Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

Salgın geriliyor ve popülizm de!

Korona pandemisi kuşkusuz bir süre sonra da olsa gerileyecek, farklı toplumlar sırayla kendisini durdurmayı başaracaklar. Fakat, gerek mevcut uluslararası sahnede ve siyasi, ekonomik, askeri ve kültürel ilişkilerinin doğasında gerekse son birkaç yıldır ülkeleri gezen, dünyayı dolaşan, birçok ülkede liderlerini iktidara taşıyan aşırı popülist akımların geleceğinde olsun etkileri ve sonuçları durmayacaktır.
Bu salgının hızla dünyayı ele geçirmeye başlaması, tecrit tedbirlerinin sınırladığı ülkelerin çoğunun benimsediği ferdi korumacı kararlar ve iç sorunlarına odaklanmanın da salgına eşlik etmesiyle birlikte birçokları, küreselleşmeyi ve tek bir alan olarak insanlığın geleceğini sorgulamaya başladı. Bunun sonucunda dünyanın, iletişim devrimi, sermayenin hareketi ve bilgi akışının dayattığı insani bağlantının gücüne meydan okuyan popülist sonuçlara ve sloganlara mı sürükleneceği sorgulanır oldu. Ancak zaman geçtikçe bunun tam aksi bir durum ortaya çıktı. Bu küresel virüs, dünyaya birliğini ve toplumlarının yazgısı arasındaki ortak bağı geri kazandırmış gibi görünüyor. En net etkilerinin, bu salgınla yüzleşmekte ve zararlarını hafifletmekte başarısız olması sonrasında iktidardaki popülist akımların sığlığını ortaya çıkarması olduğunu söylersek acele etmiş olmayız.
Popülist düşüncenin dayanaklarından biri, insan haklarını reddetmek, ırkçılığı alevlendirmek, din ve ırk olarak farklı olanı şeytanlaştırmak, ona karşı korku ve nefret içgüdülerini uyandırmak, aynı zamanda eşitlik, hoşgörü ve saygı değerlerini küçümsemektir. Buradan bakıldığında popülizmin, ırklarına, dinlerine ya da etniklerine bakmadan bütün insanları salgın ve ölüm karşısında eşit yapan korona salgını gibi olmadığını söyleyebiliriz. Şiddet sarmalından kaçan mültecilere karşı Avrupalı popülistleri karakterize eden şiddet ruhunu, Meksikalı ve Müslüman göçmenlere, etnik azınlıklara karşı yürütülen ve hala ABD Başkanının politikalarına egemen olan nefret kampanyalarını hatırlayalım. Bu bağlamda, insanlar arasında ayrım yapmayan kör bir virüs salgınının, ötekinden korkmaları için insanları mobilize edecek etmenleri ortadan kaldırdığını söylersek yanılmış olmayız. İzolasyon ve tecrit döneminde sosyal medyanın oynadığı ve oynamakta olduğu büyük rolü de (yüz milyonlarca kişiye her yerde ve herhangi biri hakkında işlenen trajedileri takip etme imkânı sundu) buna eklersek, halklar arasındaki dayanışma duygularının öne çıkması karşısında ötekine yönelik kışkırtıcı popülist söylemdeki dikkat çekici gerilemeyi yorumlayabiliriz. İnsanların nasıl kendilerine acımaya, yakınlarından biriymiş gibi diğer insan kardeşlerinin acılarına ve kayıplarına karşı samimi olmaya başladıklarını açıklayabiliriz.
Öte yandan, bu salgın, popülistlerin mantık ve bilime karşı olumsuz tutumlarının, koronavirüsün tehlikelerine ilişkin bilimsel uyarıları küçümsemelerinin sığlığını ortaya çıkarmaya  da katkıda bulundu. Zira bu, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin salgınla mücadelede etkili tedbirleri almakta gecikmesine sebebiyet verdi. Kaçınılması mümkün olan daha fazla zarara yol açtı. Peki, bu salgın ne yaptı? Bilimsel araştırmalara ve akılcı muhakemeye öncelik verilmesini, bunların ilginin merkezine yerleşmesini sağladı. Her daim insanların içgüdüleri üzerinde çalışan, efsanelere, mitlere ve sanrılara sarılan popülist söylemin gerilemesine katkıda bulundu. Burada, gerçeklerin ve bilimsel çıkarımların, korona salgınını açıklamada çelişkili, sığ ve yanıltıcı açıklamalara yahut komplo teorilerine veya görünmeyen dini boyuta dayanan popülist akımları ifşa ettiğini kastediyoruz. Bu, bazı liderleri geçmişte yaptıkları açıklamalardan geri adım atmak zorunda bıraktı.
