Şerif Egemen Ahmet
Gazeteci
TT

Doğu Akdeniz sorunu silahla çözülür mü?

Mısır ile Yunanistan arasında geçen hafta imzalanan deniz yetki alanları anlaşması, Doğu Akdeniz’de suların ısınmasına yetti. Bir önceki NAVTEX krizinde Almanya Başbakanı Angela Merkel’in araya girmesi üzerine bölgedeki doğal gaz ve petrol aramalarını durduran Türkiye, Kahire ile Atina’nın son hamlesi karşısında verdiği tavizi bir kenara bıraktı.
Oruç Reis isimli sismik araştırma gemisinin enerji tarama faaliyetleri için, Mısır-Yunanistan anlaşmasında taahhüt edilen alanlara dokunmayan, NAVTEX ilan edildi. Türk donanmasının büyük bir kısmı Akdeniz açıklarında Oruç Reis’in peşine takılarak koruma ve gözdağı görevini icra etti.
Yunan ordusu da bu kriz karşısında harekete geçerek savaş pozisyonu aldı. Hatta Rodos açıklarındaki bir Türk teknesine Yunan sahil güvenliği tarafından ateş dahi açıldı. Neyse ki 3 kişinin hafif yaralanmasıyla sonuçlanan kriz daha da büyüyerek sıcak çatışmaya evrilmedi. Ancak Akdeniz’de yükselen tansiyon, Atina ile Ankara’nın önümüzdeki yıllarda sıkça konuşacağımız gerginlikte hangi yolu takip edeceğini gözler önüne serdi.
Aslında iki ülke de farklı yollar takip ediyor. Yunanistan, askeri kuvvetinden çok, diplomasinin kendisini kurtaracağını düşünüyor. Mısır ile gerçekleştirdikleri deniz yetki anlaşması, Türkiye-Libya ittifakına verilen bir yanıt.
Libya’yı kaybetmesine rağmen Arap dünyasının önemli bir aktörünü safına katan Atina hükümeti, Rusya dışındaki büyük güçleri de yanına çekmiş durumda. Örneğin ABD, Türkiye’nin burnunun dibindeki Yunanistan toprağı olan Dedeağaç’taki askeri deniz ve hava üssü karşılığında Atina’nın tezlerine angaje oldu bile.
Son dönemde bölgedeki her gerilimde Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin yanında olduğunu vurgulayan Beyaz Saray, Türkiye’yi kınamak adına sıraya giren devletler arasında yer alıyor.
Washington yönetiminin, Güney Kıbrıs’ın merkezinde konumlandığı “Akdeniz’i bir Amerikan denizine dönüştürme” stratejisine sahip olduğu biliniyor. ABD'nin sırf bu plan çerçevesinde Atina-Kahire-Tel Aviv üçgeninin Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nu farklı bir doğrultuda elden geçirmek istediği sır değil.
İsrail’in de Yunan stratejisinin bir parçası olduğunu ifade etmeliyiz. Oruç Reis’in Türk donanması eşliğinde bölgede cirit atması üzerine başlayan gerginlikte İsrail Dışişleri, Atina’nın destekçisi olduklarını saklamamıştı.
Yunanistan’ın diplomatik savaşta sırtını yasladığı asıl büyük oyuncularsa Avrupa Birliği ve özellikle Fransa. AB’nin büyük ağabeyi Almanya sürekli arabulucu rolü oynayarak dengeyi sağlamaya çaba gösterse de Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Türkiye’nin Ortadoğu ve Akdeniz’de faaliyet gösterdiği her alanda karşısına duvar örmekte kararlı.
Paris hükümeti bu hafta Güney Kıbrıs Rum Kesimi ile imzaladığı savunma iş birliği anlaşmasını yürürlüğe soktu. İttifak uyarınca Fransız ordusuna ait 2 Rafale savaş jeti ve Lafayette tipi bir firkateyni Kıbrıs’ın Baf kentine gönderildi.
Bu sayede ilk kez Akdeniz’de Yunanistan ile Türkiye dışındaki bir ülke, askeri gücünü caydırıcı bir unsur olarak bölgeye taşımış oldu. Esasında boşlukları değerlendirme hedefiyle hareket eden Macron, henüz istediği dış politika zaferini elde edemedi.
Fakat Fransız lider, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı rakip aldığı her senaryoda ülkesinde yükselen aşırı sağın İslamofobik histerisine hitap etmeyi başarıyor.
Fransa’nın askeri desteği hariç Yunanistan hala askeri caydırıcılık açığını kapatabilmiş değil. Buna karşılık Türkiye ise sadece bu alanda bir yeterlilik sergiliyor. Türk donanması Doğu Akdeniz’de her boy gösterdiğinde yaşananların adı “kriz” veya “gerginlik” oluyor.
Bunun başlıca sebebi Ankara’nın bölgede iç savaşın pençesinde fiilen ikiye bölünmüş Libya dışında herhangi bir müttefiki olmaması.
Suriye ve Mısır ile geçmişteki kabarık defterler nedeniyle temas kurulamıyor. ABD, çoktan S-400’ler uğruna yitirilmiş bir “stratejik ortaktan” ibaret. Rusya ile ilişkiler İdlib ve Libya’da çarpışan çıkarlar nedeniyle rafa kaldırılmış vaziyette.
Elde kalan tek olası müttefikler olan İtalya ile Almanya ise AB’nin “demokratik standartları” tarafından kuşatılmış halde. Ankara bu tablonun farkında.
Öyle ki önce Ayasofya’nın açılması ardından da içerideki seçim ittifaklarının genişletilmesi çabaları, dışarıdan gelecek tehditlerin çatışmaya dönüşmesi ihtimaline karşı kamuoyunun hazırlandığının kanıtı. Fakat sorulması gereken soru şu: Doğu Akdeniz krizi topla tüfekle çözülebilir mi?