Muhammed Ali Sekkaf
Yemenli yazar
TT

Griffiths ve Yemen krizinden bir çıkış yolu bulamamak

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Yemen Özel Temsilcisi'nin ABD Başkanı seçilen Joe Biden'in başkanlık seçimlerindeki başarısıyla olan ilişkisiyle ilgili akla gelen bir soru var. Bu soruya evvelemirde verilecek cevap, Başkan Donald Trump ile Biden'in Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası kuruluşlar hakkındaki görüş ayrılıklarında yatıyor. Trump’ın uluslararası siyasete dair yaklaşımının özelliklerinden bir tanesi ikili ilişkileri esas almasıdır. Biden ise çok taraflı ilişkilere inanıyor. Ayrıca ABD’nin Başkan Wilson aracılığıyla Milletler Cemiyeti’nin kuruluşunun arkasındaki isim olduğunu ve BM’nin Başkan Roosevelt tarafından ortaya atılan bir fikir olduğunu biliyor. Her iki isim de kendisinin mensubu olduğu Demokrat Parti’dendir. Öte taraftan başkan seçilen Joe Biden'ın ABD Kongresi'nde kırk yıldan fazla bir süredir siyaset yaptığından bahsetmeye gerek bile yok. Bu, bir iş adamı olarak Trump'ın sahip olmadığı bir şeydir. Bu bağlamda, işletme mezunu George W. Bush'un 11 Eylül 2011 olaylarından sonra BM’nin karşısında durduğunu ve onun da Trump gibi Cumhuriyetçi Parti'ye mensup olduğunu belirtmek gerek.
Butros Butros-Gali, 2004 yılında bir Fransız süreli yayınında yazdığı bir makalede, ABD’nin BM’yi dış politikasının bir uzantısı olarak görme eğiliminde olduğunu söylemişti. Bu, Biden yönetiminin BM’nin faaliyetlerinin yanı sıra uluslararası barış ve güvenlik sorununa daha fazla ilgi göstereceği anlamına geliyor. Bundan dolayı Yemen krizi, ABD-İran ilişkileri, ABD-Suudi ve Körfez ilişkileri gibi önemli dosyalar doğrudan veya dolaylı olarak özel ilgi görecek.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in Martin Griffiths’i Yemen Özel Temsilcisi olarak atamasını onaylamasını iyimserlikle karşıladım. Zira BMGK’nın daimi üyesi olan İngiltere vatandaşı olan Griffiths, Arap meselelerinde önemli uluslararası uzmanlardan biri olarak kabul ediliyor ve çatışma çözümü, müzakere ve insani işlerde kayda değer bir deneyim sahibiydi. 20 Şubat 2018'de bu gazetede onun hakkında bir yazı yazdım. Griffiths’in kendisinden önceki elçilere göre başarı şansının daha yüksek olduğunu söyledim. Ancak mevcut gerçeklik ve krizin seyri, bugüne dek bir atılım yapmasına engel oldu.
Griffiths'in, Aralık 2018'de Yemen krizinde somut adımı olarak kabul edilen Stockholm Anlaşması'nın üzerinden iki yıl geçti. Bu anlaşmanın temel maddelerinden biri tutukluların ve kaçırılanların değiş tokuş edilmesiydi. Bu adım her ne kadar geçtiğimiz eylül ayında gerçekleştirilen konferansa kadar atılmamış olsa da yine de olumlu bir gelişmedir. Ancak serbest bırakılanların sayısının 1081 kişiyi geçmemesi ve BMGK’nın 2216 sayılı kararınca öngörülen isimleri içermemesi sebebiyle eksiktir. Nitekim bu kararda, Yemen Savunma Bakanı Mahmud es-Subeyhi’nin ve tüm siyasi mahkumların güvenli bir şekilde serbest bırakılması öngörülmüştü. Griffiths, 11 Kasım'da BMGK’ya verdiği son brifingde, Cenevre Konferansı kapsamında elde edilenlerin pek çok Yemenlinin kalbindeki umudu canlandırdığını söyledi. Ayrıca her iki tarafı daha fazla toplantı için bir araya getirme yönündeki umudunu dile getirdi.
Griffiths, Safer petrol tankeri olayı hakkında yeniden konuştu ve kendi deyimiyle çözüm hususunda geç kalındığını ifade etti. Ayrıca Husiler ile yapılan görüşmelerin oldukça yavaş ilerlediğini söyledi. Diğer taraftan BM, geminin durumunun değerlendirilmesi ve ilk onarımların yapılması için bir uzman heyetin gönderilmesi konusunda aylarca müzakere etmeye çalıştı. Fakat Husiler yeşil ışık yakmadı. Yapılan bir araştırmaya göre petrol tankeri krizinin çözülmemesi durumunda bölgedeki bütün balıklar telef olacak ve 1,6 milyon kişi, tarım arazilerinin yüzde 50 ila 70’i ve geçim kaynakları doğrudan etkilenecek. Bunun yanı sıra Husiler Güney Kızıldeniz'i askeri operasyonlar için bir üs olarak kullanıyorlar. Yakın zamanda Cizan’a gönderilen bomba yüklü iki tekne bu saldırılardan bir tanesidir. Arap Koalisyonu Sözcüsü Albay Turki el-Maliki’nin açıklamasına göre bu tekneler zamanında imha edildi. Maliki, Husilerin Hudeyde’yi balistik füzeler, insansız hava uçakları ve bomba yüklü tekneler için bir üs olarak kullandıklarını söyledi. Ayrıca Stockholm Anlaşması’nı ve uluslararası insancıl hukuku ihlal ettiğini ifade ettiği milislerin deniz mayınları yerleştirdiklerini ve bu şekilde bölgesel ve uluslararası güvenliğin yanı sıra küresel ticaret için bir tehdit oluşturduklarını belirtti.
Burada şu soru gündeme geliyor: “Başkan seçilen Biden'ın başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte ne değişecek?”
Yemen krizinde iki konu arasında bir ayrım yapılması gerekiyor. Bunlardan ilki krize siyaset aracılığıyla kapsamlı bir çözüm bulunmasıdır ki bu durum biraz zaman alacaktır. Diğer mesele ise petrol tankeriyle ilgili olarak acil bir çözüme ulaşılmaktır. Seçilen başkanın yeni yönetimi, Husilerin teknik ekibin gemiyi incelemesine izin vermesi için BMGK’dan bağlayıcı bir karar çıkarabilecek mi? BM, bütün araçları ve imkanları kullanmadıkça başarılı olunabilir mi? Yemen'in durumu BMGK kararınca Birleşmiş Milletler Şartı'nın 7'nci Bölümü’ne dahil edildi. Fakat Yemenli bazı isimlere yaptırım uygulanmasını içeren kısım haricindeki askeri hususlar devreye sokulmadı.
Somali krizi, söz konusu bölümdeki askeri hususların devreye sokulduğu krizlerden biriydi. ABD bunun uygulanmasında önemli bir rol oynadı. ABD, İran ile görüşmelerinde, ilişkilerin iyileşmesi karşılığında Tahran'ın Husilere sağladığı desteği durdurmasını isteyebilir. Bu, Yemen krizinin yanı sıra Körfez'deki müttefiklerini savunması ve uluslararası su yollarını koruması için de önemli bir adımdır. Sonuç olarak Griffiths'in Yemen krizini çözme çabalarında ne başarısız ne de başarılı olduğu söylenemez.