Emel Musa
Tunuslu şair ve yazar
TT

Araplar ve akıl sağlığı

Şu iki soruyu sorsak ne olur: Arap toplumlarının psikolojik sağlığı nasıl? Akıl sağlığımız; siyasi, ekonomik ve kültürel ilerlemenin ve ayrıca Arap ve İslam medeniyetinin tarihine uygun bir yer kurma girişimi için bir yardımcı mı?
Sorunlarımızı ortaya koyarken her zaman materyalizme ve ikinci düzeyde çatışma siyasetine odaklanıyoruz. Tabii ki, istikrar ve hayatları, enerjiyi ve refahı tüketen çatışmalara dahil olmamanın yanı sıra, doğal kaynaklar ve çeşitli maddi yeteneklerin herhangi bir devletin güç unsurları olduğuna şüphe yok. Yalnızca ekonomik gücü kabul eden bir dünyada bunlar, servet biriktirme, ekonomik kalkınma ve yükselişin temel nedenleri arasında yer almaktadır.
Ancak başlıca servet, her şeyden önce insan ve toplumdur. İnsan yatırımı dışındaki herhangi bir servetin hiçbir anlamı yoktur. Ekonomistlerin jargonunu kullanacak olursak, gerçek sermaye insandır.
Modern Avrupa bu merkezi fikri özümsedi. Buna göre; birey, özgürlüğü ve aklın üstünlüğünü merkeze koydu. Modernite, insanı memnun etmek ve onu tüm baskılardan, zorlamalardan ve sembolik kısıtlamalardan kurtarmaya adanmıştır. Avrupalı ​​toplumlar modernitenin değerlerini yeniden canlandırma konusunda ilerlemiş ve onları nesilden nesle köklendirmiş, bu da onlara modernist model olma olanağı sağlamıştır. Değerlerine odaklanan toplumların ruh sağlığı, tereddütte kalıp bir yandan kendilerini özgürleştiren, diğer yandan da insanlığı değiştirebilen, bir arada yaşayabilen ve zenginleştirebilen kimlik öğelerini onun için koruyan ve onu kolaylıkla, yaratıcılıkla ve yaratılmışlara açıklıkla meşgul eden bir değer sistemi üretemeyen toplumlarımızınkinden daha az karmaşıktır.
Başka bir deyişle: Bugün tüm toplumların bozuk ruh sağlığından mustarip olduğu doğrudur. Bu, kısmen modern toplumun yapısı, karmaşıklığı, istikrarsızlığı ve hızlı tempolu doğası ve ardından gelen gizem, endişe ve monotonluk hissinden kaynaklanmaktadır. Ancak Müslüman Arap toplumlarımızın psikolojik durumdan iki kat daha fazla mustarip olduğuna inanıyoruz. Ve bu kabulünü bazı Arap ülkelerindeki resmi istatistiklerin söylediklerine dayandırdığımız kadarıyla öngörülen bir düşünce değil.
Bazı rakamlarının üzerinde duracak olursak, aralarında Dünya Bankası'nın sağlık istatistiklerinin de işaret ettiği sonuçlarla karşılaşırız. Bu istatistiklere göre kadınlar arasında depresyon olgusunda ilk on ülke Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkeleri arasında yer alıyor. Ayrıca her iki cinsiyette de depresyon, şizofreni, kişilik bozuklukları, intiharları şiddetlendiren şiddetli depresyon ve son yıllardaki yüksek intihar oranın da bu ülkelerde yüksek olduğu görülecektir.
Daha yakına gelecek olursak, Tunus'ta nüfusun dörtte birinin depresyondan mustarip olduğunu söyleyen resmi istatistiklerle karşılaşıyoruz. Daha uzakta yer alan Fas’taki dernekler, Faslıların neredeyse yarısının depresyon, kalıcı anksiyete ve şizofreni gibi akıl hastalıklarından mustarip olduğunu açıklıyor. Aynı doğrultuda, Dünya Sağlık Örgütü bir milyondan fazla Libyalının ruh sağlığı hizmetine ihtiyacı olduğunu bildirdi. (Libya halkının demografik büyüklüğünün yedi milyon olduğu tahmin ediliyor). Mısır halkı, alay, kahkaha ve mizahla gerçeğe meydan okuma eğilimleri ile tanınmasına rağmen, rakamlar Mısırlıların dörtte birinin bir tür psikolojik bozukluktan mustarip olduğunu gösteriyor.
