İlyas Harfuş
Lübnanlı gazeteci ve yazar
TT

Lübnan için harici tedavi

Lübnan normal bir ülke olsaydı; ABD’nin bazı politikacılara yaptırım uygulamasına ihtiyaç duymazdı. Ali Hasan Halil ve Yusuf Fenyanus gibi iki eski bakanın yanı sıra yakın gelecekte diğer bazı kimselerin de yaptırım kapsamına alınması, Lübnan devlet aygıtındaki yaygın yolsuzluk ve Hizbullah'ın kronik bir şekilde bu aygıta nüfuz etmiş olmasıdır. Bu durum örgütün hizmetlerden istifade etmesine ve kendine yakın olan müttefiklerinin ihlalleri konusunda sessiz kalınmasına sebep oluyor.
Eğer Lübnan normal bir ülke olsaydı; Fransa Cumhurbaşkanının, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Ortadoğu Sorumlusunun ve diğerlerinin, ülkeyi kurtarmak, kurumlarını yeniden düzenlemek ve liderlerini kendi çıkarlarını gözetmeden önce halkın çıkarlarını gözetmeleri gerektiği konusunda uyarması gerekmezdi.
Lübnan'ın şu anki sefil durumunda yaptırımlardan etkilenen kişilerin, ‘egemenlik’ gerekçesiyle ABD’yi Lübnan'ın içişlerine karışmamaya çağırmaları gülünçtür. Durumun gülünç olmasının sebebi, egemenlik iddiasında bulunan kişilerin yurtdışında bunu rehin olarak veren ilk kişiler arasında yer almalarıdır. Bu hususta elbette yalnız değiller. Nitekim Lübnanlı siyasetçilerin çoğu bundan hiçbir şekilde çekinmiyor.
Ancak burada kastedilenler, çıkarlarına hizmet etmek ve nüfuzlarını desteklemek için Hizbullah ve daha önce Suriye rejimiyle ittifak halindeki siyasetçilerdir. ABD Hazine Bakanlığı’nın Hizbullah'a yardımları nedeniyle iki bakana uyguladığı yaptırımlar, kendi yasalarıyla uyumludur. Hizbullah’ın bir terör örgütü olarak sınıflandırıldığı bu yasalarda, örgütle yapılacak herhangi bir muamele suç sayılıyor. Washington bu durumda aslında Lübnanlılarla sınırlı olmayan yasalarını uygulamaktadır. Lübnan'ın kendisini, önde gelen bakanların böylesine utanç verici bir muameleye maruz kaldıkları bir durumda bulmasının aksine, onları uluslararası yükümlülüklere saygı konusundaki sorumlulukları hususunda uyarması gerekiyordu.
Lübnan tarihi boyunca dışarıdan bir gözetime ihtiyaç duydu. 19. yüzyılın ortalarında ve ikinci yarısında, o sıra ülkeyi yöneten rejimlerin kurulmasında dış müdahaleler önemli rol oynadı. Nitekim 1842 ila 1858 yılları arasında Maruni-Dürzi rejimi, Fransız-Osmanlı anlaşmazlığından bir çıkış yolu olarak Avusturya Başbakanı Metternich tarafından kurulmuştur. O zaman Lübnan toprakları Osmanlı yönetimi altındaydı. Mutasarrıflık sistemi ise 1860 yılında mezhepler arasında yaşanan kanlı olayların ardından kabul edildi. İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Prusya temsilcileri bunu kabul etti ve Osmanlı’yı bir mutasarrıf atamak zorunda bıraktılar. Bu mutasarrıfın, Osmanlı’nın tebasından ve Lübnanlı olmayan bir Hristiyan olması kararlaştırıldı. Dolayısıyla Lübnan’ın iç işlerine yabancıların müdahaleleri Lübnanlılar açısından garip değil.
Fakat Büyük Lübnan’ın kurulmasının ve onu takip eden bağımsızlık döneminin, ülkenin kendi iç işlerini halletmesini sağlaması bekleniyordu. Emmanuel Macron Lübnan'a geldi ve ülkeye yaptıklarından ötürü suçlamak için tüm politikacıları bir araya getirdi. Diğer taraftan David Schenker, halkının ihtiyaçlarını karşılama sorumluluklarını görmezden gelen ve yolsuzlukla mücadele etmeyen siyasi liderlere yüklendi. Bu konuşma Lübnan halkının geniş kesimlerinde derin bir yankı uyandırdı. Bu kesim, onları kurtaracak olan her türlü çabayı memnuniyetle karşılar ve bunun nereden geldiğini umursamazlar.
Lübnan’daki devlet aygıtının iki şeyi gerçekleştirmek için ‘yasaları kullanması ve egemenliği koruması’ gerekiyordu:
Birincisi, ülkenin kamu kurumlarındaki Hizbullah işgalinden korunmasıydı. Örgüt, cumhurbaşkanlığına varıncaya kadar devletteki en yüksek mevkilere kendilerini sevk eden müttefikleri aracılığıyla çok çeşitli maskeler kullanıyor ve bu şekilde hem yasadışı silahlarını koruyor hem de diplomatik koridorlarda bunu savunuyor. Bunun yanı sıra doğrudan elinin altında olmayan hizmetlerden ve anlaşmalardan istifadesini güvenceye alıyor. Dolayısıyla Hizbullah’ın, Dışişleri Bakanlığı, Çalışma Bakanlığı, Maliye Bakanlığı gibi herhangi bir hizmet bakanlığını doğrudan kontrol etmesi gerekmiyor.
İkinci husus, devletin yolsuzlukla mücadele ve yolsuzluk yapanları kovuşturma sorumluluğu ile ilgilidir. Öyle ki artık ABD Hazine Bakanlığı’nın bunu vekaleten yapmak zorunda kalmaması gerekiyor. Lübnan devletinin, merkez bankasının ‘yasadışı fonlar elde etme suçlamasıyla önde gelen bakanların hesaplarını takip etmesini gerektiren’ Amerikan genelgesi karşısında kendinden utanması gerekiyor. Oysa istediği takdirde elinde başkanları ve bakanları takip etmek için kullanabileceği yasal araçlar var.
Cumhurbaşkanı Mişel Avn, kısa bir süre önce çıktığı bir televizyon programında Maliye Bakanlığı ile ilgili bir konuya değindi. Cumhurbaşkanı vatandaşların işlemlerini gerçekleştirmek için bakanlığa rüşvet vermekten şikayetçi olduklarını söyledi. Bununla birlikte cumhurbaşkanı, Hizbullah'a yakın bir partide nüfuz sahibi olan bir yetkili hakkında vatandaşların alenen ifade vermesinin tehlikesini biliyor ve ayrıca şayet isterse vatandaşların suçlamalarının geçerliliğini araştırması için teftiş ve denetim organından bu tür bir talepte bulunabileceğini de biliyor. Ancak cumhurbaşkanı bunu yapmadı ve vatandaşları herhangi bir hazır savunmaları olmaksızın suçlamalarda bulunmakla itham etti.
Lübnanlılar bugün kendilerine şu soruları soruyorlar:
Harici tedaviler ülkedeki durumun düzelmesinde başarılı olacak mı? Macron'un müdahalesi ‘temiz bir hükümetin’ kurulmasını kolaylaştırıyor mu? ABD yaptırımları rüşvet ve yolsuzluktan sorumlu olanları ellerini kamu malına uzatmaktan caydırıyor mu?
En önemli soru: Hizbullah bu gibi yaptırımları önemsiyor mu? Yoksa ülkedeki etkisi ‘umarsızlık’ aşamasının da ötesinde mi?