Ekrem Bunni
Suriyeli yazar
TT

BM, acizlikte boğuluyor!

Koronavirüs nedeniyle dünya liderlerinin uzaktan katıldığı Birleşmiş Milletler 75. Genel Kurulu öncekilerden çok da farklı değildi. Oturum, pandemiyle nasıl başa çıkılacağı konusunda anlaşmazlıklara ve bölünmeye yol açtı. Kabul edilen pozisyonlar, sınırları aşan ve insanlar arasında milliyetlerine, bağlılıklarına veya inançlarına göre ayrım yapmayan bir virüse karşı koymak için gereken işbirliği ve koordinasyon ruhundan olabildiğince uzaktı.
Bunun yerine zirve, virüsün yayılmasıyla ilgili sorumluluk suçlamalarının başkalarına yönlendirildiği ve kendi kendine yeten çözümlerle övünmenin, iç değerlendirmelerin uluslararası işbirliğine öncelendiği bir platform gibi görünüyordu. Bu durum, Birleşmiş Milletler'in ortaya çıkan bu tehlikeyi engelleyen, ne önleyici düzeyde ne de salgının gerçeklerini ve nasıl yüzleşileceğini açığa vurmayan, sağlık sorumluluklarını üstlenemediğini ve yetersizliğini gösteren ortak bir plan geliştirmedeki başarısızlığına yeni bir bölüm ekledi.
Bazıları, koronavirüsün neden olduğu varoluşsal sarsıntının uluslararası işbirliğini ve karşılıklı yardımı teşvik etmesini, Birleşmiş Milletleri canlandırmasını ve kurumlarının dünyanın tüm kesimlerinin çıkarlarının aynı hizada olduğu ve krizi mümkün olan en az hasarla atlatacak şekilde çözdüğü bir durumu koordine etmek için kullanılmasını bekliyordu. Ne yazık ki, tam tersi ortaya çıktı. Bu, uluslararası örgütün küresel bir fikir birliği ruhu inşa etme ve gezegeni hepimizin yararına yönetme konusundaki kronik yetersizliğinin nedenlerine ilişkin keskin eleştiriler ve farklı açıklamaları ortaya çıkardı.
Bazıları bunun, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra üçüncü bir savaşın patlak vermesini önlemek için kurulan Birleşmiş Milletler'in temel yapısıyla açıklanabileceğine inanıyor. Muzaffer ülkelere yönetiminde ayrıcalıklar tanıdı ve baskın otorite olan Güvenlik Konseyi'ni, genellikle zayıf halkların çıkarları pahasına ve genel olarak aynı doğrultuda, uzlaşmalar inşa eden ve anlaşmazlıkları güçlü ekonomik ve askeri güç Washington'un politikaları doğrultusunda çözen kriz yönetimi için bir araç gibi yaptı.
Bununla birlikte sahne, ABD'nin geri çekilmesi ve dünyayı yönlendiren motor güç rolünü oynama isteksizliği ile değişti. Başkan Bush’un müdahaleci politikalarının hayal kırıklığı yaratan sonuçlarına bir tepki olarak, Obama iktidara geldiğinden beri öncü rolünü kademeli olarak terk ediyor. Trans-Pasifik Ortaklığı, Paris Anlaşması, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi, UNESCO, İran'la nükleer anlaşma ve son olarak, Başkan Trump'ın Çin için çalışmakla suçladığı Dünya Sağlık Örgütü’nden çekilmesiyle bu daha net hale geldi.
Öte yandan, başarısızlığı ABD'nin tek büyük güç haline gelmesiyle uluslararası güç dengesinde meydana gelen ani değişikliklere bağlayanlar da var.
Artık tek kutuplu bir dünyanın çıkarlarına hizmet etmeyen gruplar ortaya çıktı. Gelişmenin tezahürleri arasında Moskova'nın küresel kontrol ve etki için rakip rolünü oynamaya geri dönmesi ve Çin'in elde ettiği ekonomik büyümenin onu daha belirgin uluslararası bir rol oynamaya itmesi.
Bu, ABD'nin kendi iradesini empoze etme yeteneğini baltaladı. Kendi pozisyonlarının ve Moskova ve Pekin ile rekabetindeki zıtlıkları, Birleşmiş Milletler'in başarısızlığının önemli bir itici gücü haline getirdi.
