Abdulaziz Tantik
TT

Ruhun yalnızlığı…

İnsan ruhu yalnızlığı yaşar mı?
Ruh, kişinin tam olarak kendisi olduğudur. Ruh derken kastedilen, bedenden bağımsız değil; bilakis, kişinin varlığını üzerine kurduğu anlamın bizzat kendisi olarak betimlemekte bir mahzur olmaz.
Yalnızlık ise; kişinin, kendisi gibi birisini bulamamanın derin acısı ile birlikte, bulabilme mecrasının yokluğuna delalet eder. Kişi, yalnız kalma isteğine sahip olur, bu geçici bir durumdur ve ardından yaşamın kollarına atılmaya hazır hale gelir. Ancak ruhun yalnız kalması, giderilebilecek bir zeminin yokluğuna delalet eder.
Ruh, yalnızlığını; aynı hedefe, aynı amaca ve aynı istikamette yol yürümeye yoldaş bulamadığı zaman derinden hisseder. Bir insanın, aynı hedefe yöneldiği bir dostu ile birlikteliği yalnızlığı paylaşması anlamına gelir.
Bu noktada yalnızlık, giderilebilecek bir olguyu işaret etmez; bilakis, yalnızlığını paylaşacağı ortak paydaşlar arayarak azaltmaya imkân tanır.
Ruhun, algı, idrak ve anlama kapasitesi her halin üzerinde bir tutumu işaret eder. Ancak, ruhu kendi başına değil, üzerine yaşamın tortularından sirayet etmiş kirlilikleri temizleme istidadı üzerinden yükselterek anlamayı en üst kapasiteye kadar taşınabilir.
Bu noktada ruhun saflaşması ve o saflaşmayı sağlayacak irade ve teknik beceri; odaklanma, bağlanma ve güven ile birlikte yaşamı estetik hale dönüştürecek istidadı üzerinden beceri kazanmasına bağlıdır.
Ruhun, aşağı ve yukarı faaliyetleri kişinin kendi çabası ve uğruna yaşam süreceği olgunun kendisi ile bağıntılıdır. Ruh, yüce bir hedef peşine düştüğü zaman yücelir, ama aşağılık bir durum için yönlendirilirse alçalır.
Her halükarda kişilik, ruhun aynası olma pozisyonunu elinde tutuyor. Bu kişiliği oluşturan kültür evreni ise ruhun hem arınmasına, hem de kirlenmesine zemin oluşturarak ruhu yüceltebileceği gibi ruhun sefih bir biçime ulaşmasına da imkân tanır. Bu yüzden, ruhunuzu teslim edeceğiniz kültür evrenini dikkatle tefekküre konu edinmelisiniz. 
İnsan, görsel bir hafızaya sahiptir. Ruh ise görsel hafızayı sürekli tazeleyerek yaşananları derinlemesine algılamaya yönelir. Bu da ruhu hem yorar, hem bitap düşürür. Sürekli bir kaosun cenderesinde bulunan kişi, belirli bir süre sonra umudu kaybederek bitap düşer ve hiçbir şey yapmamaya ikna olur.
Ruh, içinde var olduğu kültür ile bir yabancılaşma yaşadığı zaman, kendini yadsımaya başlayarak kendinden uzaklaşır. Yabancılaşmanın derinliği artıkça ruh, kendi yalnızlığını bir sığınağa dönüştürür.
Yalnızlığın sığınağında var oluşunu sürdürmenin bedeli ise ruhun yalnızlığını yaşarken acıyı ona yoldaş kılmasıdır. Çünkü yalnızlık tek başına çekilebilecek bir olguyu taşımaz.
Bu yüzden yalnızlık ‘sadece Allah’a mahsustur’ denir. Çünkü Allah, kendi tamlığı içinde duygulardan arîdir. Bu yüzden insan, kendi tamlığını oluşturma çabasına aralıksız devam edecek bir iradeyi hayata geçirmelidir.
Yalnızlık, kişinin kalabalıkta kaybolması ile ilintili bir durum içerir. Şu söz bu meseleyi güzel özetler: ‘Halk içre hak üzre’…
İnsan, halk ile birlikte bulunurken, kendisi ile baş başa kalırken, Rabbi ile birlikte olmayı itiyat haline getirebilir. Ama kişinin Rabbi ile birlikte oluşunda bile bir yalnızlığın derin hissi bulunur.
