarak var olmayla ilişkilidir.
Bugünlerde kullanılan “eve hapsolmak” veya “ev karantinası” gibi kavramlar, hayattan kopukluğu, cansızlığı, sıkıcılığı ve çaresizliği ifade etmektedirler. Ev karantinası yerine evde yaşamak gibi kavramla varoluşsal düzeyde olmak için meskenimizde canlanmayı ve dirilmeyi ifade eden yeni bir anlayışı ve dili öne çıkarmalıyız. “Evde Kal!” sloganı yerine “Evde Yaşa!” sözünün daha olumlu ve verimli olduğunu düşünüyorum. İnsanları evde kalmaya değil, evde yaşamaya davet etmeliyiz.
İnsan olmak, yeryüzünde mesken tutmak demektir. Evlerimizi sükun ve hayat bulduğumuz meskenler olarak görmediğimiz için evlerimizden kaçmaya çalışmaktayız.
Evlerimize yabancılaşma ve uzaklaşma sonucu evde olmuyoruz. Evle aramıza koyduğumuz mesafenin ve yabancılaşmanın insanlığımız üzerindeki yozlaştırıcı etkileriyle yüzleşmemiz lazımdır.
Korona günlerinde evde olduğumuz bu zamanları, evlerimizi meskene çevirmek için bir imkan ve sorumluluk olarak değerlendirmeliyiz. Korona günleri, eve dönüş ve evde olmak için bir fırsattır.
Necati Cumalı’nın şiirinde dediği gibi eve dönüşümüz, ev ve bizi birlikte yeşertmektedir:
“Dolandım dolaştım boşandı yağmur
Saçım ıslak kunduram çamur
Eve döndüm yağmur getirdim
Ev yeşerdi ben yeşerdim.”