Hazım Sağıye
TT

Direniş ekseni savaşarak mı geri çekiliyor?

Birleşik Arap Emirlikleri ile Bahreyn İsrail ile normalleşme anlaşması imzaladıklarında, gözler hemen Şam’a çevrilmişti.
“Direniş’in kalesi” buna nasıl karşılık verecekti?
Esed rejiminin Enver Sedat, Yaser Arafat, Ürdün Kralı Hüseyin, Emin Cemayel hakkında tüm söyledikleri akıllarda iken bu normalleşme adımını kabullenecek miydi?
Şam yönetimi, Körfez-İsrail adımına karşı hiçbir açıklamada bulunmadı. Aksine olanları kabul etti.
Kendisinden, İsrail’in hava saldırılarının ardından yaptığı ünlü “Suriye’nin gereken yerde ve zamanda karşılık vermeyi seçtiği” yorumu bile duyulmadı.
Suriye Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı, televizyon ve radyosu hepsi sessiz kaldı. Karşılık verme görevi çalışanlara bırakıldı.
Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esed’in Politika ve Medya Danışmanı Buseyna Şaban, el-Meyadin televizyonuna verdiği demeçte “Abu Dabi’nin bundan çıkarı neydi bilemiyorum?” diye konuştu.
Kısacası, Şam’ın İsrail’e karşı tutumundaki kesinlik ve netliğin yerini birden bire bu bilmezlik aldı.
En keskin karşılık Sosyalist Arap Baas Partisinden geldi. Yayınladığı iki sert açıklamada “Filistin davası ve Filistin halkının haklarına karşı bu apaçık saldırganlığı” kınadı. Ama Baas’ın açıklamaları artık beyhude ve ciddiye alınmayacak açıklamalardı.
Yazarlar ve yorumcular, Suriye’nin diğer koşullarının eşlik ettiği bu sessizliğini okumada daha da ileri giderek şu soruları sordular:
Beşşar Esed ne zaman Tel Aviv’e gider ve ABD’nin himayesinde Suriye-İsrail müzakereleri ne zaman başlar?
Bu henüz olmadı. Ama en az büyük komşu kadar İsrail ile ilişkilere karşı çıkan komşu ülkede yani Lübnan’da buna benzer bir şey oldu.
Şii Emel Hareketi Lideri ve Lübnan Temsilciler Meclisi Başkanı Nebih Berri, Lübnan ile İsrail arasında dolaylı müzakerelerin başlaması için “bir çerçeve anlaşmasına” varıldığını deklare etti.
Bu duyuruyu Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın değil de Hizbullah’ın müttefiki Berri’nin yapması, asıl değil paralel devletin böyle bir inisiyatif aldığı ve sorumluluğa ortak olduğu izlenimini veriyordu.
Bu yaşananlar içinde daha da kötüsü bu süreci, BM’nin destekleyip denetleyecek olması. Ancak bu kötü durum, ABD yani “Büyük Şeytan”ın arabulucu ve bu süreci kolaylaştıran taraf rolünü oynaması ile zirveye ulaşıyor.
Asıl tehlikeli nokta, bu sürece “ortak çıkarlardan”, “kaynakların geliştirilmesinden” ve “bölge halklarından” bahseden yeni bir dilin eşlik etmesi.
İşin içinde, varlığından şüphe duyduğumuz “Siyonist devlet” ile bir tür normalleşme var. Burnumuza böyle bir koku geliyor.
Bu gelişmeye alışık olmadığımız bir adım  eşlik etti. O da Beyrut ve liman bölgesinde Birleşmiş Milletler Lübnan Geçici Görev Gücü’nden (UNIFIL) bir askeri birliğin konuşlandırılmasıydı.
En-Nahar gazetesinin haberine göre, bu konuşlandırma, UNIFIL güçlerinin doğu ve deniz sınırlarına doğru genişlemesinin, kaçakçılık faaliyetlerini önlemek gibi yeni bir  gözlem misyonu üstlenmesinin önünü açmak için atılmış bir adım. Amacı da, Ağustos ayında BM Güvenlik Konseyi’nde yapılan görüşmeler sırasında Washington’un dile getirdiği bu güçlerin görev süresinin uzatılması ve kendisine ek yetkilerin verilmesi isteğini gerçekleştirmek. Sadece hatırlatma amacıyla; bu güçleri sürekli bir şekilde İsrail’e hizmet etmekle suçlayıp birden fazla kez yerel halkı onlara karşı kışkırtan Hizbullah’ın, UNIFIL kuvvetlerinin yayılmasından duyduğu şiddetli rahatsızlığı gizlemediğini de belirtelim.
Kısacası, İsrail ve Filistin hakkındaki süslü konuşmalar ve Filistinlilere söylenen sürekli yalanlardan uzakta, bölgede bambaşka bir şey yaşanıyor.
7 Mayıs’ta Mustafa el-Kazimi yeni Irak hükümetini kurmakla görevlendirildiğinde ülkede sanki bir sayfa kapanmış gibi göründü. İranlılar ve Irak’taki milis kolları, birkaç gün öncesine kadar hakaret ettikleri ve ihanetle suçladıkları, hatta bir tanesinin (Hizbullah Tugayları) Kasım Süleymani’nin öldürülmesinde ABD ile işbirliği yapmakla suçlamaktan kaçınmadığı kişinin başbakanlığını kabul etmişlerdi.
İran’ın Humeyni projesinin Ortadoğu Arap dünyasındaki başarısına dair şüpheleri işte bu noktada başladı. Hamas Hareketi’nin karşı çıkma ekseni saflarına yeniden kazandırılması, yetersiz ve gecikmiş bir adım.
Tahran, ekonomik olarak tükenmiş, bölgesel ve küresel olarak dışlanmış bir durumda.
Müttefiki Beşşar Esed, makamını koruyor ama ülkeyi o yönetmiyor. Suriye’de ikisinden de daha güçlü bir ses var; Rusya’nın sesi. İran rejimi bu gerçeği en iyi bilenlerin başında yer alıyor.
Hizbullah ve Iraklı milis güçleri, ülkeleri içinde öyle kıskanılacak bir popülerliğe sahip değiller.
İki ülkede baş gösteren devrimler bunu açığa çıkarırken, Lübnan Limanı patlaması ile Hizbullah için durum daha da kötüleşti.
Bütün bunlar, karşı çıkma ekseninin teslim olduğu ya da teslim olmak üzere olduğu anlamına gelmiyor. Kendisi büyük olasılıkla, ABD Başkanlık seçimlerini beklemekle geçecek zamanı doldurmak için geri çekilerek savaşıyor.
Bu geri çekilme iki bölümden oluşuyor; bir yandan tavizler vermek, diğer yandan kargaşa çıkarmak. Tavizler babında, yukarıda bahsettiğimiz koşullara boyun eğmeyi zikredebiliriz.
Kargaşaya ise Lübnan’da Fransız girişiminin başarısız olmasını sağlamak ve Irak’ta atılan “gizemli” roketleri örnek gösterebiliriz.
Bu, kısa olmasına rağmen endişe verici ve kritik bir süreç olabilir. Karşı çıkma ekseni bir taraftan İsrail ve ABD’ye tavizler sunarken diğer yandan, ABD ve İsrail’in yerli müttefikleri saydıkları taraflara baskı yapabilirler.
Bu, bizde köklü ve Hafız Esed’in en önde gelen öğretmeni olduğu okula ait bir davranıştır.