Durum, farklı siyasi sistem şekilleri ve küresel kaygılara bağlı olarak ilişkilerinin farklı dereceleriyle daha da kötüleşti. Sonuç olarak birçok ülkede, partizan grupların çoğu; dar çıkarları, otoriterlik ve tahakküm hesaplarıyla ilgili olduğu kadar, kolektif eylem ve küresel kurumsal boyutla da ilgilenmez.
Üçüncü bir grup, küresel insan uyumunun azaldığını gösteren olguların gelişmesi, insanların kalpleri ‘popülizmin ilerlemesi, izolasyonculuk ve aşırı sağın ağırlığıyla dolu’ diğeriyle bir arada yaşamdan giderek daha fazla kopmasaydı BM’nin, ulaştığı duruma olmayacağı inancına sahip. Bu açıdan, eşitlik ve vatandaşlık değerlerine sahip olan Batı ülkelerinde artan ırk ayrımcılığına, İngiltere’nin Avrupa Birliği’nden (AB) ayrılmasına, İsrail’in Müslüman ve Hıristiyan Arapları dışarıda bırakan bir Yahudi devleti kurma çağrılarının tırmanmasına bakabiliriz. Önemsiz nedenlerle etnik- kabile çatışmalarının ortaya çıkmasına, Sünni- Şii mezhep çatışmasının Arap- bölgesel sahnesinin zirvesine çıkmasına bakılabilir.
Bu görüşün sahipleri, yukarıda belirtilenleri, ‘insanlara, kurbanların ardında kalanlara ve mültecilere karşı şiddete müsaade edilebilmesiyle ve kalkınma planlarının başarısızlığı, sömürü, açgözlülük ve yolsuzluk olgularının sonucunda birçok ülkedeki ekonomik krizler nedeniyle insan hayatının kötüye gitmesine’ bağlayabilir.1990’lı yılların sonunda ilan edilen BM reform ve demokratikleşme projesinin büyük güçler tarafından kasıtlı olarak engellenmesi nedeniyle başarısızlığa bağlı olarak, eşitlik ve insan hakları değerlerini öne çıkaran küresel bir kültürün yayılmaması meseleyi daha da kötüleştirdi.
Ancak nedenleri ne olursa olsun koronavirüs salgınının, BM’nin en önemli tarihi dönüm noktalarından biri olduğunu, insanların yaşamları ve haklarıyla ilgilenmeden dar çıkarlara hizmet edenlerin bencil güdülerini ortaya çıkardığını, sonuç olarak örgütsel hastalıklarını ve büyük ülkelerin dünya üzerindeki hegemonyalarını meşrulaştırdıkları entelektüel köklerini ortaya koyduğunu kabul etmeliyiz. Ayrıca bu salgının, son yıllarda kendilerini güçlü bir şekilde empoze eden, doğal afetler, küresel ısınma ve çölleşme gibi insan yaşamının geleceğini tehdit eden küresel nitelikteki ciddi zorluklar karşısında herkesin uyumlu çabalarına duyulan ihtiyaçtan hareketle, bu uluslararası örgütün yapısını ve rolünü geliştirmeyi düşünmek için ahlaki ve yasal teşvikleri olgunlaştırdığını kabul etmek gerekiyor.
Yıkıcı çatışmaların yayılması, toplumsal adalet bozukluğunun sonuçları, yoksulluğun şiddetlenmesi, işsizlik, göç, son olarak koronavirüs salgını; insani değerleri paylaşmış güçlerin ve faaliyetlerin rolünü canlandıran geniş bir kamuoyu yaratma çağrısını haklı çıkarıyor. Bunların, Küresel sorunları kuşatmak, ezilenleri ve etkilenenleri yaralarını sarmak için BM ve kurumlarının her zaman hazır bulunduğu küresel bir düzen inşa etmekte gerçek bir çıkarı var.
O halde iyimser olanların, koronavirüs salgınının yankıları nedeniyle dünyayı bekleyen büyük ekonomik ve toplumsal zorlukların teşvik ettiği, adil ve kararlı bir uluslararası irade inşa etmek üzere yeni bir geleceğe ilişkin beklentilerini kabul etmeli miyiz? Ya da pek çok hükümetin kendi iç sistemlerine dikkat etme eğiliminde olma, uluslararası bağlarının yerine kendi kendine yeterlilik ve korumacılık ilkelerini tercih etme, milliyetçi ve ırkçı eğilimlerin dirilmesi için yalvarma ve salgınla yüzleşmeleri için onlara verilen acil yetkilerin hakkında uyarıda bulunarak, bir karamsarlık mı hâkim olmalı?