Salih Kallab
Ürdünlü yazar. Eski Enformasyon, Kültür ve Devlet Bakanı
TT

Filistinliler hazır, İsraillilerin ise kafası karışık

Bazılarının düşündüklerinin ve birçoklarının pazarladıklarının aksine Mahmud Abbas (Ebu Mazen) başkanlığında Filistin Ulusal Yönetimi birincisi: Filistin meselesiyle ilgili tüm bu son gelişmelere şaşırmadı. İkincisi: Başta Filistin Yönetimi’ni feshetmek üzere elinde etkili ve faal birçok kart bulunuyor. İşler bu adımı atmayı gerektirdiğinde alternatif, yalnızca işgal altındaki Filistin topraklarında yani Batı Şeria ve İsrail’de değil bölge genelinde ve tüm dünyada benzeri görülmemiş bir şiddet olacaktır.
Ürdün Kralı’nın, Filistin Ulusal Yönetimi’nin çökmesinin bu bölgenin tamamında şiddet anlamına geleceğine dair açıklamasını, başta ABD ve İsrailliler olmak üzere duyan herkesin, Netanyahu bu kadar ileri gider ve Yüzyılın Anlaşması bütünüyle uygulanırsa bunun, şu anda Ortadoğu’da olduğundan daha farklı bir duruma yol açacağını fark etmiş olmaları gerekiyor. Bu, gelecek temmuz ayının başına kadar ertelenen İsrail’in “ilhak” adımına sempati duyan herkesin, bundan sonra yürekleri ağızlarında, özellikle tüm Ortadoğu’daki stratejik çıkarları için sadece rahatsız edici değil aynı zamanda korku verici gelişmeleri beklemeleri gerektiği anlamına geliyor.
Şu ana kadar bu konuda ne Filistin Yönetimi ne de tüm Filistin halkının tek ve yasal temsilcisi olmayı sürdüren Filistin Kurtuluş Örgütü’nden (FKÖ) hiçbir resmi adım gelmedi. Ayrıca (Karar mercii bir Filistinli yetkiliye göre) Başkan Mahmud Abbas, İsraillilerin bahsettikleri “ilhak” süreci ile ilgili atılacak herhangi bir adıma karşılık vermeyi, gelecek temmuz ayının başından sonraya bırakmış bulunuyor. Fakat her halükarda Netanyahu ve onunla birlikte olanların yapacaklarının kesinleştiği şeye karşı Filistinlilerin tepkisi hazır ve üzerinde anlaşmazlık yoktur diyebiliriz.
Filistinlilerin ve onlarla birlikte Filistin davasının Arap dünyası ve ümmet için önemini takdir eden tüm Arapların, ayrıca dünyada vicdan sahibi herkesin kalplerine gerçekten acı veren husus, kutsal bir hak davası olması gereken bu davanın ABD başkanlık seçimleri ile İsrail seçimlerinde ABD’deki sağcı Hristiyanların, İsrail’de aşırı Siyonistlerin duygularına dokunmak için kullanılan bir kart haline gelmesidir.
Binaenaleyh, ister ABD isterse de İsrail’de olsun karar sahiplerinin, Filistinlilerin, “Güvenlik ilişkileri dahil İsrail ve ABD ile tüm bağlarını keseceklerini” açıklamasının anlamını idrak etmeleri gerekiyor. Bu uyarı, bütün organları ve departmanları ve elbette FKÖ ile Filistin Ulusal Yönetimi’nin, işgal altındaki Filistin, İsrail, bölgenin tamamı ve tüm dünyada patlak verecek herhangi bir şiddet ve terörizmden sorumlu olmayacağı şeklinde anlaşılmalıdır.
Filistin halkının bilindiği gibi Oslo Anlaşmasında yer alan, 1967 savaşı öncesi sınırlarına göre Batı Şeria ve Gazze Şeridi’nde bağımsız bir Filistin devleti gibi meşru hakları, ABD ve İsrail seçimlerinde pazarlık konusu olduğunda bu gerçekten de Filistinlileri adeta şiddet ve terörizme itmek demektir. Topraklarını gasp edenlere karşı barışçıl çözümler başarılı olmadığında silaha sarılmak zorunda kalan büyük Cezayir halkı, birçok Afrika kıtası halkı, Vietnam halkı ve diğer birçok halkın deneyimledikleri gibi Filistinliler de bu deneyimi, bilinen tarihsel aşamada daha önce deneyimlemişlerdi.
Bu noktada şuna işaret etmeliyiz: Filistinliler ile Arapların belki de hepsi, ilhakın artık söz konusu olmadığı hatta devlet olarak İsrail tarafından reddedildiğine, Doğu Kudüs başta olmak üzere 1967’de işgal edilen toprakların ilhakını içermeyecek şekilde ABD’nin Yüzyılın Anlaşmasını gözden geçirmeye hazırlandığına dair açık ve net bir açıklama olmadan ne ABD ne de İsrail ile müzakerelerin mümkün olmadığını düşünmektedir.  
