Tevfik Seyf
Suudi yazar ve düşünür
TT

Sembollerin savaşı

Paris’teki katliam, sembollerin insan hayatındaki büyük öneminin bir örneği ve toplumlar ve kültürler arasındaki ilişkinin şekillenmesindeki rolünün bir göstergesidir. Sembolün anlamını, insan yaşamındaki etkisini ve maddi nesneler ile onların sembolik benzerleri arasındaki farkı nasıl açıklayabilirim? Bunun çok daha geniş bir alanı gerektirdiğinin farkındayım ama yine de ‘semboller yaratmak’ ile ‘kolektif bir kimlik oluşturmak’ arasındaki ilişkiyi gösteren bir tartışmayla bunu açıklamaya çalışayım.
Bir metre uzunluğunda ve yarım metre genişliğinde bir kumaş parçasını sokakta yaktığınızda, kimse bu eyleminizi önemsemeyecektir ve muhtemelen kendi kendilerine şöyle diyeceklerdir: Karısıyla tartışan aptal adamın teki öfkesini dindirmek için sokağa çıkmış olmalı.
Şimdi bu kumaş parçasını, üzerinde Alman bayrağı renkleriyle başkent Berlin'in merkezindeki Potsdam Meydanı'nda yakıldığını hayal edin! Böyle bir durumda insanlar sizi aptal olarak nitelendirip arkalarına dönemeyeceklerdir. Muhtemelen polis sizi bu eyleminizden dolayı mahkemeye götürecek ve üç ile beş yıl arası hapisle yargılanacaksınız.
Birinci ve ikinci kumaş parçaları arasında fark nedir?
İki kumaş parçası arasındaki fark yalnızca renklerdir. Renkler fiziksel bir nesneyi (kumaş), sembolik bir nesneye (ulusal bayrak) dönüştürür. Bu sembolik varlık, insanların ait olduklarını hissettiği birleştirici bir ulusal kimliğe bağlıdır. Ya da insanlar bizzat sembolik varlık ile birbiriyle bağlıdırlar ve ahlaki olarak onu korumak ve saygı duymaktan sorumludurlar.
Şimdi Paris'in kuzeybatısında İranlıların yaşadığı mahalleye gidelim. Çeçen göçmen Abdullah Anzorov, öğretmen Samuel Paty’i öldürdü ve dünyanın doğusunda ve batısında bir kargaşaya yol açtı. Meselenin maddi tarafı mağdurlarla ilgilidir, fakat sembolik yönü Fransa'nın iki gruba ayrıldığını gösteriyor. Aşırı sağ, Müslümanların kültürü, tarihi, sosyal sistemi ve kendine has değerleriyle bir bütün olarak Fransa'yı katlettiğini düşünüyor. Müslümanlar bu öldürme vakasının ardındaki ‘sevk edici sebebe’ odaklanıyorlar ve bunda Fransızların çoğunun nefret kampanyasının tezahürünü görüyorlar. Bunların arasında olaydan iki hafta önce yakın bir bölgede konuşan ve İslam’ın bir krizin içinde olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı da var.
Krizin özünü başka yerde aramalıyız. Fransızlar için sorunun özü, geleneksel Fransa ile çok kültürlü bir toplum arasındaki mesafedir. Fransa, vatandaşlarını farklılıkları, renkleri ve kültürleriyle kucaklayacak bir çerçeveyle eski halinden kurtulabilir mi? Cumhurbaşkanı, bu seçeneği desteklemediğini söyledi. Öte taraftan bu gerçekten bir seçenek mi? Yoksa tarihin hareketinin doğal bir seyri mi?
Müslümanlar için sorunun özü “kuzeyden Paris'in merkezine taşınmak”, yani eski vatanlarını terk edip Fransa’yı nihai bir vatan olarak benimsemektir. Bunun içinde, entegrasyonu engelleyen alışkanlıklar ve örflerin marjinalleştirilmesi ve doğal olarak dinin gerektirdiği hususlar da yer alıyor.
Taraflar bir karar verebilecekler mi? Yoksa şimdiye kadar olduğu gibi meseleyi göz ardı edip zamanla çözülmesini mi bekleyecekler?