“Benim adım Samuel”, son birkaç gündür Fransız protestocuların ellerinde bu pankart var. Samuel, ailesiyle birlikte Fransa’ya göç etmiş bir Çeçen genç tarafından katledilen Fransız öğretmenin adı. Birçok medya organı bu olaydan bahsetti. Katilin polis tarafından öldürülmesi dışında detaylar hakkında çok şey bilinmiyor. Nasıl ve ne zaman sorularının yanıtları henüz yok. Tek bilinen, öğretmenin sadece görevini yerine getirdiği. Son yıllarda Fransa’yı kasıp kavuran İslami aşırılığın arka planında yaşanan cinayetler dalgasından sonra, öğrencilere aşırılığın kötülüklerinden bahsetmek eğitim yetkilileri tarafından alınmış bir karar, öğretmen de bu karara uymuştu.
Genelleştirme politikasının ağırlıklı bir bölümü, politiktir ve iki yönlüdür; ötekine karşı nefreti körüklemek, ki bu birçok ülkeyi kasıp kavuran bir dalgadır. İkincisi, halkların çoğunun yaşam koşullarının kötüleşmesi ve ekonomik yavaşlama ışığında politikacıların kabaran “milliyetçi veya vatansever” duygulardan kendi partilerinin lehine faydalanmaya çalışmalarıdır.
Christchurch Katliamını gerçekleştiren Brenton Tarrent, Yeni Zelanda’da iki camiye düzenlediği saldırıdan iki gün önce, “halkının geleceğini garanti altına almak için tavır almaya karar verdiğini” belirttiği bir bildiri yayınlamıştı. Bundan sonra, 15 Mart 2019’da düzenlediği saldırı ile 51 kişiyi öldürdü, 47 kişiyi yaraladı. Söz konusu kişi Müslüman değildi, yaptığı katliam için de kesinlikle “Hristiyan terörizmi” denilemezdi. Tarrent ve 4 yardakçısının beyaz adamın üstünlüğüne, Hristiyanlığın hakimiyetine ve topraklarını diğer sapkın din mensuplarından temizlemeleri gerektiğine inandıkları ortaya çıktı. Aylar sonra kurbanlardan birinin akrabası mahkemede, katile bakarak açık ve net bir şekilde “Seni affediyorum!” demişti. Bunu söyleyen kadın, Müslümandı.
31 Ekim 1984’te, dönemin Hindistan başbakanı İndira Gandhi, kişisel korumalarından aşırılık yanlısı bir Sih tarafından öldürülmüştü. O dönemde Hint hükümeti ile Sihler arasında bir anlaşmazlık yaşanmış, bunun üzerine Hint birlikleri Sihlerin Amritsar şehrindeki kutsal mabetlerine bir saldırı düzenlemişlerdi. Çatışmalar sırasında Sihlerin lideri öldürülmüştü. Burada ne katil ne de maktul Müslüman veya Hristiyan’dı.
Son yıllarda el-Kaide ve DEAŞ militanları arasında yaygınlaşmadan önce, dünyaya başkalarını öldürmek için canlı bombaları kullanmayı seksenli yıllarda Sri Lanka’daki “Tamil Kaplanları” Hareketi öğretti diyebiliriz. Tamil Kaplanları Müslüman, Hristiyan veya Sih değil, çoğunluğu Hindu dini mensubu. Hareketin kadın militanlarından biri, 21 Mayıs 1991’de üzerinde taşıdığı bombayla İndira Gandhi’nin oğlu ve Hindistan’ın en küçük başbakanı Rajiv Gandhi’nin yanına yaklaşarak kendini patlatmış ve onu öldürmüştü. Nedeni, Rajiv Gandhi’nin Hindistan'ın güneyinde bulunan ve o sırada acımasız bir iç savaşa tanık olan adaya, Hint barış güçlerini göndermesiydi.
Fanatizm ve radikalizm dinler gibi politikalardan da kaynaklanabilir. Seksenli yıllarda Keşmir asıllı İngiliz Salman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı kitabı büyük bir tartışma ve tepkiye yol açmıştı. Bazı fanatik ve tutucu kişiler, onun hakkında ölüm fetvası vermişlerdi. Bu, onun daha fazla ün kazanmasını ve kitabının daha çok satmasını sağladı. Yazılanlardan hiçbirinin İslam’la bir ilgisi yoktu. Fetvalar bundan ziyade, bilgisiz kimseleri mobilize etmeyi ve politik seferberliğin seviyesini yükseltmeyi diliyordu.
