Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Bireylerin eğilimlerinden kurum kültürüne!

Filistin halkı modern tarihte en çok haksızlığa uğrayan halklardan biridir. Dünya, gölgesinde yaşayacağı tanınmış bir yasal oluşuma sahip olma hakkını ona çok gördü. Bu nedenle dünyanın her yerindeki kitleler ona sempati duyuyor ve onunla dayanışıyorlar. İsrail’in Filistin halkının haklarına yönelik uzlaşmaz tutumunu kınıyorlar. İşgal altındaki topraklarında maruz kaldığı aşırı sertlik ve zulme karşı çıkıyorlar. Her akıllı bu gerçeği bilir. Ne var ki, Filistinli siyasi güçlerin kendisine eşlik eden bazı siyasi uygulamaları ile Filistin halkının direnişinin bazı evrelerinin ciddi gözden geçirmelere gereksinimi vardır.
Bu arka plan kapsamında, askıda kalan Arap sorunlarını ele almayı amaçlayan bağımsız ve sivil bir girişim olarak bir grup Arap aktivist bir araya gelerek kendilerine “Arap Barış Çağrı Grubu” adını verdiler. İlk ele aldıkları sorun da Filistin davası oldu. Grup içinde neredeyse tüm Arap ülkelerinden aktivistler var ve hiçbir tarafı değil kendilerini temsil ediyorlar. Sorunların doğru anlaşılmasını sağlayacak tüm olası dosyaları özenle tarayıp daha sonra çözümler sunmaya çalışıyorlar. İlk adımları, Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile geçen hafta uzaktan gerçekleştirdikleri görüşme oldu. Bu, Filistin Kurtuluş Hareketi (FKÖ) Başkanı Mahmud Abbas ile başka bir görüşmeye hazırlıktı. Konu hakkında konuşmaya yetkim yok ve söz konusu görüşmenin ayrıntılarına girmek de istemiyorum. İçinde bulunduğumuz dönüm noktasında bir gerçekleri okuma çabası olarak yalnızca konu hakkındaki kişisel görüşümü sunmak istiyorum.
Amaç, Filistin birliğine teşvik etmek. Fakat bunu, kendisi için değil, tüm Filistinli vatandaşların özgür görüşlerinden kaynaklanan bir meşruiyet üreten, periyodik olarak yenilenen, gelişmelere paralel olarak rasyonel ve ilerici bir program oluşturan, özgürlüklere dayanan modern kurumlar kurmanın bir yolu olarak teşvik etmektir. Bunun önünde görülebilecek engeller 4 genel noktada toplanabilir.
Birincisi, Filistin davası yalnızca bir Arap veya İslami dava değildir. Dallarının yanı sıra bütününe bakılması gereken insani bir davadır. Tüm İslam ülkeleri bu meselede sahipleri ile aynı bakış açısına sahip olmak zorunda değildir. Keza, dini ve ulusal sınıflandırma dışında bu konuya insani açıdan sempati duyan veya olayların dünyaya olması gerektiği gibi açıklanıp  sunulduğunda sempati duyabilecekler de vardır.
İkincisi, Filistinli akımlar ve FKÖ arasındaki ittifaklar ya da Filistinlilerin Araplar veya diğerleriyle yaptıkları ittifaklar çoğu zaman kaybetmeye mahkûm ittifaklardı. Bunlar genellikle doğru politik hesaplamalardan uzak, aşırı duygusal bir duruş tarafından yönlendiriliyordu. Bu ittifakların hal ve davranışları “Düşmanıma karşı olan herkesle birlikteyim” diyordu. Müttefik devletin veya siyasi hareketin ajandasını göz ardı ediyordu. Halkına, komşularına ve dünyaya karşı kınanması gereken davranışlarını ve Filistin davasını, ajandasını uygulamak için bir araç olarak kullanmasını önemsemiyordu. Buna örnek olarak, Enver Sedat döneminde Mısır’a karşı benimsenen ve o dönemde “ret cephesi” olarak bilinen tutumu verebiliriz. Söz konusu cephe bir devlet olarak Mısır’ın tüm özgül ağırlığını aştı. İçi boş devrimci sloganları süslemeyi iyi bilen birkaç maceracı Arap liderliğe bağlı kaldı. Oysa bu liderlikler kendi yerel çevrelerinde bile iyi bir yönetim kuramamışlardı. Burada elbette Sedat’ın politikalarının tamamen doğru olduğunu ve tartışılmaması gerektiğini kastetmiyorum. Siyasi anlaşmazlığın dışına çıkarak bilinmeyene girme riskinin alınmaması gerektiğini kastediyorum.
