Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Lübnan’ı nereye götürüyorsunuz?

Lübnan Maruni Patriği Bişara er-Rai geçen pazar günü alenen Cumhurbaşkanı Mişel Avn’a hitap eden ama aslında müttefiki Hizbullah’ın dinlemesini istediği ateşli bir vaaz verdi. Başpiskopos Elias Oudeh da aynı gün verdiği vaazında “Acaba hangi ormanda yaşıyoruz” ifadesini kullandı. Bu iki vaazdan önce Lübnan Dışişleri Bakanı Nasif Hitti aldığı resmi davete uyarak Vatikan’ı ziyaret ettiği sırada yetkililerle yaptığı her görüşmenin temelinde şu önemli sorunun yer aldığını belirtmişti: “Lübnan’ı nereye götürüyorsunuz?”
Bu sorunun sadece Vatikan’da derin bir endişe konusu olmadığı, başta Fransa olmak üzere birçok Avrupa devletinin de aynı endişeyi paylaştığı oldukça aşikâr. Bu endişenin arka planında, Lübnan’ı İran eksenine bağlama ve Doğuya yöneltme çabası vardır. Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Suriye rejimi ve kendisine yardım edenler kadar Hizbullah’ı da hedef alan Ceaser (Sezar) Yasası’nın yürürlüğe girmesinden sonra ABD ile keskinleşen çatışma bağlamında Lübnan’ın Doğuya yönelmesi gerektiğini açık ve net bir biçimde dillendirmişti.
Lübnan Maruni Kilisesinin pazar günü ortaya koyduğu tarihi pozisyondan bahsetmeden önce, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun salı günü deklare ettiği ülkesinin kararlı ve katı pozisyonu üzerinde durmak daha uygun olacaktır. Pompeo açıklamasında Washington’un Lübnan’ın İran’a bağlı bir ülkeye dönüşmesini kabul etmeyeceğini açıkladı. Hizbullah’ın bir terör örgütü olduğunu yineledi ve bütün ülkelere kendisini terör örgütü olarak tasnif etme çağrısında bulundu. Bu noktada, ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı Orgeneral Kenneth McKenzie’nin aynı gün Beyrut’a düzenlediği ziyaretin öneminin altı çizilmeli. Bu ziyaret kapsamında McKenzie, ABD Beyrut Büyükelçisiyle birlikte Cumhurbaşkanı Avn, Başbakan Hassan Diyab, Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri ve Genelkurmay Başkanı General Joseph Avn ile görüştü.
McKenzie, ABD askeri komutanlığının Lübnan’ın bağımsızlığını ve egemenliğini savunan Lübnan ordusuna desteğini sürdüreceğini vurguladı. Hizbullah’ın Lübnan’da karar alma mekanizması üzerindeki kontrolü ve kendi şartlarına göre kurulan hükümet, Hizbullah’ın ABD Büyükelçisi Dorothy Shea’ya karşı yürüttüğü kampanyasını tırmandırması olsun Lübnan’daki siyasi durumdan uzakta bu desteğin devam edeceğinin altını çizdi. Büyükelçi Shea, Hizbullah’a yakın bir hâkim olan Muhammed Mazih’in büyükelçinin açıklama yapmasını ve kendisi ile röportaj yapılmasını yasaklayan yanlış ve utanç verici kararı üzerine, Lübnan devletinin kendisinden resmi özür dilemesinden sonra “bu sayfayı kapattığını” açıklamıştı. Ancak Hizbullah ve destekçileri, Şii din adamı Nazir el-Ceşiy’in çarşamba günü “İsrail yararına casusluk ağları kurma” suçlaması ile büyükelçi hakkında başsavcılığa yaptığı ihbar ile gerilimi tırmandırmaya devam ettiler. Bu, Lübnan devleti ve yargısını bir kez daha bölgenin tamamına yayılan İran-ABD çatışmasına sürüklemeye yönelik açık ve net bir girişimdi.
Büyükelçiye yönelik bu kampanya bir detay. Zira General McKenzie’nin Beyrut ziyaretindeki en önemli nokta, Cumhuriyetçi Parti’ye bağlı Çalışma Grubu’nun 10 Haziran’da yayınladığı ve ABD’nin Lübnan ordusuna askeri, Lübnan devletine de mali yardımlarını durdurma çağrısı yapan raporun ardından, Washington’un, Lübnan ile Hizbullah’ı aynı kefeye koyduğuna dair söylenenlerin doğru olmadığını göstermiş olmasıdır. Dolayısıyla McKenzie’nin Lübnan Genelkurmay Başkanını ziyaret etmesi ve siyasi duruma rağmen yardımların süreceğini vurgulaması çok önemli ve belirleyiciydi.
Ziyaretin ardından çarşamba günü Pompeo’nun Hizbullah’ın girişimlerinin önünü kesmek amacını taşıyan açıklaması geldi. Hasan Nasrallah’ın İran’dan petrol ithal etme çağrısına karşılık Pompeo, Tahran ile herhangi bir anlaşma imzalaması durumunda Lübnan’ı yaptırımlara maruz kalmakla tehdit etti. Bunun İran'a uygulanan yaptırımların ihlali olarak değerlendirileceğini açıkça belirterek: “İran’ın petrolünü Lübnan (Hizbullah) dahil herhangi bir yere ihraç etmesini engelleyeceğiz” diye konuştu.