Neden bu konuyu ele alıyoruz?
Bize öyle geliyor ki, toplumlarımızın ruh sağlığı kötü durumda iken kalkınma ve sosyal değişim arzusu istenilen düzeyde gerçekleşmiyor. Kalkınma, ilerleme ve gelişme hayali; irade sahibi, hırslı, pozitif enerjiyle meydan okuyan, kararlı ve motive edilmiş bir ruh gerektirir. Tüm bu ihtiyaçlar da en alt seviyede ruh sağlığına bile sahip olmayanlar tarafından karşılanamaz.
Arap toplumlarında en yaygın olan akıl hastalıklarının doğasına daha yakından bakarsak, geçmiş nedenlere bağlı hastalıklar arasında dağılmış olduklarını göreceğiz. Arap kültürel modeli parçalanmadan mustarip, şizofreni ve narsistik kişilik bozukluklarının görülmesi gibi. İnsan keyfi olarak bu duruma gelemez. Öte yandan, anksiyete ve depresyon hastalıkları yoluyla gelecekle gergin bir ilişkiye dair işaretlerle karşılaşıyoruz. Bir bütün olarak, bu hastalıklar, krizler ve ekonomik zorlukların bir ürünüdür. Bunun kanıtı, hedef yaş grubunun tüm düzeylerinde diğerlerine oranla daha çok kaygı bozukluğu ve depresyondan mustarip olmasıdır. Gençlerin ise geleceklerini inşa etmek ve ekonomik istikrarı güvence altına almakla ilgilenmesi onların kişisel mutluluğa ulaşmalarını sağlıyor.
Bugün Arap halkının ruh sağlığındaki bozulmanın ciddiyetinden daha tehlikeli olan şey ise ‘psikolojik’ durumların dikkate alınmaması, tedavi ve takip gerektiren hastalıklara dahil edilmemesidir. Hatta psikolojik problemin kamuoyuna duyurulması ve akıl hastalıkları bir skandal olarak kabul ediliyor. Üstesinden gelse bile onu rahatsız etmeye devam edecek bir damgalama olarak görülüyor.
Elbette depresyon, şizofren ve benzeri hastalıkların oranlarını listelememizde şaşırtıcı ve şok edici hiçbir şey yok. Çünkü toplumlarımız politik ve ekonomik olarak acı çekmiştir. Hala da sosyo-kültürel değerlerin değişikliği yolunda ideolojik gerilimlerin kurbanı durumunda… Sonra biz kendi kendini açıklayan nedenler kavramı sorunu ile karşı karşıyayız. Ancak ele alınması ve düşünülmesi gereken şey, bu zor ve sıkıntılı psikolojik durumdaki toplumların inşa aşamasında, bahse girmemeleri, hayal etme ve eyleme geçme iradesine sahip olmadıklarıdır. Bu Arap akıl sağlığı düzelene kadar hiçbir çözümün olmadığı anlamına gelmez. Daha ziyade, doğru politik, ekonomik ve kültürel tedavilerin, etkisini bu yorgun ruhlarda göstermesi, isteme ruhu kazandırması ve sonra da kalkınması kastedilmektedir. Psikolojik bozukluk belirtilileri, siyasi ve ekonomik başarısızlığın göstergeleridir.
Psiko-sosyal boyut çok önemlidir. Dörtte üçü yaratıcılığı engelleyen hastalıklardan mustarip toplumlar çalışacak, evlenecek, doğuracak ve eksiklik içinde yaşayacaktır. Dolayısıyla onlardan gelenler de eksik ve kusurlu olacaktır.