Bir diğer örnek, Filistin liderliğinin Kuveyt işgali öncesi ve sırasında Saddam Hüseyin ile yaptığı ittifaktır. Bu da yanlış ittifaklardan sadece biriydi. Ne var ki, bugün tarih tekerrür ediyor. Bir Filistinli direniş grubu, sonuçlarını düşünmeden “bize silah ve para yardımı yapıyor” diyerek Tahran eksenine dahil oluyor. Bunun doğru olduğunu (yardım yaptığını) varsaysak bile bunun için ödenen bedel daha ağırdır. Zira bu, bazılarının, İran’ın genişlemeci projesinin İsrail gibi işgalci olup Suriye, Irak, Yemen ve Lübnan’ı kapsadığını ve gözlerini açıkça Körfez komşularının topraklarına dikmiş olduğunu görmemelerine neden olmaktadır. Buna karşılık, Arapların özellikle Suudi Arabistan gibi bir ülkenin verdiği destek ve Körfez’in stratejik derinliği, Filistin davası için yalnızca diplomatik ve mali açıdan değil aynı zamanda stratejik açıdan da daha büyük, kalıcı ve önemlidir. Alenen İran projesinin tarafını tuttukları anda, söz konusu ittifakın ulusal güvenliklerinin yanı sıra bekaları için de açık bir tehdit oluşturduğunu düşünen geniş halk kitlelerinin sempati ve anlayışını kaybetme riskini almış olduklarını bazı Filistinli gruplar anlamıyor veya idrak edemiyor gibi görünüyor. İran’ın tarafında yer almak ayrıca, Filistin davasının sempatizan kaybetmesine ve İran projesinin genişlemeci bir proje (hatta kimilerine göre bir terör projesi) olduğunu düşünen uluslararası taraflar ile diyalog fırsatını kaçırmasına da yol açıyor.
Üçüncüsü, ABD’ye karşı tutumdur. ABD’den sağır bir blokmuş gibi bahsetmek metodolojik ve politik bir hatadır. Akademik, politik ve liberal sektörleriyle ABD ile (kim olursa olsun) ABD yönetimi farklı şeylerdir. Duygusallık yüklü “ABD’ye ölüm, İsrail’e ölüm” sloganı Tahran’da veya Sana’da hatta Beyrut’un güney banliyösünde benimsenebilir ama Filistin davası gibi önemli, eşit ve adil bir dava böyle bir sloganı benimseme riskini almamalıdır. Yarı tarafsız İsrail çalışmalarının çoğu, İngiltere'nin kırklı yıllarda İsrail devletinin kurulmasına yönelik olumlu tutumu olmasaydı, İsrail’in kurulmayacağını söyler. Mantık, bugün dünyanın en önemli ülkesinin bölgedeki politik, diplomatik ve ekonomik sahneyi etkiyebileceğini söyler ki bu da halihazırda ABD’dir.
ABD, kamuoyu tarafından kararlaştırılan barışçıl iktidar değişimine dayanan, kamuoyunu etkileme yoluyla politikaların belirlendiği bu ülkedir. Bununla birlikte, söz konusu sahneyi, her türlü siyasi çalışma ve faaliyetlere açık bırakmak ve onlara sırtını dayamak aciz ve zayıf bir anlayıştır. ABD’nin İsrail’e desteği nedeniyle bölgedeki düşmanlarının kucağına atılmak aradaki çatlağı büyütmektedir. Mevcut ABD yönetimi İsrail’in tarafını tutuyor olabilir ama başka bir yönetim daha anlayışlı ve uyanık olabilir. Dolayısıyla bu alanda (ABD’de) faaliyet göstermek ve etkin olmak önemlidir. ABD, Kanada ve Güney Amerika’da çok sayıda Filistinli ve Arap bulunuyor. Bunlarla çalışarak popüler diplomasi aracılığıyla söz konusu ülkelerde kamuoyuna Filistin davası anlatılabilir ve bu davanın haklı olduğunu anlamaları sağlanarak denge sağlanabilir. Bu, bahsettiğimiz bölgelerde alınacak kararları da etkileyebilir.
Dördüncüsü, Arap sahnesi genel olarak bitkin ve yorgundur. En büyük Arap ülkesi Mısır’ın Nil suları ve batısındaki iç savaş gibi başa çıkması gereken birden fazla sorun var. Suriye ve Lübnan’ın başı Ceaser (Sezar) Yasası ile dertte. Irak bölünmüş. Yemen’in bir bölümü bileşenleri arasında ayrılık tohumları eken, acımasız ve hayali bir yönetimin kontrolü altında. Stratejik olarak yardımcı olabilecek Körfez ülkeleri ile tarihi destekçi Ürdün’ü kapsayan doğu kanadı dışında Arap cephesi hasarlı. Fakat bu bileşen içinde de bazıları, Filistin davasına kayda değer bir yarar sağlamayacak şekilde böbürlenip tehditler savuruyorlar. Bu girişimler iyi niyetli olabilir ama dediğimiz gibi faydasızdır.
Sonuç olarak, modern kurumların kuruluşuna götürecek bir geçiş olarak Filistin birliği bugün, hiçbir zaman olmadığı kadar önemli bir hale gelmiştir. Filistinlilerin kendi aralarında ve İsrail siyasi organı içinde işgal karşıtı güçlerle, stratejik Arap güçler gibi sağlıklı güçlerle yapacakları sağlıklı bir ittifak, beklenen büyük ve öncelikli değişkenlere uyum sağlamayı kolaylaştıracaktır. Acaba burunları Kaf dağındaki bu güçler, bulundukları o yüksek mevkiden inmeye tenezzül edecekler mi? Ayakları sonunda yere basacak mı?
Son olarak, bir değişim ile karşı karşıya bulunuyoruz. Kötülük yeni maskeler takarken eski araçlar etkisini kaybedecek. Yeni araçlara gelince, politik kültürümüzün yoksun olduğu bilime dayanmaktadır.