Cemile Bayraktar
Gazeteci-Yazar
TT

Uluslararası aktörler ve havuç/sopa stratejisi

Dünya geneline baktığımızda Çin ve Rusya gibi önemli aktörlerin daha sessiz biçimde dış politika yürüttüğünü görüyoruz. Buna mukabil ABD gibi önemli bir aktöre ve etkili aktör olmaya çalışan Fransa’ya baktığımızda oldukça sesli dış politika yürüttüklerini görmekteyiz. Elbette bu görünür politikalarda bahsi geçen aktörlerin tarihsel olarak mevcut olan dış politika geleneklerinin de etkisi var.
Soğuk Savaş’ı Doğu Bloku’nun en önemli aktörü olan SSCB’nin kaybettiği gerçeğinden sonra, Soğuk Savaş’tan bu yana gelişmesini ve yayılmasını sürdüren Rusya’nın sömürgeciliğinin AB ülkeleri gibi olmadığı malum, ancak 16. Yüzyıldan bu yana etki alanı olan Orta Asya’da çok fazla işgal gerçekleştirdiği de ortada, bugün de yine etki alanındaki bölgeler üzerinde etkinlik sağlamak isterken Akdeniz ve Karadeniz etkinliğini devam ettirmek ve hatta arttırmak istiyor.
Çin, ekonomik anlamda elde ettiği etkinliği daha geniş alana yaymak isterken yine Batı’dan daha farklı bir politika izliyor. Özellikle Doğu Türkistanlıların yaşadığı bölgelerdeki hak ihlallerine yönelik tepkilerin de bu ekonomik gücü sayesinde görmezden gelinmesini sağlamaya çalışıyor.
Aslını isterseniz Rusya ve Çin gibi iki derin ve sessiz aktörün havuç/sopa stratejisi belirlemediği ortada, daha çok kendi iç siyasetlerinden dış politikalarına kadar hemen hemen her alanda insan hakları, demokrasi gibi gereksinimlere ehemmiyet vermemeleri, tarihsel olarak da böyle bir geleneğe sahip olmaları, otoriter yönetimler olmaları nedeniyle belirledikleri politikalar sürekli sopa stratejisi üzerinden şekilleniyor. Örneğin, Rusya’nın Suriye’de kazanmak istediği SDG ve ona bağlı yapıları elde etmek isteyip elde edememesinin nedeni de bu sopa stratejisinden kaynaklı. Çünkü bu tip yapılar, daha çok havuç stratejisine bel bağlayan, kısa vadeli pragmatik politikalar belirleyen yapılar.
Sömürgecilik geçmişleri nedeniyle sürekli edinmeye çalıştıkları “medeniyet” sıfatını bir türlü üzerlerine oturtamayan Avrupa ülkeleri ise havuç/sopa stratejilerini başarılı biçimde kullanan, bu stratejiyle de müdahale etmek istedikleri alanlardaki etkinliklerini arttırabilen aktörlerdir. Özellikle sıkça duyduğumuz “böl/yönet” politikalarının işlevsel hale gelmesi, bölüp yönetilmek istenen bölgelerdeki farklı grupları havuç ya da sopa stratejisi ile dizayn etmeleriyle alakalıdır.
Soğuk Savaş’tan savaşın kazananı olarak çıkan ABD’nin, bugünlerde eski ihtişamlı günlerinden eser yok. Aslında Soğuk Savaş zaferi de dünyanın en kısa zaferi olarak kabul edilebilir çünkü tüm dünyaya demokrasi götüreceğini artık ekonomik sorunların, savaşların olmayacağını söyleyen ABD’nin, demokrasi götürdüğü, havuç verdiği bölgelerdeki artan karmaşa Fukuyama’nın iddia ettiği gibi “dünyanın sonunu” değil, yeni karmaşaların başlangıcını getirdi.
Her ne kadar “Batı ülkeleri” olarak aynı kategoride değerlendirseler de, bir ticaret devleti olan ABD’nin öyküsü, Avrupa’dan farklıdır. Ekonomik etkinlik alanlarını arttırmak için yumuşak güç ve havuç stratejilerini daha fazla kullandığı vakidir. Ancak İkinci Dünya Savaşı sonrasında sömürgecilerin Orta Doğu’dan çekilmesiyle buralarda sopa stratejisini kullandığı görülmektedir. Hatta İran ve Irak savaşırken aynı anda iki ülkeye de silah satmak gibi skandal politikalar geliştirebilmiştir.