Fakat mesele bununla sınırlı değil çünkü ortada Lübnan’a yönelik derin ve ciddi bir Batılı ve Arap pozisyonu var. Söz konusu pozisyon, Dışişleri Bakanı Nasif’in Vatikan’da bile karşılaştığı ve dolaylı olarak “Lübnan’ı nereye götürüyorsunuz?” vurucu sorusunun ışığında belirmeye başladı. Dışişleri Bakanı Vatikan’da bu sorunun yanı sıra Papalık Doğu Kiliseleri Cemaati Başkanı Kardinal Leonardo Sandri ile Başpiskopos Paul Gallagher’dan şunları da duydu: Lübnan’a destek olunmalı ve ekonomik, finansal ve sosyal krizlerinden çıkması için kendisine yardım edilmelidir. Ekonomik ve finansal krizlerinden çıkış yolları bulmak için Lübnan, ABD, IMF ve uluslararası toplum ile görüşmelidir. Vatikan, uluslararası ortaklarla çözüm bulma konusunda Lübnan’a yardımcı olacaktır. Bütün bunlardan Vatikan’ın dolaylı olarak Dışişleri Bakanı ve Lübnan’a -liberal ve demokratik rejimin gerektirdiği gibi- yönünü doğuya ve İran eksenine çevirmemesi gerektiği mesajı verdiği ve böyle bir adımın ardından Arap ve Batılı ülkelerle yaşayacağı sorun ve zorluklara karşı uyardığı anlamı çıkmaktadır.
Patrik Bişara er-Rai’nin vaazına dönecek olursak, kendisi daha önce de muhalefetin katılmamasına rağmen “diyalog toplantısı” düzenlemekte direttiği için Avn’a sert eleştiriler yöneltmiş ve bu toplantının başarısız olmasının sorumluluğunu ona yüklemişti. Ne var ki pazar günkü vaazında, Lübnan’ı İran eksenine sürükleyen Avn-Hizbullah ittifakına yönelik tutumunu daha hararetli ve kararlı bir şekilde açıklığa kavuşturdu. Patrik er-Rai, Cumhurbaşkanına, meşruiyet ile özgür ulusal karar üzerindeki kuşatmayı kırma çağrısında bulundu. Bu sözler örtülü olarak Avn’ın temsil ettiği meşruiyetin kuşatılmış, ulusal kararlarının da özgür olmadığını ima ediyordu. Ayrıca, kilisenin Avn-Hizbullah ittifakı ile yüzleşmede kesin ve kararlı tutumunu temsil ediyordu.
Patrik bununla da yetinmeyip dost ülkelerden açıkça yardım istedi. Lübnan, tehlikelerle karşı karşıya kaldığında her zaman yaptıkları gibi hemen yardımına koşmalarını talep etti. Vatikan’da ortaya çıkan atmosfer ve Lübnan Dışişleri Bakanına sorulan soru da bunu doğruluyor. Diğer bir deyişle Patrik’in Vatikan Lübnan’ın politik, ekonomik ve sosyal olarak ulaşmış olduğu trajik durum ve doğuya yönlendirilmek istenen başarısız ve iflas etmiş bir ülke seviyesine düşmüş olduğu konusunda bilgi sahibi olmasaydı. Bu konuda temaslarda bulunulmasaydı her şeyi bu kadar açık ve net bir şekilde dile getirmezdi.
İnsanları açlık ve ihtiyaç nedeniyle intihar edecek hale getiren yaşam koşulları ve ekonomik durumdan uzun uzun bahsetmenin yanı sıra Patrik er-Rai daha da ileri giderek şunu da söyledi: “Lübnan’ın bağımsızlık ile birliğini yeniden tesis etmesi, uluslararası kararları uygulaması ve Lübnan’ın tarafsızlığını deklare etmesi için BM’den yardım talep ediyoruz.” Bu sözlerle Patrik, silahın sadece devletin elinde olması yönündeki 1559 ile 1701 sayılı kararların da aralarında bulunduğu BM kararlarının uygulanmadığını ve bunun Lübnan’ın hem bağımsızlığını hem de birliğini tehdit edebileceğini kastetti.
Fakat Maruni Patriğine göre Lübnan’ın birliği, Hizbullah’ın silahı ile bağlantılı ve sınırlı değil. Bu nedenle daha da ileri giderek şu ifadeleri kullandı: “Lübnan’ın tarafsızlığı, birliği ve tarihsel konumunun güvencesidir. Lübnan’ın tarafsızlığı onun gücü, bölgenin istikrarında, Arap ülkelerinin haklarını ve barış meselesini savunmada oynadığı rolün garantisidir. Akdeniz kıyısındaki konumu sayesinde Ortadoğu ülkeleri ile Avrupa arasındaki sağlam ilişkide oynadığı rolün teminatıdır.”
Lübnan’ın tarafsızlığı birliğinin teminatı haline geldiğinde, bu açıkça kendisini İran eksenine bağlamaya yönelik tüm çabaların onun birliğini ortadan kaldırmaya dönük bir girişim olduğu anlamına geliyor. Çünkü Lübnanlılar, bağımsızlıktan sonra benimsenen “Ne Batı ne de Doğu” şeklindeki tarafsızlık sloganına bağlı kalma eğilimindedirler. Bu slogan, Ulusal Diyalog Kurumu’nun yayınladığı “Baabda Bildirgesi” ile modern şeklini alıp Arap Birliği ve BM’de kaydedilerek uluslararası bir belge haline gelmiştir.
Bütün bunlardan sonra, Patrik er-Rai’nin yakın zamanda gerçekleşmesi beklenen Vatikan ziyaretinde, büyük devletlerin ve karar alıcı ülkelerin başkentlerinde pazarlaması ve bu yönde bir BM kararı alınmasını sağlaması için Papa Francis’e “Lübnan’ı tarafsızlaştırma projesini” sunacağına dair söylenenler şaşırtıcı değildir. Bu projenin gayesi, Lübnan'ın kimliğini ve tüm dinler ve mezhepler arasındaki medeni ilişkilerin ideolojisini oluşturması gereken çoğulculuğunu korumaktır.