İmil Emin
Mısırlı yazar
TT

Lübnan: Anka kuşu ölmez

Bölge ülkelerinden sadece Lübnan’ın adı, tarihi ve medeniyeti, hepimizin duyduğu ama görmediği, altın kanatlı, ölüme direnme ve küllerinden yeniden doğma konusunda ölümsüz bir yeteneğe sahip Anka kuşu ile ilişkilendirilmiştir. Lübnan’ın kaderinde, çok sayıda ve aralıksız yangınlar yaşansa da Lübnanlıların iradeleri her zaman, ülkelerini ölümsüz Anka kuşu efsanesine bağlayanın kendisi olduğunu kanıtlamıştır. Söz konusu yaklaşım, bu asil ve onurlu halkı her zaman ayağa kalkmaya itmiş, ileriye yöneltmiş, imkansızı başarmasını sağlamıştır.
Yaşadığı son yangının ardından “Dünyanın kraliçesi Beyrut”un görüntüsü yürek parçalayıcıydı. Mersiyelerin diliyle yaralar bedenini baştan aşağı kaplamıştı. Beyrut sanki son nefesini vermek üzere ama aslında bütün bunlar, Lübnan’ın yeniden dirilişinden önceki saatlerdir. Umarız limanda yaşananlar, özellikle son zamanlarda çok ıstırap çeken bir halkın acılarla dolu yolunun sonu olur.
Bu son acı felaket Lübnan’ın “yalnız olmadığını” kanıtladı. Dünyanın batısından doğusuna, insani duygulara sahip herkes coşkulu bir şekilde, hükümeti, milisleri ve “Sedir ülkesi”nin ruhunu ikiye bölen kota sisteminin peşinden giden diğerlerini değil halk ve medeniyeti ile Lübnan’ı kurtarmak istediğini ve buna hazır olduğunu gösterdi. Lübnan neden her şeye rağmen, her zaman kalplerde kalmaya devam etti?
Çünkü kısacası, onlarca yıldır gözden geçirilmiş baskısıyla Arap medeniyetinin bir simgesiydi. Bütün ulus, din, mezhep ve ırklar arasındaki uyumun ülkesiydi. Avrupa’ya erkenden açılmış, eksiklik ya da aşağılık duygusuna kapılmadan Batı kültürünü aşılamış ve beslemiş bir medeniyetti. Lübnan, Arap milliyetçiliğinin kaynağıydı. Bağımsızlıklarına kavuşmaları ve bir yandan Osmanlı bağından kurtulmaları diğer yandan Avrupalı manda yönetimlerinin zamanını sona erdirmeleri için Arap dünyasına Arap milliyetçiliğini ihraç etmişti.
Bugün ıstırap çeken Beyrut’u dünya ellili, altmışlı ve yetmişli yılların başına kadar modernliğin -tabii ki Arap asaletinden ve kültürünü koruyarak- simgesi olarak tanıdı. Beyrut bu yıllar boyunca Doğu’nun İsviçre’si sıfatını hakkıyla taşıdı. Edebiyatı, sanatı, tiyatroları ve üniversitesi ile Arapların kalbine adını kazıdı.
Ne var ki, yetmişli yılların ortasında Lübnan’ı 15 yıl süren bir yangın kapladı. Lübnanlılar bu süre boyunca ülkelerini adeta sokak sokak bölerek birbirleri ile çatıştılar. Sonunda, iç savaşın tek kazananının Lübnan’ın düşmanları olduğunu keşfettiler. O zaman Taif Anlaşması gelerek Lübnanlıları bu cehennemin alevlerinden kurtardı. Anlaşmanın imzalanmasının üzerinden geçen 30 yıl içerisinde, tarafların ruh hali ile ülkedeki durum değişti. Bu değişimin sonucu bize, Lübnan’ın radikal eğilimler ve milis gruplar tarafından ele geçirildiğini gösteriyor. Ufkun ötesinden ise, Lübnan halkının kötülüğünü isteyen, kendi çıkarları için Lübnan ve Lübnanlıları yeni küresel jeo-stratejik çatışmalar sunağında kurban olarak sunmaktan kaçınmayan, eski baskısında yaratıcı kaosun neden olduğu hesapları tasfiye etmek isteyen bölgesel güçler görünüyor.
