Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Suudi Arabistan’ın Filistin davasındaki sürekli varlığı ve desteği

Bazılarının Suudi Arabistan’ı “kötüleyen” sözlerinden ve Filistin meselesindeki her zaman onurlu ve öyle kalacak olan pozisyonu ile ilgili sahte ve uydurma suçlamalarından önce İspanya’daki bir dostumun gönderdiği video kaset elime geçti. Riyad’ta ilk Filistin büyükelçiliğinin açılışı ile ilgili olan kasette merhum Filistin Devlet Başkanı Yaser Arafat, söz konusu dönemde Suudi Arabistan’ın başkentinin valiliği görevini yürüten Hadimul Haremeyn Şerifeyn’e hitap ederek, Suudi Arabistan’ın Filistin ve davasına yönelik pozisyonunun en başından beri sabit kaldığını söylüyordu. Kurucusu Kral Abdulaziz’den itibaren şanlı tarihi boyunca hiç değişmediğini belirtiyordu.
Filistin halkının, bütün Arapların ve dünyanın tamamının çok iyi bildiği gibi 1965 yılının ocak ayındaki Filistin devrimi, Suudi Arabistan’ın desteği ve onayı ile başladı. Beyrut’ta hazırlanan ve Şam radyosunda yayınlanan ilk bildirisi, başta Suudi Arabistan olmak üzere birçok kardeş ülke ve aralarında Çin’in de bulunduğu dost ülkelerle istişarelerden sonra hazırlandı. Nitekim ilk gerilla (fedai) grubunun eğitimi Çin’in gözetimi altında gerçekleşmişti. 132 yıllık Fransız işgalinden sonra bağımsızlığını kazanan Cezayir de bunu yapmıştı.
Hadimul Haremeyn Şerifeyn, Arap milleti dairesinden çıkıp Arapların en şiddetli düşmanlarına dönüşenlerin kucağına atılanların iftiralarına bir açıklama ile karşılık verdi. Bu açıklamada ‘Filistin davası bizim birinci davamızdır. Başta başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin devletinin kuruluşu olmak üzere Filistin halkı tüm meşru haklarını elde edene kadar da öyle kalacaktır. ABD idaresinin bu kutsal şehir hakkındaki kararına karşı çıktığımızı vurguluyoruz’ denildi. Bunu bilmek istemeyenler dışında herkes tarafından anlaşıldığı gibi Suudi Arabistan, Filistin meselesinde, kendisiyle ilgili konu ve işlerde her zaman vardı. 1948 yılındaki ilk savaşta ve diğer tüm savaşlarda temel ortaklardandı. 1956 yılında dönemin Suudi Arabistan Kralı savaşmak için gönüllü olmuştu. Suudi Arabistan askeri birlikleri Ürdün Nehri’nin doğusunda konuşlanarak uzun yıllar Ürdün askeri kuvvetleri ile birlikte görev yaptı. Bu birlikler ancak bilindik barış sürecinin adımları atıldıktan sonra geri çekilerek ülkelerine döndüler.
Burada bir noktaya daha atıfta bulunmalıyız. 1967 yenilgisi felaketinden sonra Arap ülkeleri Sudan’ın başkentinde acil bir zirve düzenlediler. Kral Faysal bin Abdulaziz de zirveye katılan liderlerin başında yer alıyordu. Bilindiği gibi bu zirve, söz konusu korkunç yenilgiye, İsrail’in Batı Şeria’nın tamamını, Kudüs’ü, Taberiye Gölü’nün doğu kıyılarından Şam’ın eteklerine kadar Suriye’nin Golan Tepeleri’ne, Süveyş Kanalı’na kadar Sina’nın tamamını işgal etmesine karşı bir bildiri yayınlamıştı. Üç hayır (Barışa hayır, İsrail’i tanımaya hayır, müzakerelere hayır) kararını almıştı. Bu arada mutlaka düzenlenmesi ve Arapların birliğinin, ortak çalışma ve koordinasyonun, tüm anlaşmazlıkların çözülmesinin önemini vurgulayan kararları alması gereken bu zirveye katılmayan tek Arap ülkesinin Suriye olduğunu söylemeyi de unutmayalım. Suudi Arabistan, Hartum zirvesinde (o zamanın değerlerine göre) Mısır ve Ürdün’e 58 milyon sterlin değerinde yardım sunmuştu.
Suudi Arabistan, Filistin meselesine ilişkin tüm Arap görüşmelerine her zaman katılmış ve desteklemiştir. Suudi Arabistanlı kardeşlerimizin özellikle Filistin konusunda yaptıkları ve sundukları, ciltlere sığmayacak kadar çoktur. Suudi Arabistan’ın bu meseledeki en üst düzeydeki katılımı her zaman ön plandaydı. Filistin davası her zaman Suudi Arabistan’ın davasıydı. Nitekim Hadimul Haremeyn Şerifeyn de “Suudi Arabistan’ın Filistin ve davasına yönelik pozisyonu en başından, kurucusu Kral Abdulaziz’den bu yana sabit kalmış ve değişmemiştir” sözleri ile tam olarak da bunu demek istiyordu.