Yalnızlık, ancak, varlık, var oluş ve var olma halleri içinde bir tamlık idraki oluştuğunda izole edilebilecek bir şey olur. Ancak bu sefer de Rabbin tam olarak kuşatılamayacağı algısı belirli bir yalnızlığı sürdürür. Ama bu yalnızlık, derin bir acı ile gerçekleşmeyecek olandır.
Ruh, içinde var olduğu koşulları aşabilecek bir potansiyeli taşır. Ancak, kendi başına var olma imtiyazını kaybettiği için, varlık kazandığı bütünlük içinde anlam kazandığından ve o bütünlüğü sağlayan parçaların yardımcı olmaları ile bütünlüğe ulaşır.
Yalnız, bu bütünlüğü sağlayan parçaların kendi hikâyeleri vardır. Her parça kendi hikâyesinin bir kahramanı olarak eğer o bütünlüğü isterse tamlık oluşabilir. Parçalardan biri yekdiğeri ile uzlaşmaz veya kendi başına yaşama istidadı kazandığında ise tamlık oluşmayacağı için bütünlük zedelenir. Ve ruh bundan muazzep olur.
Ruhun yalnızlığını sağlayan şey; sahip olduğu tamlığın oluşumundaki parçaların eksikliği ve bir bütünlük algısının yokluğudur. Burada bütünlük, kişilik ölçeğinde gerçekleşmesi beklenen olacağı gibi yaşamın tek parça bir bütün oluşunu da içerir.
Bu yüzden kendi kişiliğinde tamlığa ulaşmış kişi, eğer evren ölçeğinde bir bütünlüğü sağlayamasa; ruh bu durumdan derin bir elem duyar ve kendi yalnızlığı ile baş başa kalmaya karar verir.
Buradaki yalnızlığın hüznü, kendi bütünlüğü için değil, bilakis, evren ölçeğindeki bütünlüğün eksikliği, zaafı ve dolayısıyla zulmün var olma şartlarının varlığının oluşturduğu şeydir.
Bu yüzden ruh ve yalnızlık; kademeli bir pozisyonu kendi ontik yapıları üzere taşımaktadırlar. Bu temel gerçekliği dikkate alan bir bakış ile ruhun yalnızlığına dair bir umudu diri tutma imkânı bahşedilebilir.
İçinde varlık kazandırılan kişiliğin ruhunun neliği meselesi gündemin başına taşınmalıdır. Çünkü ruhu yalnız olan kişinin intibak sorunu yaşaması mukadderdir. Bu mukadderlik durumu ise bütünlüğü zedeleyen bir şeye dönüşür. Bu noktada ruh, yalnızlık, bütünlük, tamlık ve kültür evreni birlikte değerlendirilmesi gerekli olana işaret eder.
Ruhun yücelişi ve düşüşü ise afakta olacağı gibi kişiliğin kendi varlığında da gerçekleşen bir durumdur. İnsanın kendi içinde yaptığı yolculuğu salim bir şekilde gerçekleştirmesi, afakta yapacağı yolculuğa hazırlık olacaktır.
Bu noktada bedensel hazlardan ruhun hazlarına yönelik bir yolculuk, kişiyi olgunluğa taşıma konusunda ilk adımı atmaya hazırlar. Ruh, kişisel tecrübe ile şunu bilmektedir; bedeni hazlar geçicidir, ona takılı kalmak, kendisini geri bırakır.
Bu yüzden bedeni hazları kendi miktarınca ve gerekli olduğu kadarı ile iktifa ederek ruhun daha derin hazlarına hazırlık yapmalıdır. Çünkü ruhun hazzını öğrenmek için bedenin verdiği hazzı tatması kişi için kaçınılmaz olacaktır. Ama bu noktada ruh, bedensel hazza takılı kalan bir mekanizmaya yenik düşerse, zorlu bir süreç başlar.
Bu olgunun kendisi, kişide önemli bir yalnızlık hissi doğurur. Buradaki yalnızlık hissi ile anlam olarak kendi bütünlüğünü kavramış ruhun yalnızlık hissi aynı şey değildir. Bu yüzden yalnızlık kavramının kullanıldığı bağlama dikkat kesilmek meseleyi anlamaya matuf önemli bir durumdur.