Tabi ki Filistin Yönetimi’nin, Filistinlilerin uluslararası meşruiyet ve Arap Girişimi temelinde, 1967 sınırları dahilinde başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti ve 1948 sınırları dahilinde mevcut İsrail devleti formatında iki devletli çözüme göre müzakerelere ve barış sürecine bağlı olduklarını hem geçmişte hem de günümüzde deklare ettiği biliniyor.
Asıl önemli olan, gerek Filistinli gerekse de İsrailli güvenilir kaynakların, İsrail hatta güvenlik güçleri içinde bile bu konuda gerçek bir anlaşmazlık olduğunu teyit etmesidir. Buna göre kimi İsrailli taraflar, “ Hepsini isteyen her şeyi kaybeder” diye düşünüyor ve 1948’den günümüze kadar elde edilenleri korumanın yeterli olacağına inanıyorlar. Bilhassa, koronavirüs salgınının dünyanın tamamını kontrol etmesinden, Avrupa devletlerinin bile bu korkunç salgın ile meşgul olup ne İsrailliler ne de çoğu adaletsiz meseleleri ile artık ilgilenmemelerinden sonra gerçekleşen çok sayıda ve etkili küresel değişkenler göz önüne alınmalı.
Ne var ki, ABD başkanlık seçimleri tarihinin yaklaşması ile Başkan Trump’ı artık ikinci dönem başkan seçilmekten başka bir şeyin ilgilendirmediği açıkça görülüyor. Bu nedenle şu anda birincil odak noktası Evanjelist Hristiyanların oylarını garantilemek. Bunun yanında, seçim kampanyasını yürütenlerin birçoğu, Trump’ın Ortadoğu’nun parçalanmış olduğu, Arapların çoğunun karşı karşıya oldukları zorluklarla (en tehlikelisi de İran) meşgul olduklarına dair kanaatlerini pekiştirmeye devam ediyorlar. Gerek Trump gerekse de bu kişiler, anılan zorlukların en azından bu aşamada Arapları, yüzleşme ve mücadele konusunda Siyonist düşmana değil de eski tarihsel “öçlerden” yola çıkan, dört Arap ülkesinde (Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen) bazı stratejik atılımlar gerçekleştirmeyi başaran bu düşmana öncelik vermeye ittiği inancındalar.
Bazıları, bilinen Arap grupların İran’ın bu ihlallerine, İsrail’e baktıkları perspektiften (Siyonist düşman) bakmadıklarını düşünüyor ki bunda tamamen olmasa da büyük oranda haklılar. Bu bozukluğun sorumluluğunu, Humeyni’den başlayarak, Hamaney ve lideri Kasım Süleymani’nin ölümünden sonra dahi Irak’a hükmetmeyi sürdüren İran Devrim Muhafızları’na kadar mevcut İran aşamasının liderleri üstleniyor. Hatta İran liderliği içinde Devrim Muhafızları en fanatik ve İslam ümmeti içinde çoğunluğu oluşturan Araplara en düşman olandır.
Bu, açık ve net bir biçimde dillendirilmelidir. Kontrol ettiği Arap ülkelerindeki İran’ın askeri, güvenlik ve her türlü varlığının gayesi Filistin’i kurtarmak ve Siyonist düşman ile mücadele değil mezhepsel hesapların tasfiyesidir. Bunu kuşkusuz hem Binyamin Netanyahu hem de bütün İsrailliler biliyorlar. Aksi takdirde Siyonist düşmanın Golan Tepelerini işgaline karşı tüm bu sessizlik ne anlama geliyor? İran Devrim Muhafızlarının özellikle de Suriye’de silahlarının namlularının Filistin ve Golan Tepelerinden farklı bir yöne çevrilmiş olmasının anlamı nedir?
İsraillileri ve bilhassa Netanyahu ile onunla birlikte olanları, hepsi olmasa da ABD’lilerin büyük bir bölümünü bu şekilde davranmaya iten şüphesiz budur. Fakat bu kişilerin göz önünde bulundurmaları gereken bir husus daha var, o da kendi hesaplarından başka hesapların, ilhak süreci devam edip gerçekleşirse, Yüzyılın Anlaşması Filistinliler ve Araplara dayatılırsa, bu bölgede patlamanın kaçınılmaz olduğudur. Şu anda Ortadoğu bölgesinin büyük bir bölümünde var olan terörün, şimdiden kapıda durduğunu bildiğimiz büyük terör dalgası karşısında küçük bir “şaka”dan ibaret kalacağıdır.