Rıdvan Seyyid
Lübnanlı akademisyen, siyasetçi- yazar Lübnan Üniversitesi'nde İslami ilimler profersörü
TT

Arap aklı ve kavrayışı üzerine bir tartışma mı?

Geçen yüzyılın yetmişli yıllarından bu yana yarı akademik ve stratejik çevrelerde Arap aklının veyahut Arap zihninin sorunları üzerine büyük bir tartışma yapıldı. Diğer kusurlar -kusurlarımız- da elbette 1967 yenilgisinden sonra ortaya çıktı. Modern Orta Doğu çalışmaları üzerine çalışan eski bir Alman profesörü yıllardır yaptığı okumalarında ve gözlemlerinde, Arap ulusal ve dini kimliğinde göründüğü üzere ulusal veya dini bir kimliğin katledildiğine tanık olduğunu söyledi.
Kendisinden ders aldığım hocama, geçen yüzyılın yetmişli yıllarının ortalarında bize anlattığı derslerde Alman ve Japon kimliklerinin, onların öncesinde ise Yahudi dini ve insani kimliğinin çirkin bir şekilde katledildiğini anlattığını hatırlattım. Bana şöyle cevap verdi:
“Yahudi kimliğinin sorunları ve zorlukları çok karmaşık ve uzun bir sürece yayılmaktadır. Yahudi asıllı Karl Marx da dahil olmak üzere yüzlerce kişi bunun üzerine yazılar yazdı. Soykırım olmasaydı tartışma son bulmazdı. Japon ve Alman kimliklerinin sahipleri ise iki dünya savaşını veya en azından ikincisini tetiklediler. Alman ve Japon başarıları bu ikinci savaştan sonra tüm ırk odaklı çalışmaları silip süpürdü. Arapları hor görmek ve ayıplamakla ilgili olan sorun ise ezici başarı ya da başkalarına yapılan korkunç tahakküm değil, başarısızlıktır.”
Bernard Lewis, Arapların (ya da Müslümanların) sorununun iktidarsızlık ve nefret olduğunu söylüyor. Avrupa ve Batı medeniyetini yakalanamaması olarak iktidarsızlık ve dolayısıyla modern araçla birlikte bu üstünlüğe duyulan nefret!
Albert Hourani, Lewis’ten farklı düşünüyor ve onun temellendirmelerinin makul olmadığını söylüyor. Fakat kendisi Arap Halkları Tarihi kitabında, Arapların içinde bulunduğu darboğazın ulus devletlerini kurma konusundaki başarısızlıklarında yattığını söylüyor. Neden başarısız oldular? Çünkü ulus devletler Arap liderlerin ve onların uluslararası sponsorlarının görmedikleri özelliklere sahiptirler.
Hourani'nin bir öğrencisi olan Eugene Rogan ve onun ardından Profesör Saint Anthony bu başarısızlığı, Sykes-Picot'tan İsrail devletinin kurulmasına kadar geçen süreçteki uluslararası politikaya, Soğuk Savaş dönemindeki çatışmalara, uluslararası terörizm korkularına veya ya baskıyla ya da milislerin şiddetinden dolayı bölgeye yönelik uluslararası müdahalelere izin verilmesine bağlıyorlar.
Arap yenilikçileri Gustave Le Bon'u çok sevdiler ve birçok kitabını tercüme etmeye giriştiler. Onların sevgilerinin sebebi elbette onun kendilerini övüyor olması değil, büyük tarihsel dönüşümleri anlamada psikolojik ve sosyal faktörlere başvurmasıydı. Arap yenilikçilerinin Le Bon’da ve diğerlerinde aradıkları bir diğer husus ise ‘ilerleme ve çöküş’ yasasıydı.
Alıntıladığımız bu değerlendirmelerden de görüldüğü üzere tarihi ve modern Arap aklı üzerine yapılan çıkarımlar, kimi zaman resmin dışındaki parçalara kimi zaman ise hiçbir şeyi açıklamayacak psikolojik faktörler üzerine odaklanıyor.
Rifaa Rafi Tahtavi ve öğrencileri 1877 yılında ‘Avrupa Uygarlığının Tarihi’ başlıklı bir kitabı çevirdiler. Muhammed Abduh gençlik dönemlerinde bunu coşkuyla karşıladı ve kitabı Ezher'deki meslektaşlarına ve öğrencilerine sundu.
Yirmi yıl sonra Saad Zağlul’un kardeşi Ahmed Fethi Zağlul ve meslektaşları, Fransızların ve İngilizlerin ilerlemesinin sırrı üzerine yazılmış olan çeşitli kitapları çevirmeye başladılar.
O sıralar çeşitli şekillerde dile getirilen şöyle sorular vardı: Neredeyiz? Nasıl ilerleriz? Diğer uluslar nasıl ilerledi? Neden diğer uluslar ilerlerken Müslümanlar geri kalıyor? Bunun sebebi Arap aklı mıydı yoksa İslam mıydı? Ya da ikisinin karışımı mı? Yoksa bu geri kalışın sebebi yalnızca bölgesel ve uluslararası müdahaleler mi?
Mevcut durumu dış, bölgesel ve uluslararası müdahalelere bağlayanlar olduğu kadar, bireysel ve kolektif öznel faktörler üzerindeki kusurlarının yanı sıra iç çatışmaları ön plana çıkaranlar da bulunuyor. Elbette Suriye, Lübnan, Libya ve Yemen'deki yıkımda iç sorumluluklar üzerine söylenecek çok şey var. Ancak bölgesel ve uluslararası sorumluluklar açıklanmaya ihtiyaç duyulmayacak kadar açık bir durumdur.
İranlı ve Türk yöneticilerin, yetkililerimizden daha rasyonel veya medeni olmadıklarını iddia ediyorum. Fakat kendi stratejik hedefleri ve ulusal çıkarları doğrultusunda ordularını ülkemize göndermeye ya da ülkelerimizde milis grupları oluşturmaya hazırlar. 100 yıldan uzun bir süredir ihtiyacımız olan şey ulusu, onuru ve kendini koruyup savunmaktır. Eğer ülkenizi ve topraklarınızı savunmak için savaşmaya hazır değilseniz, on yıllar boyunca savaşmanız gerekebilir.
Mısır parlamentosu iki gün önce Mısır ve Arap ulusal güvenliğinden dolayı Libya'ya müdahale etmeye karar verdi. Bu kararın stratejistler tarafından çalışılacak sonuçları olacaktır. Mısır'ın 1972-1973 yılları arasında toprağını kurtarmak amacıyla savaş başlatma kararını dikkatlice inceledikleri gibi bu meseleyi de ele alacaklar. Bu oldukça önemli bir karardır. Çünkü Arapların Mısır ile anlaştığı 1973 savaşından bu yana herkes kendi kovuğuna çekildi. Bunun ardından Mekke-i Mükerreme de dahil olmak üzere pek çok yer hedef alındı.
Arapların zihniyetinde, psikolojilerinde ya da ilerleme durumlarında herhangi bir sorun yok. Eksik olan şey, stratejik güvenliğini savunma girişimidir. Yemen'de başladı ve şimdi Libya için yola çıkıyor. Bunun diğer ülkelerdeki koşulları ve şekilleri farklı olacaktır. Ancak endişeler ve niyetler birdir.
“Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler.”