Bu arka planda, 1 milyarı aşan Müslüman hakkında bir genelleme yapıp hepsinin terörist olduğunu söylemek veya İslam dünyasında terörizmden bahsetmek mantıklı değildir. Bu, bilimsel olmayan, haksız ve tarihsel olarak bağlantısız bir genellemedir. Terörizm aslında dinlerin, mezheplerin, milliyetlerin ve bölgelerin ötesine geçen ve özünde bilgisizlikle karışık politik bir olgudur. Bu bir sorunumuz olmadığı anlamına gelmez. Gerçek şu ki, Müslümanlar terörist değiller ancak zaman ve şartlara göre bazıları öyledir. Bu, mümkün olduğunca kendisi ile dürüstçe yüzleşmemiz ve önem vermemiz gereken bir gerçektir. Sorunun kökeni, dini-mezhepsel olan ile politik olan arasındaki yoğun karışıklık ve belirsizliktir. Yani “doğruluğun yokluğu” durumudur. İnsanlık mirasında “ötekinden nefret etmeye” azmettiren metinler olduğu doğru. Fakat bugün bunlar tarihi bağlamlarından koparılıp, siyasetin iyice tutuşmuş ateşini daha da körüklemek için kullanılıyor. Hegemonya ve genişlemeyi arzu eden liderler bunlardan kendi çıkarları için faydalanıyor. Bugün yaşadığımız dünyada görüldüğü gibi bu durum hem semavi dinler hem de diğer dinler için geçerli.
Doğrunun yokluğu bizi doğruyu aramaya, yani söylemleri parçalara ayırmaya ve iki rasyonel temelde yeniden düzenlemeye davet ediyor. Birincisi, nefret mevcut sorunların yanıtı değildir. İkincisi, eski metinlerden olduğu gibi aktarmayı yeniden düşünmek ve eski metinlerin bugün ile uyumlu olması için akıl terazisini kullanmak. Aktarım ve akıl arasındaki bu sorun, eski Çin uygarlığından Yunan, Roma ve modern uygarlığa tüm insan uygarlıklarının yüzleştiği ve yüzleşmeyi sürdürdüğü şeydir. Rasyonel okumanın ikisi arasında hakem olabilmesi için içinde yaşadığımız gerçekliğin bilgisini aramalıyız.
Bugün Ortadoğu'da bizler istikrarsızlığa yatkın ve dini metinlerin bağlamları dışında kullanılmasını kolaylaştıran bir dizi fenomenle karşı karşıyayız. Bazılarının terörizm olarak tanımladığı ve Müslümanlar tarafından Müslümanlara karşı kullanılma kertesine varan şeyin, gerçek suçlusu bunlardır. Bu fenomenleri tanımak, ülkelerimizde "yurttaşlığın zayıflaması" ve yönetimlerin zayıflığının kabul edilmesiyle başlar. Yani devletin dışında veya onu aşan grupların varlığını kabul etmekle. Bu ikisi de miras ve kültürden yardım alarak iktidarı ele geçirmeye çalışırlar.
Yemen, Irak, Lübnan, Libya, hatta Afganistan’da devlet dışı ve bazıları silahlı güç ve örgütlerin yayılması, söz konusu grupların siyasi projelerini ilerletmek için ihtiyaç duydukları terörizmin tohumlarına uygun bir ortam sunar. Onlar, devlet dışı, emellerini ve hırslarını engelleyen herhangi bir yasal veya ahlaki kısıtlama olmaksızın faaliyet gösterirler. Silahlı olmayan devlet dışı güçler de vardır, ama bunlar “melez”dir. Yani bazı ülkeler onları terörist ve yasadışı örgütler sayarken, bazı ülkeler de onların önünü açar, korur ve kendi hedeflerini gerçekleştirmek için onları kullanır. Siyasi İslam güçleri bunlara örnektir. Bu iki olgu, ulus devletin kırılganlığının, din veya mezhepte düşman değil, aynı vatan içinde kardeşlerden oluşan bir yurttaşlar, kardeşler topluluğu kuramamasının nedeni ve aynı zamanda sonucudur. İkisi de nefrete dayalı bir yönelime sahip olan, husumet ve diğerinin reddine dayanan düşünceyi yaymak ve çoğaltmak için dini sloganları kullanır. Bazı ülkeler, ulusal etki ve güçlerini genişletmek için bu devlet altı ve üstü güçleri kullanırlar. Bunların en net örneği; bazı yönetimlerin terörist tasnif edilen radikal güçleri Libya ve Azerbaycan, Lübnan, Irak ve Yemen’de kullanmasıdır. Bu örgütlerin hepsi, projelerinin başarılı olması için eski metinleri yeni (daha çok kendi emellerine hizmet edecek) bir biçimde aktarma yöntemini benimserler.
Kısacası, dünyamız, iki yönlü bir küresel iş birliği olmadan ortadan kalkmayacak bir olguyla yüzleşmektedir. İlki, bu grupları destekleyen güç ve devletlere karşı durmak ve adil, sivil bir ulus devletin kurulmasına yardımcı olmak. Diğeri, düşünceyi olumsuz kültürel yüklerden ve körü körüne aktarımdan (nakilden) kurtarmak için yeniden formüle etmektir.
Son olarak, politikada orta ve ılımlı çözümler kahramanlar yaratmazlar ama kesinlikle ülkeler inşa ederler.
TT
Aşırılığın milliyeti yoktur
Daha fazla makale YAZARLAR
لم تشترك بعد
انشئ حساباً خاصاً بك لتحصل على أخبار مخصصة لك ولتتمتع بخاصية حفظ المقالات وتتلقى نشراتنا البريدية المتنوعة