Emel Abdulaziz Hezzani
Suudi yazar
TT

Birine mubah diğerine yasak müzakereler

Rakip ile müzakere etmek taviz vermek demek değildir. Müzakere tartışma, kabul ya da ret etmek, uzlaşıdır. İki tarafı da memnun edecek bir sonuca ulaşabilecek ya da başarısız olabilecek görüşmelerdir. Uzlaşma, başlı başına bir pozisyon değil, ikilemleri çözmek için bir araçtır. Bu nedenle, rakibi ile müzakereyi reddeden taraf çözüm ilkesini reddediyor demektir. Bu da, çözüme ulaşmak istememe veya kasıtlı olarak sorunu devam ettirme konusunda açık bir siyasi pozisyondur.
Ortadoğu’da bazıları başarılı bazıları da başarısız olan birçok müzakere örneği vardır. Hatta başarısız olanların bir kısmı anlaşma niyeti hala var olduğu için devam etmektedir. Bölgemizde sahada somut bir çözümle sonuçlanan en ünlü müzakere, eski Mısır cumhurbaşkanı Enver Sedat'ın İsrail ile yaptığı müzakerelerdir. Bu müzakereler ile Mısır, İsrail’in 1967’de işgal ettiği Sina Yarımadasını geri alması karşılığında bir devlet olarak İsrail’i tanımıştır.
İsrail’e gelince, savaşarak işgal ettiği bir topraktan, büyük bir Arap ülkesinin kendisini siyasi bir varlık olarak tanıması karşılığında vazgeçtiğini söylememize gerek yok. Kısacası, iki ülke ciddi müzakereler yürütmüş ve bunlar ikisi için de adil bir şekilde sonuçlanmıştı.
Bir diğer başarılı müzakere örneği, Barack Obama döneminde ABD başta olmak üzere Batılı ülkeler ile İran arasında varılan 5+1 nükleer anlaşmasıdır. Bir anlaşmaya varmak için yapılan bu görüşmeler sadece bir buçuk yıl sürdü. Dini Lider Hamaney, Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’e Cenevre, Viyana, New York ve Lozan’da ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile doğrudan görüşme izni verdi. Bu süre boyunca da kendisi, “Büyük Şeytan Amerika” ve ABD’nin Ortadoğu’nun güvenliğini zayıflatan şer odağı olduğuna dair açıklamalarla karşımıza çıkıyordu. Zarif’in toplantı odalarında gerçekleştirdiği gerçek eyleme, her görüşmeden sonra Kerry ve Avrupalılar ile gülümseyerek çektirdiği fotoğraflara karşılık bizlere sloganlar sunuyordu.
İran, doğrudan müzakereler yoluyla 18 ay içinde ABD ve Avrupalılardan kendi lehine bir anlaşma koparabildi. Bunu büyük bir coşkuyla kutladı ve bir zafer olarak gördü, ki gerçekten de öyleydi. Hatta Zarif, bayram günü sevinen çocuklar gibi, Lozan’da kaldığı oteldeki odasının balkonundan gazetecilere anlaşma kağıdını sallamıştı.
Önümüzdeki günlerde başlayacak müzakerelerin tarafları ise, ne ilginçtir ki, İsrail ile Lübnan. Evet, Hizbullah’ın yönettiği Lübnan’ı kastediyoruz. Müzakerelerin temel amacı, iki taraf arasında ihtilaf konusu olan sularda büyük bir doğalgaz rezervinin bulunduğuna dair haberlerden sonra iki ülkenin deniz sınırlarını belirlemek.
İlk tur, ABD’nin arabuluculuğu ve BM’nin denetimi altında bu ayın sonunda gerçekleşecek. Hizbullah nasıl ve neden Lübnan’ın İsrail ile müzakere masasına oturmasını kabul etti? Nasıl ve neden ABD’den arabulucu olmasını talep etti? Hizbullah, ABD'nin unsurları ve fonlarına yönelik büyük baskısından muzdarip ve Hasan Nasrallah bu baskıdan kurtulmak amacıyla Donald Trump’ın seçimlerde kaybetmesi için gece gündüz dua ediyor. Joe Biden’in İran üzerindeki baskıyı hafifleteceğini umuyor. Şahsen, ana nedenin bu olduğunu düşünmüyorum. Nedeni basitçe, Hizbullah'ın paraya, Lübnan'ın da enerji kaynaklarına ihtiyacı olmasıdır. Hem sonuçta hepsi de Hizbullah’ın çıkarına olacak, çünkü devletin elde edeceği herhangi bir gelirden doğrudan yararlanacak tarafların başında gelmektedir.  Dolayısıyla, teorik ve pratik açıdan bakıldığında, İran veya Dini Lideri, bu istişareler kendisine veya milislerine fayda sağladığı sürece, Washington ile veya Washington'un arabuluculuğuyla müzakereler yürütmekte bir beis görmemektedir. Bu durumda, pragmatik strateji ağır basmaktadır. ABD’nin büyük, küçük, kırmızı veya mavi şeytan olması onun için önemli değildir, buna göz yumabilir.
Bu noktada sorulması gereken soru şu; İran ve Hizbullah, İsrail ve ABD ile çıkarlarını müzakere etme hakkına sahipken neden Filistinliler bu haktan mahrum ediliyorlar? İsmail Heniyye, İran Dini Lideri’nin talimatları gereği müzakereleri reddediyor. Mahmud Abbas, İsrail yerleşim yerleri inşasını durdurana kadar kendisiyle görüşmeyeceğini söylüyor. Tamam öyle olsun! Ama Filistinli kardeşlerimize hatırlatmalıyız ki, İran, büyük güçlerle nükleer anlaşma için koşulsuz pazarlık yapmıştı. O dönemde yaptırımların baskısı altında kıvranıyordu ama bu onu, sorununu çözmek için ilerlemekten alıkoymadı. Bunun karşılığında, İran liderliğinin moralini yükseltmek adına 100 milyar dolarla ödüllendirildi. Tahran, müzakerelere başlamak için yaptırımların kaldırılmasını veya dondurulmuş fonlarının yeniden aktif edilmesini şart koşmadı, müzakereleri serbestçe yürüttü.
Filistinlilere gelince, ABD’nin arabuluculuğunu reddettiler. Müzakere masasına oturmadan önce yerleşim yerleri inşaatının durmasını şart koştular. Filistin liderliği ya da grupları, bu uzlaşmazlığın kendilerini bilmediğimiz bir sonuca mı götüreceğini düşünüyorlar bilmiyorum ama rahatsız edici gerçek, şunu söylemek zorunda olmamızdır: Keşke İran'dan ders alsalar, çıkarlarına İran’ın yaptığı gibi gerçekçi bir biçimde baksalar.
Özetle, İran ve Katar dahil olmak üzere işbirlikçilerinin, İsrail ile müzakereler yürütmeleri ve anlaşmalara varmaları mubah ve meşru ama Filistin, BAE ya da Bahreyn’in kesinlikle yasak. Çünkü İran, kendisinden başkasının barışın nimetlerinden yararlanmasını istemiyor. Bunu tekeline almak istiyor. Bu ne insafsız bir taksimdir.