Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Arapların 21. yüzyıl Sykes-Picot’u karşısındaki sorunları

Tarihsel hadiseler, devletler için olduğu gibi bireyler için de semboliktir. Bu haftanın başında ve Eylül ayının ilk günlerinde Fransa Cumhurbaşkanı, Beyrut Limanı felaketinden sonra düzenlediği ilk ziyaretinde söz verdiği gibi yeniden Lübnan’ı ziyaret etti. Mitterrand’dan Chriac’a tüm Fransız cumhurbaşkanlarının ve şimdi de Macron’un Lübnan’a yönelik bu ilgisi, 1916’da imzalanan Sykes-Picot Anlaşmasının bir uzantısıdır. Sykes-Picot, özellikle Doğu Akdeniz’deki zengin doğalgaz kaynaklarının kullanımına ilişkin mevcut krizde Türkiye’nin Fransa’ya karşı tutumunun da nedenlerinden biridir.
Türk-Yunan ihtilafının, özellikle Osmanlı İmparatorluğu dönemine uzanan tarihsel kökleri vardır. Peki, Osmanlı İmparatorluğu ile birlikte Alman İmparatorluğunun da yok olduğu Birinci Dünya Savaşı’nda diğer İtilaf Devletlerine karşı Türkiye ile aynı ittifakta yer alan Almanya gibi bazı birlik ülkelerinin Yunanistan’ı desteklememesi dolayısıyla AB içinde kolektif bir dayanışmanın bulunmamasının ve farklı tutumların sebebi de bu mu yoksa birlik üyeleri arasındaki bir rol paylaşımı mıdır? Cumhurbaşkanı Macron’un Türkiye’ye karşı takındığı sert tavrının haklılığını “Türklerin sadece bunu (sözler ile eylemlerin tutarlı oluşunu) dikkate aldığını ve buna saygı duyduğunu söyleyebilirim. Fransa’nın bu yaz yaptığı önemliydi. Bu bir kırmızı çizgi politikasıdır” sözleriyle kanıtlamaya çalıştığı son açıklamada görüldüğü gibi Doğu Akdeniz krizinde Fransa, Türkiye’ye karşı sert bir duruş sergiliyor. Buna karşılık Almanya, askeri bir çatışmadan ve bölgede gerginliğin artmasından kaçınmak için çatışmanın tarafları Türkiye ve Yunanistan arasında uzlaşı arayan “tarafsız” bir pozisyon benimsiyor.
AB ülkelerinin tutumundaki bu ihtilafın renkleri, Türkiye’nin gerilimi yükseltmek yerine (ki iki tarafın askeri bir çatışmaya girme olasılığı da bulunuyor) müzakere masasına oturarak Yunanistan ile sorununu çözmek istemediğinde bütünüyle netleşecektir. Nitekim AB, Türkiye’ye bazı yaptırımlar uygulayabileceğini ima etti. AB Dış İlişkiler Yüksek Temsilcisi Josep Borrell, Türkiye’nin Yunanistan ile gerginliği azaltmayı kabul etmemesi durumunda, Ankara’yı hedef alacak bir yaptırım listesinin hazırlandığını ve 24 Eylül’de görüşüleceğini açıkladı. Borrell yaptırımların Türk isimleri ve gemileri içerebileceğine, hatta Ankara’nın Avrupa limanlarını kullanmaktan men edilebileceğine değindi. Türk savaş gemilerinin Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi açıklarında konumlanmasını “çok tehlikeli bir durum” olarak nitelendirdi. Fransa Cumhurbaşkanı gibi Borrell de bu tehditlerle, katı tutumundan geri adım atmaması halinde Türkiye’ye AB’nin “kırmızı çizgisini” göstermek istedi.
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ün halefi Türk liderlerin çoğu gibi Erdoğan’ın da Batılı ülkelere yönelik düşmanlığı, İngiltere ve Fransa’nın Sykes-Picot Anlaşması ile Bereketli Arap Hilali topraklarındaki etki alanlarını kendi aralarında paylaşmaları, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’nda yenilmesinin ardından 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması (Fransa) ile bu gerçeği pekiştirmelerinden duydukları utançtan kaynaklanıyor. Türkiye için bir utanç ve yüz karası olan bu anlaşmanın Fransa’nın Sevr şehrinde imzalanması, Türkiye’nin Fransa ile ilişkilerindeki hassasiyetinin açıklaması olabilir.
