Zuheyr el-Harisi
TT

Arap aklındaki kusurların ayıklanması bir zorunluluktur!

Arap aklının, özellikle gerçeklikle karşı karşıya kaldığında ‘acı bir çelişkiye’ düştüğünü düşünenler var.
Felsefenin de dediği üzere, “Duyusal veriler zihinde düşüncelere dönüşür ve hakikat düşüncelerin vakıa mutabakatından ibarettir.”
Tarafsız bir kişi, şeylerin göreceliliğine olan inancımızla birlikte, doğal olarak hakikati bilmeye çalışır ve içeriği ne olursa olsun onu kabul eder. Diğer bir değişle bu, izlenim, haysiyet veya öz saygı ile ilgisi olmayan akli bir okumadır.
Burada ‘Arap aklının düşünme metodolojisiyle’ kendimizi sınırlı tutacağız. Arap aklı, duyumsamanın ardından analiz etme, sentezleme ve gözden geçirme eğiliminde midir? Yani hakikat gözünün ve aklının önünde açıkça somutlaştığında ondan kaçabilir mi? Bu sorulara olumsuz cevap vermek hakikati ortadan kaldırmaz. Çünkü hakikatin kendine has ölçüleri vardır. Bundan dolayı hakikati reddetmek Arap aklında bir sorun olduğunu gösterir. Peki bu kültürel mirasın yanlışlarından kaynaklanıyor olabilir mi? Buradaki hakikat ‘doğru’, onun reddi ‘yalan’ ve ölçüsü ‘gerçeklik’ ise muhtemelen bu sorunun cevabı olumludur. Geldiğimiz bu noktada, içinde ibret ve birtakım anlamların bulunduğu şu iki hikâyeye müracaat gerekir.
İlk hikayemiz çölde yürüyen iki kişiyle ilgili. Bu kişilerden biri uzaktan siyah bir şeyin hareketini görür ve onun karga olduğunu söyler. Diğeri ise bu görünen şeyin bir keçi olduğunu iddia ederek itiraz eder. Bu iki kişi söz konusu şeyin yanına yaklaştıklarında uçar gider. Doğru bilen diğeriyle alay ederek şöyle söyler: “Sana bunun bir karga olduğunu söylememiş miydim?” Diğeri ise iddiasında ısrar ederek “Uçsa bile o bir keçidir” der.
Bu heyecan verici hikâyenin ardından iki farklı aşirete mensup olan ve aşiretler arasında onlarca yıldır devam eden anlaşmazlıklar nedeniyle birbirlerine düşman olan iki üniversite öğrencisinin hikayesinden bir alıntı yapacağız. Bir vesileyle tanışan bu iki öğrenci bir gün aşiretlerinin geri kalmışlığı ve aşiretlerin bazı kötü alışkanlıkları hakkında konuştular. Sonrasında bu aşiretlerden olan iki kişi arasında vuku bulan bir bahisten ötürü aşiretler arasında çıkan savaşı hatırladılar. Bahsin konusu ise birinci aşiretin reisinin köpeğinin kuyruğunu değdirmeksizin evin duvarından atlayıp atlayamayacağıydı. Aşiret reisi köpeğine duvardan zıplaması için emir verdi, fakat taraflar arasında köpeğin kuyruğunun duvara değip değmediği konusunda bir anlaşma sağlanamadı. Taraflardan biri köpeğin kuyruğunun ‘duvara değdiğini’ iddia etti, diğeri ise ‘değmediğinde’ ısrar etti. Böylece kavgaya tutuştular ve taraflardan birinin diğerinin kafasını yarmasıyla onlarca yıl sürecek olan bir düşmanlığın fitili ateşlendi. İki üniversite öğrencisi aşiretlerinin bu cehaleti üzerine gülüp eğlendiler. Ancak öğrencilerden biri, “İşin dalgası bir tarafa ama gerçek şu ki o sıra köpeğin kuyruğu duvara değmedi” dedi. Fakat diğeri buna içerledi ve tarihi gerçekler karşısındaki coşkusuyla köpeğin kuyruğunun duvara değdiğini söyledi. Birbirlerine karşı seslerini yükselten gençler bir süre sonra kavgaya tutuştular ve oturdukları masadaki tabaklar havada uçuştu. Bunun yeni bir aşiret kavgasına sebep olduğu söylenir.
Bu iki hikâyenin gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyoruz ve zaten işin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor. Her ne kadar hayal gücüyle bu hikayelere birtakım abartılar katılmış olsa da her iki hikâyede de büyük bir hakikat saklı ve bizim amacımız da bunu göstermek. Çünkü bu zihniyet bizim derinliklerimizde ve toplumumuzun içinde saklıdır. Toplumumuzda kibirli bir kesimin bulunması ve bu kimselerin günahları şeref saymaları bunun delilidir. Bu kimseler kendi düşünceleri yanlış bile olsa onun doğruluğunda ısrar ederler ve görüşlerinin yanlış olduğunu gösteren kanıtları umursamazlar. Herhangi bir tartışmada taraf olan kimselerin, bedeli ne olursa olsun kendi fikirlerini savunmaktan vazgeçmediklerini görüyorsunuz. Meselenin bu kısmında kamuoyunda hâkim olan inanca dayanan görüş ile bilimsel gerçek arasındaki farka geliyoruz.
Arap dili ile Arap-İslam medeniyetine abartılı bir bakış, Arapları ‘kendilerini ve medeniyetlerini abartılı bir şekilde değerlendirmeye’ sevk edebilir. Araplar bundan dolayı herhangi bir zayıflık veya bölünmeyle suçlandıklarında bunu dış müdahaleye bağlar ve gerçek nedenlerini göz ardı ederler. Bu aşırı tavırların, kısır yöntemlerin ve kofluğun kültürel ve sosyal tecridin yanı sıra dengelerin bozulmasıyla sonuçlanması doğaldır. Arapların saldırı değil de savunma pozisyonunda olmalarına sebep olan şey budur. Dolayısıyla her ne kadar başarısızlıklarını başkalarını suçlayarak örtbas etmeye çalışsalar da bunun sorumluluklarını üstlenirler.
Arap aklı yaratıcılığa ve yeniliğe ancak kendini eleştirerek ve hatalarını alçakgönüllülükle kabul ederek başlayabilir. Ancak diyaloğun, çoğulculuğun ve farklılığın kabulüyle kusurları giderebiliriz. Bu şekilde medeniyetimiz ilerler ve rekabete girebilir!