Bu kadar tarihi alıntıdan sonra günümüze gelecek olursak, geçtiğimiz haftalarda bir nevi sömürgeci mantığı ve söylemiyle hareket etmeye çalışan Fransa Devlet Başkanı Macron’un, bu politikanın artık işlemediğini görmesiyle diyalog ve diplomasi kanalları açma söylemine dönmesini izlediğimiz malum. Elbette “ben dünyada etkili bir aktörüm/olmak istiyorum” maksadından birden vazgeçilmiş değil ancak mevcut tepkiler nedeniyle aynı maksadı farklı politikalar ile yürüttüğünü söyleyebiliriz. Hiç şüphesiz bu gelişmede nezaket ve iyi niyetten çok şimdilerde dünyada neredeyse hiçbir aktörün ekonomik maliyeti nedeniyle savaş temelli bir gerginlik istememesi etkili. Macron, en azından şimdilik, dersini almış gibi gözüküyor ve bir klasik olarak havuç stratejilerine geri dönmek istiyor.
ABD için ise durum “Yüzyılın Anlaşması” politikası üzerinden ilerliyor. ABD tüm Orta Doğu politikasını İsrail ile bazı Orta Doğu ülkelerinin normalleşmesini sağlamaya yönelik politikalar üzerinden şekillendirmeye çalışıyor. Bu politika, Trump ve damadı Kushner politikalarıyla sınırlı mı yoksa Pentagon da bu politikalara dahil mi şimdilik bilemiyoruz. Zira bence Pentagon da bu politikaların sonuçlarını bekliyor; başarısız olması halinde terk edilecek, başarılı olması halinde devam ettirilecek bu havuç stratejisi bu nedenle şimdilik Trump yönetimine bağlı olarak ilerliyor. En azından masada olanlar şimdilik böyle…
İsrail gibi diyalog kurmanın zor olduğu, şartların sürekli kendi lehine oluşmasını isteyen bir ülke ile normalleşmenin zor olduğunu düşünüyorum. Ancak İsrail’le, ABD politikası gereği normalleşmenin de tamamen yanlış ve tamamen terk edilmesi gereken, baştan yok hükmünde olan bir politika olmadığını düşünüyorum. Bu politikalar Orta Doğu için yeni bir sayfa olabilir ancak burada önemli problem Filistin’in yok sayılmasından kaynaklanmaktadır. Filistin yok sayılarak, İsrail ile bölgede normalleşme olması mümkün değildir. ABD’nin de, İsrail’in de bunu bilmemesi mümkün değil, bildikleri halde bu politikalara yönelmeleri bölgede normalleşme beklentisinden çok “biz yaptık oldu” mantığıyla alakalı. Trump, iyi bir tüccar olabilir ancak dış politika anlayışı yeterli olmayan biri, ABD’de ikinci kez seçilebilmek için Yahudi Lobisi’nin desteğini almak istiyor. İsrail ise Orta Doğu’da yapmak istediği ihlalleri normalde Avrupa ve ABD’ye kabul ettiremezken, Trump’a kabul ettirebiliyor ve Trump’ın bir daha seçilmeme olasılığı nedeniyle Trump iktidardayken hızlı bir biçimde amaçlarını gerçekleştirmek istiyor ve bölgeyi ikna için bazı ülkelerle normalleşmekten bahsediyor. İyi de Filistin bu haldeyken nasıl normalleşilecek, bu sorunun cevabı yanıtlanmayı bekliyor.
Ancak bu köşede daha önce de belirttiğim gibi Orta Doğu, suni girişimleri bünyesinde sindiremeyen özel bir coğrafya. Dolayısıyla oryantalist bir üstencilikle, şartlar hazır olmadan girişilen bu politikalar her ne kadar havuç vaat etse de, geçmiş tecrübesinden yola çıkarak söyleyecek olursak sopayı da hazır bulunduruyor. Dolayısıyla havuç ya da sopa stratejilerinden çok mevcut şartların belirlenen politikalara uyum gösterip göstermediği, zamanlamanın doğru olup olmadığı önem kazanıyor. Filistin’in dahil olmadığı bir normalleşme sürecinde uzattığınız havuç da, kaldırdığınız sopa da işlevi olan bir sonuç doğurmayacaktır.