Bu noktada hiç kimse, İngiltere Başbakanının bu salgın ve sonuçları, sürü bağışıklığı ve güçlü olanın hayatta kalacağı hakkındaki açıklamasını unutamaz. ABD Başbakanının şaşkın performansını, virüsün yayılmasını yorumlama ve anlamada gösterdiği çelişkili tutumları hiç kimse unutamaz. ABD Başkanı ilk olarak bu salgının tehlikelerini hafife aldı. Sonrasında ilacın ya da insanları kendisine karşı koruyacak bir aşının bulunduğuna dair içi boş vaatler verdi. Son olarak da kendisinden kurtulmak için ev yapımı dezenfektan ve antiseptikler kullanılması çağrısında bulundu. Her şeyden önce de acziyetini ve bu salgını durdurmak konusunda ciddi adımlar atmakta gecikmesini haklı göstermek için sürekli bir biçimde yaşananların sorumluluğunu salgının anavatanı olarak hasmı Çin’e yükledi.
Bu salgın olmadan karar alma mekanizmalarını ve krizlerle başa çıkma yöntemlerini derinlemesine düşünmek ve incelemek zor olabilirdi. Bilhassa, Çin, İran vb. totaliter rejimler ile ABD gibi popülist liderler tarafından yönetilen demokratik rejimler arasındaki ayrıcalıklı olma zihniyetini anlamakta zorlanabilirdik. Bu zihniyet, iktidarın dar ve bencil çıkarlarına, ekonomik sorunlarına öncelik verir. Vatandaşlarına ve yaşamları ile toplumlarının sağlığını korumaya yardımcı olma kapasitelerine gerektiği gibi güvenmez. Hatta acılar ve fedakarlıklar ne kadar büyük olursa olsun benzersizliğini sergilemek ve göstermek dışında hiçbir şey onu ilgilendirmez. İtalya ve İspanya örneklerinde olduğu gibi Avrupa’nın dayanışma konusundaki ihmaline ve yavaşlığına yönelik eleştirilerdeki abartı, Çin modeli aracılığıyla bu salgınla başa çıkmakta en başarılı oldukları şeklinde totaliter ve baskıcı devletlere yapılan kötü propaganda bu gerçeği değiştirmeyip aksine doğrulamaktadır. Keza Türkiye ve Macaristan gibi bazı popülist hükümetlerin, baskıyı artırmak, demokratik marjları kuşatmak, hukuk ve kurumların otoritesinden kurtulmak için salgından kaynaklanan korkulara yatırım yapması da.
Salgının etkilediği Batılı ülkelerdeki kayıplara ve salgınla mücadelede hükümetleri arasındaki performans farklılığına rağmen sahne, bağları ve yapısındaki büyük kusurlara işaret ediyor. Bu sıkıntıyla yüzleşmekte aralarındaki işbirliği ve karşılıklı destek unsurlarının gerileyişine, sağlık sistemlerindeki farklılıklara, sosyal adaletin yokluğuna ya da zayıflığına, sınıfsal farklılıkların netliğine atıfta bulunuyor. Bu, halka yönelik ücretsiz veya uygun fiyatlı tedavi ve sağlık hizmetlerinin azaldığı toplumlardaki hasarın ciddiyetini, bu salgının yoksul ve fakir bölgeler arasındaki taşınma hızını açıklamaktadır.
Korona salgını nedeniyle popülist akımların aldığı acı verici darbe, popülizm ve aşırılıkçılığın büyümesi için verimli bir zemin oluşturan zulümleri, ayrımcılık ve yoksunluk olgularını ele almadan, insan haklarını yeniden teyit etmeden, kendisini vazgeçilmesi imkansız evrensel ahlaki değerler olarak savunmaya devam etmeden faydalı ve etkili olmayacaktır. Ayrıca tekelcilik, yolsuzluk ve ayrımcılıktan kaçınan, korona salgını veya herhangi bir felakette halkına karşı sorumlu demokratik hükümetlerin yararlarını ve iyi yönlerini göstermekte tereddüt etmeden bu acı verici darbe bir işe yaramayacaktır.