Mustafa Fahs
TT

Merkez Bankası Başkanı ve iktidar partisi arasında Lübnan’ın 100’üncü yılı

Yazar ve tarihçi Kemal Dib “Hazal Cisrul Atik: Sukut Lübnan el-Mesihi 1920-2020?” (Bu Eski Köprü: 1920-2020 Hristiyan Lübnan’ın Çöküşü Mü?) adlı kitabında Hristiyan Lübnan’ın 1976 yılında çöküp çökmediğini, onunla birlikte Hristiyanların, özellikle Marunilerin durumunu ve 1990 yılında ülkeden çıkıp rollerinin bitip bitmediğini mi sorguluyor. Dib, “Hristiyanların devletlerinin çökmesinden sonra çökmediklerini, sayıları çok azalsa da 1990’lardan itibaren ülkeden ayrılmadıklarını” düşünüyor. “Lübnan 2020’de bağımsızlığının ilk 100 yılına yaklaşırken bu oluşumu yeniden ayağa kaldırmak ve ülke içindeki ortakları ile yenilemek için halen önlerinde seçenekler ve çözümler olduğu” tespitinde bulunuyor.
Lübnanlılar, ülkelerinin ilk 100 yılına birkaç ay kala (1 Eylül) bileşik kimliklerini ve siyasi, sosyal ve ekonomik açıdan çevresinden farklı bir Lübnan modeli kuran çoğulculuklarını savunmak için bir savaş veriyorlar. Çünkü bazı Lübnanlıların rollerini güç hesapları ile ilişkilendirmeleri, bazılarının da güç araçlarını kaybetmeleri sebebiyle rollerinden vazgeçmelerinden sonra çok sayıda iç ve dış faktörler nedeniyle bu modelin devam etme olasılığı tehdit edilir hale geldi. Ta ki 17 Ekim anı gelip Lübnanlılar arasındaki güven temellerini, çatışan dini grupların otoritesine karşı özgür ve adil bir devleti yeniden inşa etme temelinde oluşturana kadar. Zira aralarındaki hesapları tasfiye etmek için çatışan taraflar arasındaki bu savaşın sonuçları, 100 yıldır tanıdığımız Lübnan’ın biçiminin değişmesine yol açabilir.
Güç hesapları ve model dayatma çatışmasında, 14 Şubat 2005’de devlete el koyan, emekli general Mişel Avn’ı cumhurbaşkanı seçtirmeyi başarmasından sonra nüfuzu doruğa ulaşan, Avn’ın otoriter arzularını Lübnan Cumhuriyeti'nin siyasi ve ekonomik yapısında derin dönüşümler empoze etmek için kullanan yeni yükselen güçlerin rolü sorunu öne çıkıyor. Aşırı güç, anayasada değişikliklere gereksinim duymadan politik hayata kendisini dayatmış olsa da eski Cumhurbaşkanı Fuad Şahap döneminin en önemli başarılarından biri olan Lübnan ekonomisini, özellikle de finansal sistemini çökertmekte zorlanıyor. Fuad Şahap başkanlığının ilk döneminde, 1959 yılında Para ve Kredi Kurulu’nu kurmuştu. Daha sonra 1964 yılında Merkez Bankası’nın kurulması emrini vermişti. Para politikası da daima 1956 yılında parlamento tarafından kabul edilen Bankacılık Gizlilik Kanunu’na uydu.
Bugünlerde ve ulusal para birimi liranın dolar karşısında çöküşü sonucu Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame’yi finansal çöküşten sorumlu tutan sesler yükseldi. Başta iktidar partisi olmak üzere yönetimdeki güçler, bir yandan tabanlarını kontrol altına almak diğer yandan Selame’den kurtulmak için kendisini günah keçisi olarak sunmaya çalıştı. Bu güçler Selame’den kurtulduktan sonra ayrıca Lübnan’ın para politikalarını siyasi koşullarına ve dış bağlantılarına tabi kılan itaatkâr bir ismi yerine geçirmek istiyorlar. Bu, finansal Lübnan düşüncesini ve ulusal ekonomide bankaların Fuad Şahap döneminde şekillendirilen rolünü tehlikeye atabilir. Keza finans ve bankacılık sisteminin uluslararası toplumun denetimine tabi olmasına karşı çıkmak da Lübnan bankalarını ve finansal kurumlarını daha fazla ABD yaptırımına maruz bırakacaktır.
Siyasi sınıfın ortağı olduğu için Lübnan Merkez Bankası Başkanı Riyad Selame’yi savunmak imkansız. Ancak para biriminin çöküşünün sorumluluğunu sadece ona yüklemek de olanaksız. Para politikaları, hükümetin belirlediği mali politikalara bağlıdır. Dolayısıyla sorumluluğun bir bölümü, Selame’yi bu makama atayan ve çeyrek asır boyunca görev süresini uzatan yönetime de aittir. Selame devlet maliyesinin kara kutusu olduğu için onunla kamu parasını israf etmekten sorumlu yetkililer arasındaki ilişki, karşılıklı sessiz kalma dengesine tabi olmuştur. Mali düzenlemelerini örtmelerine karşılık Selame de onların yolsuzluklarını örtmüştür. Nitekim siyasi sınıf, iktidar partisinin (Hizbullah) silahı konusunda da aynı modeli benimsemiştir. İktidar partisi onların yolsuzluklarına sessiz kalırken onlar da silahını muhafaza etmesine ses çıkarmamışlardır. Böylece devlet, Merkez Bankası Başkanı ile iktidar partisinin sessizliğinin esiri haline geldi. Aynı zamanda yaşanan israf ve yolsuzluğun örtülmesinde de onlara ortak oldu. Bu, finansal düzenlemeler sonucunda ulusal para biriminin, silahtan alınan güç ile de devletin çökmesi ile sonuçlandı.
Maruni Patriği el-Huveyk, 1920 yılında Büyük Lübnan’ın kuruluşunun hamisiyken bugün Patrik er-Rai, Lübnan Merkez Bankası’nın hakimiyetini sarsmaktan kimin kârlı çıkacağını sorguluyor. Patrik, bu kişilerin kendilerini iyi bildiklerini belirttikten sonra şunları söyledi:
“Lübnan’daki siyasi sistemimize aykırı olan bu yöntem, Lübnan’ın yüzünü değiştirmeye yönelik bir planın parçası mı? Öyle görünüyor.”
Eğer yargı bağımsızsa, Patrik er-Rai kendisini Selame’den hesap sormaktan alıkoyamaz. Ancak üst düzey bir yetkiliden hesap sorma düşüncesinin ötesine geçen, ahlaki şartlara göre yeniden ele alınması gereken istisnai bir modeli tehdit eder hale gelen bir krizin yansımalarının neden olduğu genel Hristiyan endişesini dillendirme hakkına sahiptir.
En başa, yani Kemal Dib ve önemli bir aşamada bir arada yaşama, demokrasi, inanç ve kültür diyaloğu, edebiyat ve sanatın gelişimi için bir model olan Lübnan deneyimi ile Arap ve İslam dünyasındaki etkileri hakkındaki endişelerine dönecek olursak… Dib, bu modelin çöküşünün “Sivil Arapçılık düşüncesine, köktendincilik ve aşırıcılık rüzgârlarını yenen, Müslümanların yaşamlarını iyileştirmeye çalışan açık ve hoşgörülü İslam imajına olumsuz bir şekilde yansıyacağı” düşüncesinde.