Ruhun yalnızlığının dayandığı bağlamı gösterme açısından yukarıdan itibaren bahse konu olan satırların önemi açıktır. Hayatı boyunca kişi, kendi bütünlüğünü oluşturma gayretinden ödün vermemelidir.
Bu noktada kişi, önemli eşiği aştığını düşünebilir. Ancak yaşamın kendisi kişiler açısından öyle bir yalnızlık üretiyor ki, ruh acıdan kıvranıyor. Bu durumu yaşayanlar algılayabilir. Anlamın her adımda tökezlemeye zorlandığı bir zeminde ruhun kendi yalnızlığına sığınmasından başka bir çare kalmamaktadır.
Ruh kendi yalnızlığına sığındığında ise derin hüzne kapılır. Bu hüzün melankolik bir durum oluşturur. İrade, ruhun imdadına yetişmezse akli süreçlerde sorunlar baş gösterir, ‘deli’ muamelesi görür.
Ama kendi bütünlüğünü sağlamış kişilik, yalnızlığını ve hüznünü derinleştirerek yaşamayı öncelik hale getirir ve bu hüzün üzerinden damıttığı bir inceliği yaşamın vazgeçilmez özelliği haline dönüştürür.
Ruhun kendi varlığını açığa çıkartabilmesi için yeterli bir içsel yolculuğu yaşamak ve hitama erdirmek asıldır. Ruhun, her halükarda bir yalnızlığı yaşamasının zorunluluğunu idrak ederek bu yalnızlığın taşınabilir bir seviyede tutulmasının imkân dâhilinde oluşuna istinaden hareket etmenin önemi kavranmalıdır.
Hem ruhun anlam döngüsünü, hem de yalnızlığın anlam döngüsünü doğru kavramanın yolu ise; varlığın ve öncelikle insanın aşkınlığı bir yeti olarak değil ontolojik bir durum olarak kavramaktır. İnsan, aşkınlığa özgü yaratılmıştır. Ve sürekli aşkınlığı her edimde ortaya çıkarmaktan keyif alır.
Bu durum alçaklığın bir olgu olarak varlığını dışarıda bırakmaz. Çünkü haz, alçaklıkta da bulunmaktadır. Ve kişi, alçaklığı o hazzı elde etmenin keyfi ile normalleştirmektedir. Yoksa alçalmayı hiçbir kişilik kabullenmez…
Ruhumuz, kendi yalnızlığı içinde yapayalnız kalmasın! O’nun yalnızlığını giderecek bir güven ortamına olan ihtiyaç izah gerektirmez! Bu güven, kesin bir inançla iman etmeye ayarlı bir yolculuğu hitama erdirmekten geçecektir.
İman, imkânsızı yapabilme istidadı sağlayacağı için yalnızlığın giderilmesine katkı sunar. Ruh, iman ile taçlandığı zaman, kendi olma hazzını yaşar. Bu kendi olma, kendi bütünlüğünü yaşamayı imkâna dönüştürür. Bu imkân, ruhu güçlendirir ve kendi yalnızlığı ile başa çıkma gücü sunar.
Ama bir gerçeklik var ki o da göz ardı edilemez: içinde var olduğumuz kültür evreninin yabancılaştırıcı ve yalnızlaştırıcı unsurlarını top yekûn ortadan kaldırma imkânın neredeyse muhal oluşudur. Bu kişinin kendi tamlığını gerçekleştirirken varlık planında bir bütünlüğü sağlamaya matuf hedefin gerçekleştirilmesini zora sokmaktadır.
Modern ruh, kendi yalnızlığını bir kader olarak kabullenmiş ve bu yalnızlığın verdiği acı ile sürekli maddi hazlara sığınarak aşmaya çalışır. Bu durum, ruhu daha da yalnızlaştıran ve acısını koyu hale dönüştürmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü modern insan, kendi bütünlüğünü yok eden, tamlığını parçalayan bir kültür evrenine sahiptir.
Ve maalesef bu kültür evreni bütün dünyayı sarıp sarmalamış durumdadır. Bu yüzden ruhumuz muazzep bir şekilde kendi yalnızlığının girdabında boğulmaya devam etmektedir.
Bir umut olarak; kişi, kendi bütünlüğünü sağlayarak kendi tamlığının idraki ile kendi yalnızlığına ve ruhunun yalnızlığını ve kaygılarını sağaltabilir. Umudu diri tutarak, umudu aşılayarak, yeni umutlara yelken açılır.