Beyrut limanında olanlar; neler olup bittiği, nasıl gerçekleştiği, kendisiyle böyle trajik bir şekilde oynanmaya devam edilmesi durumunda Lübnanlıların kaderinin ne olacağı konularında en üst düzeyde sorgulamalar gerektiren bir dönüm noktasıdır. Nedeni ne olursa olsun liman patlaması, bir semptomdur. Gerçek hastalık, lafı dolandırmadan ve evirip çevirmeden söylemek gerekirse Lübnan’ın kararı ve iradesi elinden alınmış bir ülke haline gelmesidir. Bunun sonucunda, “kamu yararı ve çıkarı” düşüncesi gerilerken, Lübnan ve halkının mahvolmasını umursamayan bir örgütün arkasına saklanmış kolonyal amaçlar öne çıktı. Zira bu örgüt, tek taraflı, dogmatik, ölümcül, ulusal devlet ve vatandaşlık kavramlarını tanımayı reddeden, sahte bir ümmetçiliği üstün kılmaya çalışan bir düşüncenin uzantısıdır. Her türlü ulusal değerden arındırılmış böyle bir ortamda, bürokrasi hakim olurken, adam kayırmacılık ve liyakatsizlik devlet memurluğu atamalarının ölçütü haline gelir. Görünmeyen ve halktan gizli yapılan ittifaklar üstün gelir.
Bu satırlardan hayati önemdeki şu soru çıkıyor: Lübnan yaralarını tek başına sarabilir mi? Tarihsel bir dürüstlük ve açıklık, Lübnan’ın hiç kimseden saklayamayacağı muazzam ve korkunç bir stratejik boşluktan mustarip olduğunu söylememizi gerektiriyor. Bu boşlukla birlikte, Lübnanlı geleneksel siyasi güçler, etkinliklerini yitirdiler. Kanlı salı gününün olayları onları aşarak geride bıraktı. Bu olaylara ilaveten, yaklaşan ve daha tehlikeli bir kazanım daha var ki, o da Uluslararası Mahkemenin eski başbakan Refik Hariri suikastıyla ilişkili olarak 4 Hizbullah üyesi hakkında açıklayacağı kararıdır. Herkes bu kararın arkasından gelecek tepkinin nasıl olacağını biliyor. Silahının gücüne dayanan bir iç işgalden kurtulmak için Lübnanlıların bu kez benzeri görülmemiş bir şekilde sokağa dökülmeleri olası.
Lübnan’ın hemen ve acil bir biçimde hiyerarşik bir siyasi yeniden inşanın yanı sıra, yüz binlerce kişinin evsiz kaldığı ve sokaklarda yaşadığı göz önüne alındığında günlük yaşantısının da düzenlemesine ve yeniden inşa edilmesine ihtiyacı vardır. Bu evsiz barksız insanların ihtiyaçları bir yandan uluslararası toplumun faaliyetleri diğer yandan Arapların kardeşlerine yönelik görev bilinci ile karşılanabilir. Ancak asıl sorun, Lübnanlıların bu patlamanın yaralarını sardıktan sonra ufukta görünen toplu intihar uçurumuna düşmeden önce Lübnan’a politik ve küresel yardım elinin nasıl uzatılacağıdır. Zira mecazi zamansal anlamı ile patlamanın ertesi günü bizi korkunç olasılıklar bekliyor.
Bu patlama bazı bölgesel güçler tarafından Lübnan’ın egemenliğini sona erdirmek için Aşil topuğu olarak kullanılabilir. Dahası, Lübnan’ın coğrafi boyutunu aşan savaşlar çıkabilir. Yakın zamanda batı ve doğuda herkese uzanacak patlamalardan kaçınmak istiyorsak formatı nasıl olursa olsun Lübnan’ın kurtuluşu için Arap kulübü bir zorunluluktur. Lübnan siyasi evini yeniden düzenlemeye yönelik projeye verilecek uluslararası destek de kaçınılmaz bir görevdir.
Evet, “Lübnan bir Anka kuşu ve Anka kuşu ölmez.” Ama şu anda çeşitli şekilleri ve semptomları ile ölüm acıları çekmektedir. Onu yeniden diriltecek iyi niyetli ve vicdanlı kimselere ihtiyacı vardır.