Kurucu Kral Abdulaziz’den halihazırdaki Kral Selman bin Abdulaziz’e kadar tüm bu yıllar boyunca Suudi Arabistan’ın Filistin için yaptıklarının tarihi gerçekten de iyi bilinmeli. Bu nedenle bazı temel aşamalarından bahsetmek istiyoruz ki bunlardan biri de 1982’deki Beyrut kuşatmasıydı. Ebu Ammar’ın (Yaser Arafat) yakınında olduğum bu zorlu, acımasız ve tehlikeli dönemde, dönemin Suudi Arabistan Kralı Halid, Veliaht Prens Fahd bin Abdulaziz, o dönemde Riyad Valisi olan Kral Selman bin Abdulaziz başta olmak üzere Suudi Arabistanlı liderlerin gece gündüz bu kuşatmayı yaşadıklarını hatırlıyorum. Kral Halid her gün uyumadan önce Ebu Ammar’ı arayıp: “Bir şeye ihtiyacınız var mı? Her halükarda Prens Fahd sabaha kadar benim yerimi alacak. Sizinle her zaman iletişimde olacak. İyi geceler” derdi.
Elbette Suudi Arabistan liderliği Ebu Ammar’ın Beyrut’tan güvenli bir şekilde çıkışını koordine eden taraflardan biriydi. Diğer taraflar ABD, Fransa ve tabii ki Sovyetler Birliği, Mısır ve Tunus’tu. Arafat Yunanistan’ın başkenti Atina’ya ulaştığında kendisini ilk arayan Prens Fahd olmuş ve ona şöyle demişti:
“Fas’ta görüşmek üzere… Filistin’de görüşmek üzere inşallah.”
Ebu Ammar, Filistin sorununa ilişkin bir çözüm taslağı üzerinde anlaşmak için ikinci Arap zirvesinin düzenleneceği Fas’a ulaştığında büyük bir karşılama ile karşılaştı. Arap liderler ve kralların tümü Fas Havalimanı’nda Filistinli lideri bekliyorlardı. Bunların başında da Ürdün Kralı Hüseyin, Suudi Arabistan Veliaht Prensi Fahd ve Irak Cumhurbaşkanı Saddam Hüseyin vardı. Sadece Suriye Cumhurbaşkanı Hafız Esed yoktu. Kendisine yakın bir Filistinli yetkiliye göre Hafız Esed “Vallahi, Arafat’a neden bu kadar ilgi gösteriyorlar anlamadım! Lübnan’dan çıkıp Beyrut’u İsrail güçlerine teslim etmişken neden kendisi için tüm bu karşılama törenleri düzenleniyor?” diye sormuştu.
Tabii bilindiği gibi Esed, henüz toplantılar sona ermeden bu Arap zirvesini terk etmişti. Kendisine Fetih Hareketi Merkezi Komitesi üyesi Nemr Salih (Ebu Salih) de eşlik etmişti. Nemr Salih daha sonra Ebu Halid el-Amla ve Ebu Musa ile birlikte Fetih Hareketi’nden ayrılmışlardı ama onların ve kendileri ile birlikte ayrılanların sonu çok kötü oldu. Suriye istihbaratı çok geçmeden onlardan vazgeçti. Hatta ikisi, Suriye’nin üst düzey makamlarının kararı ile idam edildi.
Konumuza dönersek… Suudi Arabistan geçmişte olduğu gibi halen Filistin meselesinin merkezinde yer almayı sürdürüyor. Kral Abdullah bin Abdulaziz, Beyrut zirvesi sırasında Beşşar Esed Ramallah’taki ofisinde kuşatma altında olduğu için zirveye katılamayan Ebu Ammar’ın görüntülü mesajının dinlenmesine karşı çıktığında neredeyse zirveden çekilecekti. Tüm Suudi Arabistan krallarının kalbi, Filistin meselesinin çok ve çeşitli durakları ve dönüm noktalarında her zaman üst düzey Filistinli yetkililere ve Filistin halkına eşlik etti. Bu bağlamda Filistin halkının, askeri ve siyasi örgütlerinin birliğine çok önem veren Kral Abdullah bin Abdulaziz’in 2007 yılında imzalanan Mekke Anlaşması ile Fetih ve Hamas hareketlerini barıştırmak için harcadığı yoğun çabayı da mutlaka hatırlatmalıyız. Ancak Hamas çok geçmeden Müslüman Kardeşler, Tahran, kendisini ne Arap ne de Körfez olmayan bir yola sokan Doha’nın emriyle geri dönüşü olmayacak biçimde anlaşmadan çekildi.