Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

Bedran’ın hatıratına dair: Suçla ve aklan

Ürdün’ün eski Başbakanı Mudar Bedran’ın anıları ‘Karar’ başlığıyla kitap olarak yayınlanacak, öncesinde Şarku’l Avsat’ta kitabın içeriğine dair bir yazı dizisi yayınlandı, Körfez Savaşı dönemine dair Bedran’ın ifadeleri, Arap kamuoyunda tartışmalara neden oldu. Özellikle Körfez ülkelerindeki bazı siyasetçi ve yazarlar Bedran’ın dönemle ilgili yazdığı anılarında boşluklar olduğunu ve bazı bilgilerin ‘yanlı’ ve ‘yanlış’ olduğunu iddia etti.
Şüphesiz bundan 30 yıl önce, Saddam Hüseyin önderliğindeki Irak ordusunun Kuveyt'i işgal etmesi bölge için son derece vahim bir olaydı. Başta Kuveyt halkı olmak üzere, ‘işgal ve kurtuluş’ sürecinde maddi ve beşeri büyük kayıplar verildi. Uluslararası bir koalisyon, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin (BMGK) Yedinci Bölüm kararı kapsamında Irak’a askeri müdahalede bulundu ve Körfez Savaşı başlamış oldu.
Bedran'ın anıları; Ürdün'ün Irak'ın Kuveyt'e karşı askeri harekâtını engellemek için gösterdiği çabaların detaylarının yanı sıra Ürdün'ün geçen yüzyılın son yarısında geçirdiği önemli aşamaları belgeliyor. Kitapta; Ürdün’ün, Kuveyt meselesinin dış müdahale olmaksızın Araplar içinde çözüme kavuşturulması yönündeki tutumu ve bu tutumun olumlu karşılık bulmamış olması işleniyor.
Ancak Bedran’ın o süreçteki olaylara dair değerlendirme ve aktarımları, Körfez kamuoyundaki bazı siyasetçi ve yazarlar tarafından yer yer şüpheyle karşılandı. Bazıları bu tartışmanın ‘eski yaraları kaşımak’ olduğu yönünde itirazda bulunurken, bazıları da ‘aktarımların bir kısmının’ yeterince dakik olmadığını, muhtemelen hafızadan aktarılması ve yazıya dayanmaması nedeniyle çelişkili ifadeler içerdiğini savundu.
Şahsen Sayın Mudar Bedran’ın hatıratını okuma fırsatı buldum, temennim eski yaraları açmaması yönündeydi. Nitekim Körfez Savaşı süreci hem Kuveytliler için hem de bölge halkları için acılı bir dönem anlamına geliyor. Bedran daha önce de dönemle ilgili Ürdün basınına bazı açıklamalarda bulunmuştu, kitapta bazı olayları daha geniş bazılarını da daha kısa tuttuğunu gördüm. İnsanın, olayların üstünden uzun zaman geçtiğinde bazı ayrıntıları unutması ya da yanlış hatırlaması doğaldır. Özellikle belgelere ve yazılı notlara itimat edilmeden yapılan aktarımlarda sorunlar olabilir. Savaşın üstünden otuz yıl geçti ve artık dönemin vakıaları büyük ölçüde aydınlatılmış durumdadır.
Irak Devrim Konseyi’nin sesli ve görüntülü tartışmalarından tutun, o dönemi yaşayan yetkililerin ifadelerine, olaylara tanık olan insanların görüntülü aktarımlarına kadar, birçok bilgi ve belge artık erişilebilir durumdadır. Bedran’ın hafızasına fazla güvenmemesi gerektiğine dair bir örnek vermek gerekirse; üst düzey Iraklı bir askerden söz ediyor ve adını ‘Haldun Sultan’ olduğunu söylüyor, oysa bahsettiği kişi ‘Sultan Ahmed Haşim’dir, Saddam’a son derece yakındı, daha sonra Irak Savunma Bakanı oldu, en sonunda da hapiste hayatını kaybetti. Ayrıca Bedran’ın daha önce Ürdün basınında çıkan hatırıları ile kitap olarak yayınlanacak hatıratı arasında da çelişkiler dikkati çekiyor. Üstat Abdullah Beşar’a Bedran’ın ilk defa bazı anılarını yayınlayan gazeteye, bazı aktarımlara nesnel itirazda bulunarak göndermiş, ancak gazete Beşara’nın itirazına yer vermemişti. Bunun üzerine Kuveyt merkezli ‘Scope Channel Tv’de’ ilgili reddiyeye dair bir program yapılmıştı.

