Hazım Sağıye
TT

Lübnan’ın büyük olasılıkla çıkmazda olan yolları

İki çözüm önerisiyle karşı karşıya olduğumuz söylenebilir. Bunlardan birisini Fransız, diğerini ABD çözüm önerisi olarak adlandırabiliriz.
Fransız çözüm önerisi koruyucu. Her şeyi olduğu gibi bırakarak yolsuzluk ve yardımlara odaklanıyor. Her ne kadar özellikle bakanların oluşturduğu halkada bazı değişikliklere odaklanılsa da yöneticiler değişmeyerek aynı kalıyor. Devrimden ve liman katliamından önce seçilmiş olan meclisin meşruiyetine saygı duyulmaya devam ediliyor. Hizbullah’ın silahına dokunulmuyor ve kendisi ile anlaşmazlık bulunduğu ifade edilmekle yetiniliyor.
Başka bir deyişle Fransız önerisi, sebepleriyle mücadele ederek yolsuzluğu ortadan kaldırmayan bir girişimidir. Bu nedenle, “ülke ekonomisini ayakları üzerinde durduracak” yardımları alabilsek bile olanların tekrarlanma olasılığı her zaman var olacak.
Hizbullah’a karşı ılımlı olmanın faydalarını keşfetme konusunda daha da ileri giderek Hizbullah’ın silahının da faydalı olduğunu söyleyenler olabilir. Bunlara göre Hizbullah’ın silahı “iki silahlı taraf gerektiren bir iç savaşı engellemektedir.” Burada, belki de daha önemli olan bir başka gerçek görmezden geliniyor. O da bu silahın varlığının aynı zamanda iç barışı da engellediğidir. Ülkeyi lokal ve aralıklı bir şiddetten kaynaklanan çalkantılı bir duruma mahkum ettiğidir. Unutulamaması gereken bir gerçek daha var. O da bu silahın gölgesinde, bölgesel şiddetin yansımalarına, özellikle de İsrail saldırılarına maruz kalmamız olasılığının varlığı, hatta kaçınılmazlığıdır.
Lübnan değişmekten aciz olduğu için kusurlu olduğu kadar Emmanuel Macron da bu riskleri görmezden geldiği için kusurludur. Macron bu kusurdan kurtulduğunda Lübnan yönetiminin sembollerine karşı konumunu güçlendirebilir, daha köklü çözüm önerilerinde bulunabilir. Ancak bu hali ile Fransız çözüm önerisi nihayetinde zayıf ve kırılgan bir çözüm olarak kalacaktır. Nebih Berri, maliye bakanlığı ya da başka herhangi bir mezhep tarafının bahanesiyle kendisini engelleyip iptal edebilir. Yeni hükümet kurulsa bile çarpık yorumu ile “anayasa tüzüğü” kılıcı başının üstünde durmaya devam edecek. Buna bir de her an kullanılabilecek Hizbullah’ın silahı ve kılıcı da eklendiğinde hükümetin kuruluşunu ve çalışmalarını kolaylaştırma, kendisine engel olmama hakkında tüm söylenenler ciddiye alınmaması gereken sözlere dönüşüyor.
ABD’ninki ise tam aksine radikal bir çözüm. Yaptırımlarla dağlamayı amaçlıyor. Bizlere yardımları unutun diyor. Çünkü elde edilmek istenen, Hizbullah’ın silahının başı ya da siyasi alandaki konumunun ve hükümet içinde sahip olduğu temsil gücünün başıdır. Paris, Hizbullah’ın çok sayıda Lübnanlı tarafından seçildiğini, dolayısıyla meclis içinde bir temsil gücüne sahip olduğunu söylerken Washington, ABD vatandaşlarını öldüren, uyuşturucu ve benzeri kaçakçılık ağlarını yöneten bir terör örgütü olduğunu vurguluyor. Dahası, ABD’ye göre Hizbullah, Arap ülkeleri ile İsrail arasında barış ve normalleşme yolunun taşlarını döşemekte olan Washington’ın  bölgedeki planlarını sabote eden İranlı bir unsurdur.
Dolayısıyla ABD açısından durum şu şekilde: Ya bu ya da diğeri. Bunun orta bir yolu yok.
Bölgedeki çatışmalar en azından ABD’deki başkanlık seçimlerine kadar, Trump veya Biden kazansa da artamaya aday.
Lübnan’ı Hizbullah’ın güçlü bir şekilde var olduğu ve Lübnan-İsrail veya Suriye-İsrail sınırı aracılığıyla kayabileceği açık çatışmalarla karşı karşıya bırakan da budur.
Bu sırada Lübnanlılar daha çok aç kalacaklar ve ölmeye devam edecekler. İster Hizbullah tarafında, isterse ona karşı çıkan tarafta olsun mezhep yapılarının gücü ve sağlamlığı artacak.
İki çözüm önerisinin sorunu ve bizim de onlarla sorunumuz; Hizbullah’ın aynı anda hem Lübnanlı hem de İranlı, hem seçilmiş hem de terörist olmasıdır. Bu nedenle ABD’nin tanımı da en az Fransa’nın tanımı kadar doğrudur. Ancak aynı nedenle her iki tanım da eksiktir.
Lübnanlıların bu iki çözüm önerisinden ya da kusurlarından kaçınmasını sağlayacak bir şey var mı? Teorik olarak evet, var. O da İran’da yönetimin değişmesi. Bu değişim sadece Lübnan’ın değil, başta İran halkı olmak üzere tüm bölge halklarının faydasına olacaktır.
Fakat bu, özellikle de İranlılar 2009’daki protesto hareketlerinin bastırılmasının yol açtığı yaralarını halen sararken, hiç kimsenin kontrol edemeyeceği bir meseledir.
Suriye’de Esed’i ve yönetimini devirecek bir değişim de yardımcı olabilir. Ancak bu, Lübnanlılardan önce Suriyelilerin şansızlığı ki çok beklenmesine rağmen gerçekleşmedi. Bugün Suriye'de yaşanan onca şeyden sonra orada, Suriyelilere ve Lübnanlılara fayda sağlayacak bir gelişmenin yaşanması zor. Aksine, iki ülkedeki mezhep kaynaklı gerilimi düşürmeye katkıda bulunmak yerine büyütecek gelişmelerin yaşanma olasılığı her zaman daha yüksek.
Her halükarda İran’da ya da Suriye’de iç veya dış etkenlerle olumlu gelişmelerin yaşandığını varsaysak bile bu, Lübnanlılara kurtuluştan ziyade yalnızca bir potansiyel ve fırsat sunacaktır. Zira bu durumda dini gruplarımızın ve çürümüş siyasi liderliklerin tutumu ne olacak? Meydana gelmesi halinde böyle dönüşümlerden yararlanmalarını kolaylaştıracak şekilde değişebilecekler mi?
Büyük olasılıkla yaşadıklarımız, bildiklerimiz ve gördüklerimize göre cevap şudur: Hayır.
Bu nedenle, bir başka bildirime kadar Lübnan çıkmaz yollara girmiş gibi duruyor. Tarihsel karamsarlığa gelince; bugün asil duygular kadar akılcılığa da hakim gibi görünüyor