Muhammed Rumeyhi
Araştırmacı yazar, Kuveyt Üniversitesi'nde Sosyoloji profesörü...
TT

11. Sir Bani Yas Forumu ve Ortadoğu’nun geleceği

Kapsamlı bir salgından, bir yığın sahte haberden, savaşlardan veya savaş tehditlerinden, benzeri görülmemiş uluslararası kaostan korkan bir dünyada, farklı bir metodolojiye sahip uzmanlar da dinlenmeli. BAE Dışişleri Bakanlığı’nın düzenlediği Sir Bani Yas Forumu işte bunu sunuyor. Foruma katılabilmenin şartı, “belirli bir tarafın sözcülüğünü yapmamak” şeklindeki etik ve pratik ilkeye uymak ve ortaya atılan fikirlerin açıkça tartışılmasına olanak tanımak. Bu yazıda, forumda öne sürülenlerle ilgili kişisel olarak neler çıkarsadığımın yanı sıra bazı kişisel yargılarımı da sunacağım.
Benzersiz olan bu sanal forumda 3 gün boyunca (13-15 Kasım) tartışmalar beş hayati eksen etrafında döndü.
Birinci günde “Ortadoğu’da ABD dış politikasının geleceği” ve “Koronavirüs salgını Ortadoğu krizlerini nasıl etkileyecek” eksenleri tartışıldı.
İkinci gün, “Irak: İstikrar ve bölgesel rol” ve “İran, Türkiye ve Arap dünyası”,
Son günde de “İbrahim anlaşmaları bölge için ne anlama geliyor?” konuları ele alındı.
Tartışma yukarıda da belirttiğimi gibi 3 faktörden dolayı önemli: Bunların ilki, zamanı. Dünya, bir kaos, bilinmezlik ve sarsılan sabiteler döneminden geçiyor. İkincisi, katılımcıların ya küresel düzeyde mevcut yetkililer, eski yetkililer ya da gelecekte bir rol oynamaya aday kişiler veya uzmanlardan olması. Son olarak, konuşmacıların belirli bir tarafın sözcülüğünü yapmayıp kendi görüşlerini tam bir özgürlük ve şeffaflık içinde sunmasını sağlayan metodolojisi.
Bu girişten sonra, okuyucularımızın izniyle yerimiz yeterli olmadığı için yukarıda bahsettiğimiz eksenlerin tümünü değil de bazısını ele alacağımızı belirterek konuya giriş yapalım ve Ortadoğu'daki ABD politikasının geleceğiyle başlayalım. Bu politika, önceki yönetim tarafından oluşturulan ve ABD’ye birçok dosyada inisiyatifini kaybettiren uluslararası çatlağın onarılmasına dayanan daha geniş potansiyelli bir stratejinin parçasıdır. Yeni yönetimin, ABD ve tüm insanlık için öncelikli olan salgınla ve çok sayıda ülkenin ulusal güvenliğini olumsuz etkileyen siber savaşlarla mücadele etmek, ekonomiyi canlandırmak için geniş bir uluslararası koalisyona ihtiyacı var. Dost ülkelerle ittifaklara yeniden saygı duymaya, bu ülkeleri alçakgönüllülükle dinlemeye, gerekiyorsa askeri çekilme aşamalarını tamamlamaya ama bunu diplomatik temasları devam ettirerek yapmaya, “kendinize güvenmek zorundasınız” temelinde karşılıklı ittifakları desteklemeye gereksinimi var.
Rusya, Türkiye ve İran, bölgenin güvenliğine doğrudan veya dolaylı bir tehdit olmaya devam edecekler. Rusya’nın bir dizi dosyadaki, özellikle de Suriye’deki müdahalesi, durumu daha da kötüleştiriyor ve ufukta bu insani ve ulusal trajediyi sona erdirecek bir işaret görülmüyor. Türkiye'nin bölgedeki yayılma ve "zorbalık" politikası endişe verici. İran'ın füzeleri, nükleer programı, Yemen ve diğer ülkelerdeki müdahaleleri istikrarsızlığı teşvik ediyor. Bunlara, insan hakları ve kamusal özgürlüklerdeki gerileme eşlik ediyor. Ufkun ötesine baktığımızda ise, boş ve doğrudan hiçbir savaşın yaşanmaması, daha güvenilir bir bölgesel iş birliğini teşvik etme isteği görülüyor. Zira Ortadoğu, dünya genelinde iş birliğinin en az, çatışmaların en çok olduğu bölge. Filistin meselesi açısından, iki devletli çözüm masadaki çözümdür ve bunun için müzakerelere dönerek “eski oyunun kurallarının bozulması” gerekiyor. ABD’nin arzusu, güvenli bir Ortadoğu, kendini savunabilen ve dünyada barışın yayılmasına katkıda bulunabilen güçlü devletlerdir.
