Zuheyr el-Harisi
TT

Gevezelik hoş değildir, bazen sessizlik güçtür

İran Dışişleri Bakanı Zarif arada sırada zarif laflar etmiyor değil. En son Lübnan’da konuştu, ‘’ABD ve Suudi Arabistan’ın müdahaleleri, Lübnan’ı bu günkü durumuna getirdi’’ dedi. Suudi Arabistan’ın Lübnan halkını satın aldığı yönünde bir tasavvuru olduğunu’ iddia etti. İran’ın ise, Lübnanlıların nazarında önemli bir yeri olduğunu, çünkü politikalarının direnişi desteklemek’ olduğunu söyledi.
Görünüşe göre İranlı bakan gezegenimizde yaşamıyor, aksi takdirde gerçeklerle yakından uzaktan ilgisi olmayan bu sözleri sarf etmeye kalkışmazdı. İran’ın gevezeliği sadece sıradan bir kusur değil, dermanı olmayan bir illettir. Gevezeliğin eylemi öldürdüğü söylenir. İranlı yetkililerin söylemlerinin uluslararası kabul görmemesinin nedenlerinden biri de budur. Geceki tutumunu gündüz değiştirirler, bahanelere sığınırlar, gerçekleri çarpıtırlar ve anlamazdan gelirler. Herkes biliyor ki; günümüzde Lübnan halkının iradesine, Hizbullah ve İran tarafından el konulmuştur. Hariri davasının baş sanığı, Hizbullah yöneticisi Selim Cemil Ayyaş’ın posterlerinin, kararın ardından Hizbullah bölgelerinde dolaştırılması ve bu kişinin ‘milli kahraman’ ilan edilmesi de, bu örgütün İran desteği dolayısıyla ne kadar pervasızlaşabileceğini göstermektedir. İran, Lübnan’ın krizlerinin ve sorunlarının baş müsebbibidir. Lübnan’ın siyasi itibarını zedeleyen, toplumsal dokusunu tahrip eden, hazinesinin iflasına sebep olan, ekonomisinin çökmesine ve uluslararası toplumda yalnızlaşmasına neden olan İran değil midir? Lübnanlıların çoğu İran’ın müdahalelerinden bezmiş durumdadır, Beyrut’un Güney banliyölerinde Şiiler dahi sokağa inip İran karşıtı gösteri düzenlemişti.
Gerçekler; Hasan Nasrallah liderliğindeki Hizbullah milislerinin, Lübnan’da ve Arap ülkelerindeki tüm eylemlerinin, İran rejiminin gündemini uygulamaktan ibaret olduğunu gösteriyor. Hizbullah hareketinin birçok ülkede terör listesine alınmış olmasına şaşırmamak gerek. Gevezece laflar işittiğinizde bunu işitmemezlikten gelmeniz makuldür. Bu durumda Suudi Arabistan’ın bu saçmalıklara yanıt vermesi beklenemez. Ancak Zarif’in ‘saçmalamalarına’ Lübnan’dan yanıt gecikmedi. Müstakbel Hareketi’nden yapılan açıklamada, ,İranlı yetkilinin Suudi Arabistan’ı suçlayan ifadelerinin kabul edilemez olduğu, İran’ın, ‘Lübnan’la Arapların arasını açmaya çalıştığı’ belirtildi.
Açıklamada; ‘’Hizbullah’ın, Suudi Arabistan’ın etkisinden ve Arapların hakkını savunma rolünden son derece rahatsız olduğu bilinmektedir. İranlı yetkili bu açıklamalarıyla, Suudi Arabistan yönetiminin, Lübnanlıların birlik ve beraberliğini sağlama yönündeki desteğini hedef almaktadır. Bu ifadeler kabul edilemez’’ denildi.
Aynı kişi birkaç ay önce Davos Forumunda farklı bir dilde konuşuyordu. "İran ile Suudi Arabistan arasında düşmanca politikaların varlığı için bir neden görmüyorum. Aslında Suriye, Lübnan, Yemen ve bölgedeki diğer ülkelerin trajik koşullarını sona erdirmek için birlikte çalışabiliriz" diyordu. Zarif’in bu ifadeleri için Mısır’da halk arasında yaygın olan şu söz uygun düşüyor: ‘’Konuşman hoşuma gidiyor, yaptıklarına bakınca da hayrette kalıyorum.’’ Öncelikle şunu ifade edelim; bizim İran halkıyla herhangi bir sorunumuz yok. Yönetimden rahatsızız, çünkü başka ülkelerin iç işlerine, ‘mezhepsel güdü’ ile müdahil oluyor ve her zaman elinde, bölge ülkelerinde ‘kullanışlı kartlar’ bulundurmak istiyorlar.
Rejimin uzun süredir kutsadığı iki söylem tarzı var: Birincisi iç tüketime yönelik,  kısır gerekçelerle halkın uyuşturulması için propaganda amacı taşıyor. İkincisi ise, dışarıya yönelik, uluslararası arenada solan rengini cilalamak için aldatıcı bir söylem tarzı. Dolayısıyla yıllar boyunca İranlı yetkililerin gaflarına ve tutarsız söylemlerine alışkınız. Üstten bakıcı üslup ve diplomatik teamül gözetilmemesi de cabası.
Zarif’in Davos’taki konuşmasının Arapların nazarında herhangi bir değeri bulunmuyor. Nitekim biliniyor ki; bu tür konuşmaların amacı, İran’ın diyalog taraftarı medeni bir ülke olduğu yönünde kendi imajını parlatmaya çalışmasından ibarettir. İranlılar müzakere taraftarı değildirler, bu yüzden her ülkede kendi taraflarına çekebilecekleri illegal müttefikler arıyorlar. İran’ın temel sorunu, devrim mantığının devlet mantığının önüne geçirilmiş olmasıdır. Devrim ihracı İranlı yetkililerin nazarında ideolojik bir zorunluluktur. İç kamuoyunda da güvenliği ve rejimin bekasını, halkın çıkarlarına tercih etme eğilimi sergilemektedirler. İran, Suudi Arabistan’ın diplomatik gücünü tahrip etmeyi hedeflemektedir. Zira Riyad İran karşıtı tutumunu sürdürdükçe, mezhepçi genişlemeci hayallerinin gerçekleşmesi kolay olmayacaktır.
İran, başkalarının iç işlerine müdahalesinin, kendisini bölgenin polisi kıldığına inanıyor. Ancak İslam dünyası, İran’a bu rol için yeşil ışık yakmış değil. Üstelik Tahran, bölge ülkeleriyle ciddi bir diyaloga da girmiş değil, tek yaptığı; düşmanca saldırılar gerçekleştirmek ve kışkırtıcı açıklamalar yapmak. Suudiler, İranlı yetkililerin saçmalamalarını dikkate almıyor, en ufak bir ilgi göstermiyorlar, zira bu açıklamaların uluslararası toplumu aldatmak üzere, ‘ballandırılmış kelimeler’ olduğunu biliyorlar. Açıkça söylemeliyim, İranlılar bir devlet olarak muamele görmek için, ne yapmaları gerektiğini gayet iyi bilmektedir.