Türkiye Sevr Anlaşması’nı yok hükmünde sayarak hiçbir zaman kabul etmedi. Yalnızca 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Anlaşması’nı kabul etti. Zira bu anlaşma, Mustafa Kemal liderliğinde Fransız, Yunan ve İtalyan güçlerine karşı yürütülen Kurtuluş Savaşı’nın zafere ulaşması, 1919-1920 döneminde Yunan kuvvetleriyle yapılan savaşların kazanılması ile Türkiye’ye itibarını geri kazandırdı. Bunun sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçısı modern Türkiye Devleti kuruldu.
Erdoğan Türkiyesi bu nedenle Lozan Anlaşması’nı Batı karşısında alınmış diplomatik bir zafer sayarken, utanç kaynağı ve yüz karası, Birinci Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiden sonra devletin 3 milyon km² olan yüzölçümünü 780.000 km²’ye düşüren Batılı güçler tarafından zorla dayatılan Sevr Anlaşması’nı tarihinden silmektedir. Türkiye’nin şu anki toprakları (Anadolu) Osmanlı İmparatorluğu’nun bir parçasıydı, Lozan Anlaşması’ndan sonra ise uluslararası tanınırlığa sahip bir ülkeye dönüştü. Bu nedenle Türkiye, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altında olan topraklarda tarihsel hakları olduğunu öne sürüyor! Libya’daki Fayiz es-Serrac hükümeti ile imzaladığı son anlaşmalarla Erdoğan, bu iddiayı pratiğe döktü.
Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Fayiz es-Serrac’ın söz konusu anlaşmaları, Osmanlı sultanlarının yönetim merkezlerinden biri olan tarihi Dolmabahçe Sarayı’nda imzalamaları yine bunu vurgulamaya yönelik kasıtlı bir eylemdi.
Aynı noktadan hareket ederek, eski bir AK Partili milletvekili ve Başkan Erdoğan’a yakın bir isim son olarak, 26 Ağustos 1071’de gerçekleşen Malazgirt Savaşı’nın yıldönümü vesilesi Osmanlı dönemine ait “Büyük Türkiye” haritasını paylaştı. Şarkul Avsat gazetesi 29 Ağustos tarihli sayısında, bu haritanın yayınlanmasının Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynakları konusundaki anlaşmazlık nedeniyle Yunanistan ile Türkiye arasındaki şiddetli gerilimle aynı zamana denk geldiğine işaret etmişti. Büyük Türkiye adı verilen harita, Kuzey Yunanistan’ın geniş bir bölümünü, doğu Ege adalarını, Bulgaristan’ın yarısını, Kıbrıs adasını, Ermenistan’ın tamamını, Gürcistan, Irak ve Suriye’nin geniş bir kesimini içeriyordu.
Türkiye böyle aşikar bir biçimde Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden kurmayı hayal ediyorsa, Arap bölgelerinin geri kalanına hegemonyasını dayatmaya çalışan İran ile arasında ne fark var? Tahran ile Ankara müttefik mi yoksa 2017’de Le Monde diplomatique gazetesinin manşetine taşıdığı gibi birbirlerine rakipler mi?
Türkiye ile İran rejimleri arasında farklılıklar var. Başkan Erdoğan seçilmiş bir lider, İran’da ise İslam Devrimi’nin lideri sayılan Ali Hamaney’in temsil ettiği Velayet-i Fakih makamının yetkileri ve gücü, doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin sahip olduğu yetkileri aşıyor. Laik sisteme sahip bir devlet olarak Türkiye ile teolojik bir rejime sahip İran arasındaki fark, bu noktada netleşiyor.    
Arap dünyasına yerleşmeye gelince, Türkiye, yalnızca bir ulus devlet olarak değil aynı zamanda AK Parti ve siyasi liderliğinin İslami düşünce arka planları temelinde, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasını geri kazanarak bu bölgede yeniden nüfuz kazanmaya çalışıyor. İran’ın hayali ise küresel İslam hükümeti adını verdiği projeyle somutlaşıyor. Bu, "Şahinşahlık" fikrinin İslami bir örtü altında yeniden formüle edilmiş versiyonudur.
Devam edecek…