Racih Huri
Lübnanlı yazar
TT

Barış yolu, İran ve Türk hırslarını frenliyor

İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki barış ve işbirliği anlaşmaları lokomotifi Bahreyn’de mi duracak?
Bir tarafını İran ve bölgeyi istikrarsızlaştıran müdahaleleri, diğer tarafını Osmanlı hakimiyetini ihya etme hayallerini gerçekleştirmeye çabalayan Erdoğan Türkiye’sinin oluşturduğu kıskaç ortasında Arap ülkelerinin karşı karşıya olduğu zorluklar ve sorunlara kıyasla, Filistin toprakları üzerinde devletini inşa ettikten sonra İsrail’in kuruluşundan itibaren bölge için teşkil ettiği tehlike iki temelde azalmaya başladı.
Birincisi; uzun süredir Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri sarsan bölünmedir. Bunun temelinde bazı Arap rejimlerinin kendilerini direniş rejimleri olarak tasnif etmeleri, Filistin’i kurtarma sloganlarını kullanmalarıdır. Her zaman diğer Arap rejimlerini özellikle de Körfez rejimlerini suçlamaları ve bu milli görevi yerine getirmediklerini söylemeleri, hatta bazı Filistinli grupları da bu orkestrada görevlendirmeleridir. Oysa Filistinlileri ve davalarını en çok destekleyenler, her zaman bu milli görevlerini sessizlikle ve sabırla yerine getirenlerdi. Öte yandan, bazı Arap rejimleri de Filistin davasını diğerleri için bir şantaj aracı olarak kullanıyorlardı. Hatta geçmişte şunun gibi Baasçı sınıflandırmalara bile tanık olduk: Biz coğrafya ülkeleriyiz, yani İsrail ile mücadele eden ülkeleriz. Onlar ise jeolojik ülkelerdir, yani Filistin topraklarının bir karışını bile kurtaramayan savaşların faturalarını ödemek zorundadırlar.
İkincisi; Ramallah’taki Filistin Ulusal Otoritesi ile Gazze hükümeti arasındaki tehlikeli ve ölümcül Filistin bölünmesidir. Yaser Arafat’ın Eylül 1993’te imzalanan Oslo Anlaşması’ndan aylar sonra yaptığı açıklamayı hala hatırlıyorum. Arafat açıklamasında, İsrail’in Gazze Şeridi’ne silah göndermesine itiraz ediyordu. Bu, İsrail’e her zaman Filistinlilerin barış niyeti olmadığını söyleme fırsatı veren bilindik Filistin bölünmesinin giriş noktası oldu. Filistinliler arasındaki bölünmeye değinmişken Kral Abdullah bin Abdulaziz’in Mekke’de Mahmud Abbas ile İsmail Heniyye’yi uzlaştırma girişimini de hatırlatabiliriz. Ne var ki Heniyye hemen ertesi gün Tahran’ı ziyaret etti. Bu da, daha yeni sağlanmış uzlaşıyı dinamitledi ve bölünmeyi derinleştirdi.
Derin stratejik sorun, Arap ve Filistin düzeylerinde uzun süredir devam eden bu bölünmelerin ortasında Arap bölgesinin, bir yandan İran’ın hırslarının, diğer yandan Türkiye’nin Osmanlı emellerinin politik müşterek noktasına dönüşmesidir. Halbuki Türkiye, İsrail devletini tanıyan ilk İslam ülkesiydi. Keza İran-İsrail ilişkilerinde de her daim bir işbirliği payı vardı.
İsrail ile Bahreyn arasındaki barış anlaşması, Arap bölgesinde ortaya çıkan dengeler ve zorluklar nedeniyle sonuna kadar devam edecek bir yol üzerindeki bir duraktan ibarettir. Mısır ile İsrail arasında Şubat 1978’de imzalanan Camp David Anlaşması’ndan sonra, Ekim 1994’te Ürdün ile İsrail arasında Arava Vadisi Anlaşması imzalanmıştı. Şimdi 13 Ağustos 2020’de ise BAE ile İsrail arasındaki normalleşme anlaşması açıklandı. Kendisinin de İsrail ile normalleşme anlaşması imzalayacağını açıklayan Bahreyn’in Dışişleri Bakanı Abdullatif ez-Zeyyani yaptığı açıklamada neredeyse BAE’nin gösterdiği nedenlerin aynısını gösterdi ve bunları şu şekilde özetledi: Normalleşme anlaşması, Arap-İsrail ihtilafının çözümüne katkıda bulunacağı için Filistin halkının haklarını geri almaya dönük bir adım teşkil edecektir. Bundan sonraki adım, o dönemde veliaht olan Kral Abdullah’ın 2002’de Arap Birliği’nin Beyrut Zirvesi’nde önerdiği, kabul edilen ve bundan sonraki zirvelerde de benimsenen Arap Barış Girişimi’nin gerçekçi ve pratik bir şekilde ifade bulmasına çalışmak olacaktır.
Elbette, uzun süredir Bahreyn'deki hükümeti devirmeye çalışan, 1970’ten beri Bahreyn’in 14’üncü eyaleti olduğuna dair bilindik açıklamaları yapan İran'ın, Başkan Donald Trump’ın önerdiği “Ortadoğu’da kapsamlı barış” projesi çerçevesinde yer alan Bahreyn-İsrail anlaşmasına şiddetle karşı olduğu gizli değil. Nitekim Erdoğan, Arap bölgesinde kendi çıkarlarını dayatmak için İranlılar gibi Filistin davasını kullanmaya karar vermeden önce daha düne kadar her zaman İsrail ile arasında stratejik bir ittifak olan Türkiye de buna şiddetle karşı çıkıyor.
Her halükarda, Bahreyn-İsrail anlaşması, bölgedeki dengeleri düzeltmeye katkıda bulunacak bir duraktır. Umarız gerçekten de Şeyh Muhammed bin Zayed’in açıkladığı gibi İsrail’in Batı Şeria’daki Ürdün Vadisi bölgesinin ilhakını durdurması, nihai hedefi iki devlet vizyonunu gerçekleştirmek olan Arap Barış Girişimi ruhunun canlandırılması ve uygulanması için yeni bir durak olur.
1974’te “el-Havadis” dergisine verdiği röportajda merhum Fas Kralı İkinci Hasan şu ilginç teorisini açıklamıştı: Araplar uzun süre önce İsrail’i tanısalardı şimdi kendisi Arap dünyasındaki bir Yahudi mahallesi olurdu.” Bu bana Tunus Cumhurbaşkanı Habib Burgiba’nın başına gelenleri hatırlatıyor. 1965 yılında Beyrut’ta Araplara ve Filistinlilere 22 Kasım 1947’deki BM Taksim Kararı’nı kabul etme çağrısında bulunduğu için kendisine karşı protesto gösterileri düzenlenmişti. Ne var ki kurtuluş, direniş ve karşı durma rejimleri Filistin için kopardıkları gürültüde boğulurken, İran ve Türkiye, sahipleri derin bir bölünme içinde çırpınan bir dava için koparılan bu gürültüye müdahil olurken ve yenilgiler, hayal kırıkları ile dolu bir tarihin ardından bazılarının, Bahreyn-İsrail arasındaki anlaşmanın bir yağ damlası gibi tüm bölgeye yayılacak bir barışa dönüşebileceğini varsaymaları abartılı değildir.