Irak’ta istikrara gelince; bu konunun seçilmesinden Irak’ın bölge istikrarının köşe taşlarından olduğu anlaşılıyor. Irak’ın 6 komşusu var ve iç durumu bu ülkeleri etkiliyor. Dahası, İran'ın Irak'a müdahalesi bir bütün olarak endişe verici ve tehdit edici bir bölgesel güvenlik meselesi haline geldi. Bu müdahale içeride yolsuzluk ve terörle dolu bir durum yarattı. Şimdi önemli Iraklı güçler çeşitli gayretlerle bu hegemonyadan kurtulmaya çalışıyor ama bu kolay değil. İran, Irak’ta kendisine başarılı bir model olarak gördüğü Lübnan’daki Hizbullah örgütüne benzer kollar tesis etti. Bu kolların etkin olmayı sürdürmesi için devletin zayıf kalması gerekiyor. Geçtiğimiz yıl patlak veren halk hareketinin mevcut statükoyu hedef tahtasına koyan protestoları kısmen başarılı olarak yeni bir hükümet üretti. Ancak Irak’ın karşı karşıya olduğu bir tehdit daha var, o da DEAŞ ve bu, bazılarının sandığından daha tehlikeli. Söz konusu örgütün, sayısı, askeri gücü, seferberlik yeteneği, sahip olduğu cephane ve iletişim yöntemleri göz önüne alındığında el-Kaide örgütü onun yanında amatör kalır. Mustafa el-Kazimi hükümetini destekleyenler ve siyasi aktivistler, Irak halkının yüzde 70’nin 30 yaşın altında olduğunu göz önüne alarak, büyük halk protestolarının dayattığı yeni seçim yasasına göre düzenlenecek Haziran 2021 genel seçimlerinden farklı sonuçlar çıkmasını umuyorlar. Bu güçler ayrıca Irak'ın bağımsızlığını ve istikrarını sağlamak için anayasanın bazı maddelerinde değişiklik yapılmasını da umuyorlar.
İran, Türkiye ve Arap dünyası başlığına bakacak olursak; iki rejimin felsefeleri farklı olsa da iki ortak özellikleri bulunuyor. Bunlar; içeride otoriterleşme, dışarıda ise emperyal kökleri olan köktenci aşırılığa geri dönüştür. Her ikisi de kendilerine komşu Arap bölgesinde yayılma ve etkin olma fırsatlarına sahip olduklarını düşünüyorlar. İçerideki krizlerinden kurtulmak için ikisi de öncelikleri farklı olsa da neredeyse aynı yöntemleri kullanıyorlar. Onları bu davranışlara, net olmayan ABD politikası, uluslararası, özellikle de Batılı ilgisizlik ve umursamazlık, Arap safları içindeki zayıflık teşvik ediyor. İki ülke ayrıca, sosyal dokuyu bozmak için elektronik sinekler (trol) ve televizyon kanallarından oluşan bir ordu yönetiyor ve Arap ülkelerindeki her şeye karışmaya çalışıyor. Türkiye’nin bir süre önce, en az 50 yıldır kendisi ile en iyi askeri, ekonomik ve güvenlik ilişkilerine sahip olduğu İsrail ile ilişkilerini normalleştirdiği için BAE’yi büyükelçisini çekmekle tehdit etmesi bunun en net ve iyi örneğidir. Türk ve İran liderliğinin katılığı onlarla diyalogu, bir “sağırlar diyaloguna” dönüştürüyor. İstediklerini duyan istemediklerini ise somut bir gerçek olsa bile duymazlıktan gelen sağırlarla diyaloga. İkisi de farklı derecelerde bölgesel güvenliğe tehdit oluşturuyorlar. İran'da Haziran 2021'deki cumhurbaşkanlığı seçimleri, Şubat 2020'deki parlamento seçimleriyle aynı şekilde sonuçlanabilir; aşırılık yanlıların güçlenmesi ve reformcu olarak bilinen kanadın sonu! Bu ise, bölgede gerilim olasılıklarını artırır.
İbrahim anlaşmalarına gelince; iki Körfez ülkesinin (BAE ve Bahreyn) yanı sıra Sudan, bu anlaşmalar ile izleyici koltuklarını terk edip sahaya indiler. Zira ancak sahada olanlar oyunun sonucuna etkileyebilir. Bu, bölgede var olan önceki negatif denklemi geleceğe dönük seçeneklerin önünü açacak biçimde tersine çevirdi. Anlaşma, özellikle Filistin liderliği için fırsatlar sunuyor. İsrail halkının şu anda barışa daha hazır olmasından yararlanarak, doksanlı yılların ortasında Arafat ve Rabin’in başlattıkları barış sürecine geri dönülebilir. Anlaşma ayrıca, bölgede savaş ve çatışma yerine barış ve diyalogun temelini de atıyor. Bölge, daha önce İsrail ile Mısır ve Ürdün arasında kurulan ilişkilerin nasıl engellerin aşılmasına, çatışmaların tırmanmasının önlenmesine kısmen de olsa yardımcı olduğuna şahittir. Buna dayanarak, Filistin-İsrail güvenlik koordinasyonunun geri dönmesiyle iki taraf arasında görüşme ve diyalogun da yeniden başladığı söylenebilir.
Bana göre forum özetle, diyalog kurallarını ciddi bir şekilde değiştirmeye çalışıyor, "kaotik ve popülist bir dünyada" güven inşa etmenin yollarını arıyordu. Bunun bir ilk adımı varsa o da dış müdahaleleri engelleyebilen bir Arap birliği inşa etmek ve barış kuşağını güçlendirmektir. Savaşın kazananı yoktur.
Son olarak; fırsatları sorunlara dönüştürmekte faşist ve popülist politikacıların üstüne yoktur.