Hazım Sağıye
TT

Lübnanlı direnişçilerin dövünmeye dönüşen öfkesi

Eğer Lübnanlı gruplar peş peşe – her biri kendi yöntemiyle- İsrail ile savaştan çekildiyse, bu grupların yanlarında yer alan kişilere ne oldu?
Çeşitli nedenlerle savaş çağrısında bulunan bu kişiler hep var olmuştur. Bu nedenlerin bazıları dogmatiktir. Kaynağında, İsrail’in Filistinlilere karşı işlediği ihlallerin ve zulümlerin reddinin eşlik ettiği Maşrık (Levant) bölgesinin tarihi hakkındaki milliyetçi- İslami anlatıdan etkilenme vardır. Bazıları da söz konusu kişilerin mezhepçi sistem içindeki marjinallikleri, bu sisteme sızma istekleriyle ilişkilidir. Son olarak bazıları da gençlik, deneyimler yaşama, alışılmışın dışına çıkma, tehlikelerle birlikte yaşama sevgisiyle bağlantılıdır.
Bu kişilerin mezheplerin dışında olmaları, doğrudan veya dolaylı olarak mezhepçiliğin de dışında oldukları anlamına gelmiyor. Milliyetçilikle ilgili meseleler, özellikle de Filistin meselesi, Müslümanlar dahil bu kişilerin çoğunun, miras aldıkları iç bağlılıklarını güncellemelerine yol açtı. Maruni hakimiyeti ile mücadelelerini sürdürmeleri için ideolojik bir etiket sundu. Hristiyanlardan oluşan azınlık ise bundan yani azınlık olduğu gerçeğinden kurtulmak ve tüm farklılıkların içinde kaybolduğunu sandığı geniş kitlelerle bütünleşmek istedi.
Genel olarak, bu insanların çoğu ideolojik ve yarı ideolojik partiler yoluyla kamusal alana girmeyi başardılar. Ancak onlar ve partileri, büyük dönüm noktalarında hep diğer dini grupların liderlerinin safını tuttular. Sözgelimi 1958’de, o dönemde Kamil Şamun’u destekleyen Suriyeli milliyetçiler dışında bu kişilerin çoğu, Şamun karşıtı muhalefete liderlik eden Saeb Salam’ın yanında yer almışlardı. Lübnan iç savaşının ilk iki yılında (1975-76) bu kez, küçük Dürzi grubunu partisel ve dogmatik çevreyi katarak genişleten, etkisini ikiye katlayan Kemal Canbolat’ı desteklediler. Doksanlı yıllardan bugüne ise Hizbullah ile hamileri İran ve Suriye’nin yanında yer alıyorlar.
Söz konusu partiler, savaşma tutkusuna sahip gençleri içeren bir kap gibiydi. Arap Milliyetçileri Hareketi bunlar arasında en önemlisiydi. Filistinli kökenlerinden ve ideolojisinin merkezinde İsrail’den intikam almanın yer almasından ötürü bu tutkuyu en güçlü şekilde içeren ve ifade eden yapıydı. Arap Baas Partisi ile Suriye Sosyal Milliyetçi Partisi, İsrail ile savaş çağrısı yaparak çevrelerini genişletmişlerdi. Yeni sol, özellikle de Fetih Hareketi mensuplarının çoğunun benimsediği Maocu yönü, savaş ve direniş rüzgarına kapılmıştı. Sünni şehirlerde, bilhassa Beyrut’taki küçük Nasırcı grupların hedeflerinin başında da İsrail ile savaş vardı. İç savaş sırasında Fetih Hareketi, finansman sağlayıp silahlandırarak bu örgütlerin çoğunu canlandırmıştı.
Öte yandan, Lübnan Komünist Partisi’nin böyle bir tutkusu yoktu. Sadece altmışlı yılların sonunda, Filistinli silahlı örgütlerde görülen patlama ve “milliyetçi meselelere açılma” ışığında, Maşrık bölgesindeki komünistler, Lübnan, Suriye, Ürdün ve Irak Komünist partilerinin mensuplarını içeren “el-Ansar Kuvvetleri”ni kurdular. Bu yeni yapı 1970’te deklare edildi ama o günden bu yana hiçbir faaliyeti ya da operasyonu duyulmadı. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Arap komünistlerin saflarında savaşmasından ziyade Sovyet silahlarını ve desteğini güvence altına almakla ilgileniyordu.
İsrail’in 1982’deki işgalinden sonra, komünistler ve “Çalışma Örgütü” mensupları işgale karşı savaştılar. Lübnan Ulusal Direniş Cephesini kurdular ama birkaç mütevazı operasyondan sonra Hizbullah tarafından tasfiye edildiler. O günden itibaren, Hizbullah direnişi kendi tekeline aldı.
Peki, birçoklarının yaşadığı gelgitlerden sonra bugün bu yapılar ne durumda?
Bu partiler ya yok olup gittiler ya da bu yolda ilerliyorlar. Arap Milliyetçileri Hareketi tarihe karıştı. Mirasçısı olan partiler de ya buharlaştı ya da buharlaşmak üzere. İsrail ile savaşmak adına Baas Partisi’nin Suriye kanadı “el-Saika”yı kurarken, Irak kanadı da “Arap Kurtuluş Örgütü”nü kurmuştu. Ancak bu ikisinin de ortadan kalkana kadar girdikleri tüm savaşlar kesintili ve hesaplıydı. Kendilerini kuran iki hükümetin çıkarlarıyla bağlantılıydı. Suriye rejiminin gücü ve araçlarıyla hayatta kalan Suriyeli milliyetçiler, örgütsel kaygıları ve liderlerinin özlemleri yüzünden tükenmiş birçok gruba bölündüler. Yeni solcular yaşlandılar, Maocu Fetih üyeleri ya Humeyni İslamı’nı benimsediler ya da emekliye ayrıldılar. Küçük Nasırcı grupların bir bölümünü Emel Hareketi ortadan kaldırdı, bir bölümünü de Refik Hariri kendisine kattı. Üçüncü bir grup ise finansman ve silah kaynaklarının kesilmesiyle tamamen yok oldu.
Bu direnişçilerin hepsi yaşlandı. Baba olanlar, ne için olursa olsun savaşla ilgilenmeyen çocuklar dünyaya getirdiler. Bu çocuklardan bazıları 17 Ekim Devriminde meydanlarda silah karşıtı sloganlar atıyorlardı. Hatta Hizbullah korkusu olmasa bu sloganlar daha net ve yüksek olurdu.
Geride kalan direnişçiler, varissiz babalar, birkaç yüzden oluşan, başkalarından savaş arzularını yerine getirmelerini isteyen kızgın bireylere dönüştüler. Bütün bunlara ek olarak, Sovyetler Birliği, Cemal Abdunnasır, Mısır, Suriye, Irak, Libya, Filistin devrimini, destekleyici bir yerel dini grubu, Körfez, Irak veya Libya’dan akan mali desteği de yitirdiler. Son olarak, bu direnişçiler, başka meselelerle meşgul Hizbullah ve İran için propaganda yapma imtiyazlarından da mahrum kalacaklar.
Öfkeli Lübnanlı direnişçiler bugün dövünüyorlar. Zamana yönelik suçlamaların eşlik ettiği dövünmeleri, sosyal medyada ve bazı gazetelerin yazılarında duyulmaya başladı. Ancak öfkenin yapamadığını dövünmekle hiç yapamaz.