Sam Mensa
TT

Geçmiş uygulamalar ile gelecek beklentileri arasında Filistin

İsrail’in Bahreyn ve BAE ile imzaladığı iki anlaşma, söz konusu iki Körfez ülkesinin İsrail'e komşu olup da savaşmamış olmaları dolayısıyla, ekonomik ve yatırım boyutunun daha ağır basması nedeniyle daha önce Mısır, Ürdün ve Filistin Ulusal Otoritesi ile imzaladıklarından farklıdır. Yine de açtığı gedik, özellikle Arap dünyası tarihindeki tüm standartlara göre istisnai olan bu aşamada ilki kadar önemlidir.
Birden fazla ülkede patlak veren Arap Baharı olaylarının, söz konusu ülkelerin çoğunun parçalanmasına ve Suriye, Libya ve Yemen’de olduğu gibi bölgesel ve küresel müdahalelere tanık olan iç savaşlar yaşamasına neden olan yansımaları oldu. Bunlara ilaveten son 10 yıl, Sünni ve Şii köktendinciliğin yayılmasıyla da ön plana çıktı. Birinci köktendincilik, kargaşaya ve fitne fesada yol açan el-Kaide ve DEAŞ gibi bir dizi aşırılık yanlısı terörist grubun üremesiyle vücut buldu. İkincisi, İran’ın birden fazla Arap ülkesine saldırması, kendi toplumlarına yabancı, devlete düşmanca tavır alan, içine sızan veya yerine geçen silahlı yapılar kurması ve bunları savaşlarında kullanması ile somutlaştı.  İran'ın çeyrek asrı aşkın süredir Arap ülkelerine, özellikle Körfez ülkelerine yönelik şüpheli uygulamalarının Arapların İsrail'le normalleşmeye yönelmesinin ana nedeni olabileceğini söylersek abartmış olmayız.
Bahreyn, BAE ve İsrail arasında imzalanan iki barış anlaşması, Arap dünyasının üç fotoğraf karesinde özetlenebilecek bir sahneyi ortaya koyuyor.
İlki, Arap dünyasının siyasi bir birim ve bölgesel bir sistem olarak çöküşüdür. Öyle ki Arap ülkelerinin çoğu ya parçalanmış ya da başarısızdır. Çok azı bir tür siyasi ve ekonomik istikrar yaşıyor. Siyasi bir grup olarak birliği bozulan, Arap Birliği şemsiyesi altında kırılgan da olsa onları asgari düzeyde bir ortak paydaya ulaştıracak siyasi dayanışma ve yardımlaşma çerçevesi oluşturamayan ülkelere dönüştüler.
İkinci kare, Filistin meselesinin tüm Arap ulusunun meselesi olduğu ve hiçbir tarafın tek taraflı karar alma hakkına sahip olmadığı uzlaşısının bozulmasıdır. Bahreyn, BAE ve İsrail arasındaki barış süreci hem bir sonuç hem de bir başlangıçtır. ABD Başkanı Donald Trump'ın Arap-İsrail anlaşmazlığını çözmek için siyasi yönünden ziyade ekonomik ilişkilere ve kalkınmaya odaklanan Yüzyılın Anlaşması ile somutlaştırdığı politikasının bir sonucudur. Filistin sorununun çözümünü Arapların mutabakatıyla sınırlandırma söylemini yıkarak bazı Arap ülkelerinin tek başlarına İsrail ile ilişkilerini normalleştirme kararı aldıkları yeni bir aşamanın başlangıcıdır. Bu adımı Nil Vadisi, Mağrip ya da Maşrık bölgesi ülkelerinden gelecek benzer adımlar takip edebilir.
Mutabakat iyi kullanılsaydı ve samimi olsaydı olumlu sonuçlar sağlayabilirdi. Ancak bunun yerine tehlikeli olumsuzluklar doğurdu. Nedeni de totaliter ve otoriter Arap rejimlerinin Filistin davasını rehin almaları, içerideki başarısızlıklarına karşı bir kalkan, halklarına uyguladıkları baskıyı haklı göstermek için bir bahane olarak kullanmaları, dışarıda ülkelerinin menfaatinden ziyade kendi otoriter çıkarları için bir değiş tokuş aracı olarak kendisinden yararlanmalarıydı. Başta Hafız Esed rejimi olmak üzere söz konusu yönetimler, o dönemde direniş ve karşı koyma cephesini oluşturdular. Her türlü uzlaşı girişimini engelleyerek Filistin davasını ve Arap dünyasının kararlarını tekellerine aldılar. Dilleri “davanın kutsallığının” ne Filistinlilere ne de herhangi bir Arap ülkesine bu meselenin kaderini tek başına tayin etme hakkı vermediğini, bu davayla ilgili kararların ortak ve birleşik Arap kararları olması gerektiğini söylüyordu. Ancak kendi içlerinde varlıklarının gerekçesi olan bu hazineden ve çıkarlarına hizmet etmesi için istedikleri zaman kullandıkları bu silahtan vazgeçmekte gönülsüzlerdi.
İşte bu kapalı çember, BAE ve Bahreyn gibi önemli Körfez ülkelerinin İsrail ile normalleşme anlaşması imzalamalarından sonra kırıldı. Onunla birlikte birçok Arap barış girişiminin başarısız olmasının arkasındaki ana sebep olan totaliter Arap rejimlerinin Filistin davası üzerindeki tekelleri de parçalandı.
