Vahdettin İnce
Yazar
TT

Sürecin adını koyalım: Felakete doğru gidiyoruz…

Seyyid Hüseyin Nasr “İslam: idealler ve gerçekler” (Prof. Dr. Ahmet Özel dostum tercüme etmemiş adeta yeniden yazmış) adlı eserinde İslam ve Hristiyanlıktaki vahiy anlayışını değerlendirirken “İslam’da vahiy Kur’an’dır (kelamullah/Allah’ın sözü), Hristiyanlıkta ise İsa’dır (kelimetullah/Allah’ın kelimesi). Vahyin kaynağına insan eli değmemiş olmalıdır, bu yüzden Hz. Meryem bakire ve Hz. Muhammed de ümmidir” der.
Adı geçen kitabın herhalde en çarpıcı, en düşündürücü kısmı burasıdır. Bir medeniyetin inkişafının ya da izmihlalinin kodlarını barındıran bir tespittir de ondan.
Her iki medeniyetin tarihsel gelişim süreçlerini izah etmeye yarayacak son derece değerli bir veridir aynı zamanda. İki medeniyetin sonraki tarihsel evrelerde ortaya koydukları değerlerin şu veya bu şekilde bu başlangıç noktasıyla mutlaka bir ilişkisi vardır.
Nitekim bu değerlendirmeyi okurken ilk başlarda İsa heykellerinin, sonrasında başka heykellerin Hristiyan batı medeniyetinde gelişmesini, yaygınlaşmasını bir tür müşahhas vahyin (İsa’nın) “tefsir”i olarak yorumlamak gerektiğini düşünmüştüm.
Seküler batı medeniyetinin felsefi, ekonomik, sosyolojik, sanatsal… gibi somut heykel anlayışın ötesinde söylemsel olguların alanlarında bile özellikle görselliği, görünümü öne çıkaran bir karaktere sahip olması da bununla irtibatlıdır.
İslam medeniyetinde ise tahmin edebileceğiniz gibi ilk vahyin “söz” (Kur’an) olmasından dolayı tefsiri de doğal olarak tevhid, özgürlük, adalet, onur gibi soyut, sözel değerler niteliğinde gelişim göstermiştir.
Şöyle de diyebiliriz, her iki medeniyetin muhatabı insan olmakla birlikte medeniyet yarışına başladıkları start noktalarının farklılığı nedeniyle Hristiyanlık, onun çağdaş bir tefsiri olarak batı medeniyeti insanın dışının güzelliği, estetikliği, çekiciliği ile ilgilenirken İslam medeniyeti insanın içinin güzelliği, estetikliği, çekiciliği, ahlakiliği ile ilgilenmiştir.
Hristiyan müfessirler (heykeltıraşlar) görkemli heykeller yapıp onların konuşmasını umut ederken, Müslüman müfessirler canlı insanı tevhit, özgürlük, adalet, onur ve ahlak lisanıyla konuşmasını sağlamaya çalışmışlardır.
Doğal olarak her iki medeniyet de yeni olgular bağlamında tarihsel başlangıç noktalarını gözetmiş, kendileri kalarak gelişmiş, yeni duruma adapte olmuştur.
İslam dünyasının bugün batı medeniyetini olduğu gibi benimseyip hayatın her alanına egemen kılmayı esas alan yaklaşımı ise yeni durumlara kendisi kalarak adapte olmak olarak izah edilemez. Olsa olsa buna bir medeniyetin köklerinden kopup karakter olarak tamamen farklı bir medeniyetin peyki durumuna düşmesi denebilir.
Bir medeniyetin kendi kök değerlerinden kopup tamamen yabancı bir medeniyetin değerlerine kapılmasını anlatan çarpıcı bir kıssa var Kur’an-ı Kerim’de.
İsrailoğullarının Musa peygamber aracılığıyla Mısır’daki Firavun düzeninden kurtarılarak özgürleştirildikten, tevhid, özgürlük, adalet ve onur gibi manevi değerler etrafında ümmetleştirildikten sonraki süreçte karşılaştıkları bir kavmin tapındıkları görseli itibariyle göz alıcı bir putun benzerini yapıp tapınmaya başlamaları, insana izzet ve onur veren soyut değerleri bir kenara bırakarak insanı onursuzlaştıran, ama görseli göz alıcı olan altından bir buzağı heykelini yaparak ona kulluk sunmaları anlatılır.
Araplar, Farslar, Türkler ve Kürtler İslam’ın söz esaslı ve manevi değerler içeren mesajının taşıyıcıları olarak tarihe muhteşem katkılar sunduktan sonra modern zamanlarda batı medeniyetinin göz alıcı teknolojisinin, zenginliğinin, kalkınmasının, somuta odaklı estetiğinin, sanatının cazibesine kapılarak kendi değerlerinden kopmuş bugünkü halleri tıpkı İsrail oğullarının karşılaştıkları kavmin göz alıcı putlarının cazibesine kapılmasına benziyor bu nedenle.
Benzerlik bu kadarla bitmiyor tabi. İsrailoğulları bu şekilde medeniyet makasını değiştirmelerinin cezasını birbirlerinin kanını dökmekle ödediler. Kur’an-ı Kerim’de bu sapmalarından dolayı yüce Allah’ın onlara “kendinizi öldürün” dediği vurgulanır. Tevrat’ta da bu süreçte yaşanan iç çatışmalarda İsrail oğullarından öldürülenlerin sayısı bile verilir (ki binlerle ifade edilmektedir).
Yemen’de, Suriye’de, Libya’da, Mısır’da, Irak’ta, Afganistan’da… Arapların Araplarla, başka yerlerde Kürtlerin Kürtlerle, Farsların Farslarla, Türklerin Türklerle…sonra bu saydığım kavimlerin şu veya bu şekilde, şu veya bu isim altında, şu veya bu gerekçeyle birbirleriyle, kısacası Müslümanların Müslümanlarla savaşmasının, gözü dönmüşçesine birbirlerinin kanını dökmesinin başka bir izahı da yoktur zaten.
İsrailoğulları yaptıkları hatayı anlayıp tövbe edince kanlı süreç sona ermiş ve Davut ve Süleyman peygamberler dönemindeki görkemli medeniyeti kurmuşlardı.
Yüz yılı geçti Müslümanların birbirleriyle çatışmaya başlamalarının üzerinden. Tam, artık yaptıkları hataları anladılar, yeni bir görkemli döneminin kapılarını aralayacaklar diyorsun ki yeni bir Müslümanlar arası çatışmanın haberi geliyor.
İslam medeniyetini yeniden ayağa kaldıracak birikime, kültüre, deneyime, dinamizme, zenginliğe, değerler manzumesi hazinesine sahip iki omurga güç olan Türkiye ve Mısır’ın Libya üzerinde birbirlerine karşı askeri olarak konumlanışları bu yüzden kurtuluş gününün daha çok uzaklarda olduğunu gösteriyor ne yazık ki.
“Aranızda aklını kullanacak kimse yok mu?”