Yine de muhtemelen sayın Mudar, öyküsünü doğrulamakta ısrarcı olacaktır, Ürdün yönetiminin o dönemki ‘siyasi sahneyi’ yanlış okuduğunu itiraf edecek değildir. Ancak gerçekler söz konusu olduğu için, izin versin kendisinden farklı düşündüğümüzü ifade edelim. Örneğin Bedran, ‘Irak Başbakanı Sadun Hamadi’nin, Kuveyt Emiri Şeyh Cabir el-Ahmed tarafından kabul edilmeden önce iki gün bekletildiğini’ söylüyor. Oysa bu ‘bilgi’ gerçeklere aykırı, böyle bir bekletme durumu yaşanmadı.
Bir başka örnek; Kral Hüseyin ile Kuveyt Emiri Şeyh Cabir görüşürken, dışarıda beklediklerini, Dışişleri Bakanı Şeyh Sabah el-Ahmed’in, Kuveyt’in Irak’ın petrolünü ‘çaldığını’ itiraf ettiğini aktarıyor. O sıralarda Irak’ın propagandası; Kuveytlilerin ‘yatay sondaj’ yoluyla Irak’ın petrolünü çaldığı yönündeydi.! Herhangi bir petrol uzmanı bu iddianın bilimsel olmadığını onaylayacaktır. Ayrıca Şeyh Sabah’ın böyle bir ‘itirafta’ bulunacağını düşünmek zor, aksi takdirde gerçeklerle çelişmiş olurdu.
Başka bir yerde ise; Saddam Hüseyin'in Kuveyt'in tamamını işgal etme niyetinde olmadığını söylüyor. Bedran’a göre; sınıra giden tugay komutanı Saddam’a, Kuveyt tarafında askeri varlık ve direniş görmediklerini, başkente devam edip etmeyeceklerini sormuş, Saddam da Kuveyt'i işgal etmesine izin vermiş. Bu bölümü okuduğumda kendimi gülmekten alamadım, çünkü böyle bir olaya inanacak kişinin akıl sağlığını sınaması gerekir. Nitekim Iraklı generaller, Youtube’da da yer aldığı üzere; savaş sürecinin ayrıntılarını anlatırken bu iddiayı çürütüyor, görgü tanıkları da işgalin gerçekleştiği gün harekâta katılan çok sayıda helikopter ve tanktan söz ediyor.
Bir başka bölümde Bedran, Taha Yasin Ramazan’ı, Saddam’ın bir ‘çılgınlık’ yapmasına mani olmaları yönünde uyardığını yazmış. Bu kelime, o dönem Irak’ta hâkim olan devlet yöneticilerinin gururunu kıracak bir kelime olması hasebiyle kabul edilebilir değildir. Bedran Bağdat’a vardığında, askerlerin ekmeksiz olduğunu ve şehirde yakıt sıkıntısı olduğunu aktarıyor, bu sahneleri gördükten sonra devlet mekanizmasının başarısızlığını ve ülkede işlerin nasıl yürütüldüğünü daha sağlıklı kavraması gerekirdi. Arap kamuoyunda daha önce de gündem olan şu önemli iddiaya gelelim; Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten çekilmesini, İsrail’in Kudüs’ten ve Batı Şeria’dan çekilmesine’ bağlayan ve bu doğrultuda Arap Birliği içinde bir çözümü varsayan iddiaya… Yeni nesiller bu ifadeleri okuduğunda şok olacaktır. Saddam o dönemde popüler bir yaklaşımla halkın duygularını manipüle etmek için böyle bir denklem oluşturdu. İran’ın da benzer bir ‘çözüm önerisi’ olmuştu, İranlıların dediklerine bakılırsa Saddam Hüseyin, ABD’nin Körfez’den çekilmesi durumunda Irak’ın Kuveyt’ten çekileceğini’ taahhüt etmişti.
Zeki bir politikacı, bu söylemlerin reel politikte bir karşılığının olmadığını görebilmeliydi. Mudar Bedran bir yerde de; ‘Saddam’ın Kuveyt’ten çekilme kararını’ hayretle karşıladığını belirtiyor. Görünen o ki; Bedran’ın hayalleri tamama ermemiş. Kullandığı bazı kelimeler de yaklaşımını açık ediyor, örneğin; Kuveyt işgalinden, ‘Irak’ın Kuveyt’e girmesi’ olarak söz ediyor.
Mudar Bedran’ın anılarından çıkarılacak en önemli ders; siyasi olayların, kişisel tarafgirlik ve duygulu yaklaşımla değerlendirilmemesi gerektiğidir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünya bir konuda hemfikirdir, sınırlar belirlenmiştir ve artık kimse kimsenin toprağını fiili olarak işgal edemez. Böyle bir şeye kalkışan ise karşısında uluslararası hukuku bulur. 
Körfez Savaşı süreci hüzünlü bir döneme işaret ediyor, o günleri hatırlarken yaraları sarma çabamız olmalı. Ürdün’ün o dönemki pozisyonu hatalıydı ve yaklaşımı gerçekçi olmayıp temennilerden ibaretti. Bugün hala haklı çıkmak için hataların savunuluyor olması büyük bir talihsizliktir.