Üçüncü kare, çoğu Arap ülkesinin yaşadığı iç sorunlara ilaveten Filistin Ulusal Otoritesi’nin düştüğü zayıf durum, Ramallah ve Gazze yönetimleri arasındaki büyük parçalanma ve yoğun ihtilaf nedeniyle Arap-İsrail çatışmasının hararetinin azalmasıdır. Gazze Şeridi, İsrail'in geri çekilmesinin ardından barış, istikrar ve başarılı bir ekonomik bölgeye dönüştürülebilir ve Filistin devletinin nasıl olabileceğine dair bir örnek teşkil edebilirdi. Fakat bunun yerine bugünkü dış güçlere güvenen, yoksul, izole edilmiş bir duruma ve terörün sığınağı haline dönüştürüldü.
Arap dünyasının çöküşüne dair bu üç fotoğraf karesi, bazılarının onun eksikliklerini ve kötü yanlarını görmesine neden olabilir. Fakat pek çok olumlu yönü olduğuna da dikkat edilmelidir. En önemlisi de bu Arap dünyasının, atalarımızın ve babalarımızın geçen yüzyılın başında ve ortasında yaratmayı arzuladığı dünyadan farklı olduğudur. Doğrusu bu dünyanın çökmesinden dolayı üzgün olmadığımızı söylersek aşırıya kaçmış olmayız. Zira bu dünyanın ülkelerinin çoğu bağımsızlığından bu yana totaliter rejimlerin kontrolü altına girdikleri için modern bir devlet tesis edemediler. Filistin davasını kullanarak bölgeyi savaşlara sürüklediler. Savaşların görünen amaçları işgale karşı mücadeleydi anncak asıl amaç söz konusu rejimlerin kendilerini güvence altına almasıydı. Bu nedenle bu savaşlar ne Filistin’i kurtardı ne de İsrail’e baskı yaptı. Aksine rejimler, halklarına baskı yapmak ve hiçbir sesin savaşın sesinden daha yüksek olmadığı bahanesiyle hayatlarını askıya almak için onları birer gerekçe olarak kullandılar.
İsrail ile gerginliğin azalması ve bugün BAE ve Bahreyn ile başlayan yol, Arap-İsrail ihtilafından sahip olduğu önceliği alarak onun yerine bölge halklarının Arap Baharı devrimlerinin ortaya çıkardığı ihtiyaç ve endişeleri ilk sıraya yerleştiriyor. Söylediklerimiz hiçbir şekilde bir adalet meselesi ve bir halkın vatanındaki hakkı olan Filistin davasını sümen altı etmek anlamına gelmiyor. Aksine normalleşme süreçleri, çözüme yönelik performansı, özellikle Filistinliler barıştan yararlanmayı bilirlerse, önceki şiddet ve savaş deneyimlerinden daha etkili bir şekilde harekete geçirmeye yardımcı olabilir.
Şüphesiz bu aşamayı çevreleyen birçok risk bulunuyor. İki barış anlaşması, ABD yaptırımlarının yol açtığı abluka ve Irak, Lübnan ve Suriye'de aldığı darbelerin ardından İran'ın tecrit hissini büyütebilir. İran bu nedenle özellikle vekillerinin iç koşullarını etkilediği ülkelerde daha agresif ve katı politikalar benimseyebilir. İran'ın eşi görülmemiş pervasızlığından duyulan meşru korku, bölgeyi talihsiz sonuçlara sürüklüyor.
İkinci tehlike, özellikle de tüm meseleleri ülkesinin menfaatine değil de kişisel seçim kazanımlarına yönlendiren Binyamin Netanyahu ile İsrail narsisizmidir. Barışı pekiştirmek ve güçlendirmek için İsrail'in güvenirliğine gereksinim vardır. Zira bu, ekonomi, eğitim, sağlık ve güvenlik yönleri ile soğuk olmayan bir barıştır. Aynı zamanda bu Arap inisiyatifine, Filistin sorununun adil çözümünü teşvik edecek yönde gerçek tavizlerle karşılık vermek zorundadır.
Üçüncü tehlike, ABD'nin son on yılda Ortadoğu'ya yönelik politikasına damgasını vuran tereddüdün devam etmesi ve İsrail'e sağladığı sonsuz destektir. İster Donald Trump ikinci dönem yeniden seçilsin, isterse Joe Biden kazansın, Washington, İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki normalleşme süreçlerini koruyacak biçimde artık bölgeye yönelik politikalarında net bir vizyon belirlemelidir. Aynı zamanda İsrail çıkarlarının yanı sıra başta iki devletli çözüm olmak üzere Filistin ve Arap çıkarlarını da gözetmelidir.
Bugün yalnızca bölgenin ekonomik geleceği için değil, bu geleceği sorunları geçici çözümlerden ziyade kökünden çözen bilinçli ve adil politik duruşlarla güçlendirmek için de entegre bir vizyona ihtiyaç vardır. Böylece bu barış deneyimi de öncekiler gibi başarısız olmayacak, aksine bölgenin refahı için cesaret verici bir başlangıç haline gelecektir. Bölge, geçmişte yaşamaktan bugünün tadını çıkardığı ve geleceği iple çektiği yeni bir aşamaya geçiş yapabilecektir.